SANAL İZLERİMİZİ KİMLER NE İÇİN KULLANIYOR?

Kırklareli Üniversitesi öğretim görevlisi Kadir Metin Akbaş “İnsanlar önceden TV ve radyo ile manipüle edilebiliyordu. Ancak bugünkü dijital manipülasyonun en büyük farkı, karşısındakini birey olarak ele alıp çok daha derinden manipüle edebilmesi” diyor

SANAL İZLERİMİZİ KİMLER NE İÇİN KULLANIYOR?

Hanginiz (internette, sosyal medyada) bir reklam gördünüz ve (telefonunuzun) mikrofonunun sizi dinlediğini düşündünüz? Başka türlü olacağını aklımız almıyor. Ama aslında olan şey şu: hareketlerimiz isabetli bir şekilde tahmin ediliyor. Reklamlar o kadar tekinsizce isabetli ki dinlendiğimizi düşünüyoruz. Ama aslında bu, hedefli reklamcılığın işe yaradığının ve hareketlerimizi önceden tahmin edebildiğinin kanıtı…” Medya Tasarım Profesörü David Carroll bu cümlelerle, hepimizin başına gelen ancak bir türlü iç yüzünü öğrenemediğimiz bir gerçeği anlatıyor. Uluslararası dev teknoloji şirketleri, büyüsüne kapıldığımız markalar, hepimizi çepeçevre kuşatan kurumlar; bizi bizden daha iyi tanımaya başladılar ve bu durum çok can sıkıcı bir hal alacak gibi görünüyor.

Donald Trump’ın ABD Başkanı seçildiği 2016 seçimlerinde ve İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılma kararının alındığı Brexit oylamasında, seçmenlerin yalan yanlış bilgilerle manipüle edildiğini, özellikle kararsızların bilinçli bir şekilde ayartıldığını herkes öğrendi. Sosyal medya devi Facebook ile veri analiz şirketi Cambridge Analytica’nın başrolünü paylaştığı “veri manipülasyon” skandalı, bu konuda çekincesi olanların aslında ne kadar haklı olduğunu kanıtladı. Facebook ile Cambridge Analytica arasında neler yaşanmıştı? Olayın iç yüzünde ne vardı? Bizim gibi sıradan insanları ilgilendiren kısmı neydi? Yaşananlar gerçekten de tedirgin olmamızı gerektiriyor muydu? Netflix’in “The Great Hack” adlı belgeseli, işte tüm bu sorulara cevap veriyor.

Belgesel, Amerikan seçimleri sırasında, Facebook’un 50 milyon civarındaki kullanıcısının bilgilerini Cambridge Analytica’ya sattığının ortaya çıkmasının ardından patlak veren skandal sonrasında, Profesör Carroll, mahkemeye başvurup, Cambridge Analytica’nın kendisiyle ilgili topladığı bilgileri/ verileri kendisine açıklamasını talep etmesi ve sonrasında yaşananları anlatıyor. Açtığı davayla teknoloji tarihinde bir ilke imza atmış olan Profesör Carroll, internette ve sosyal medyada bıraktığı izlerin, kendi izni ve rızası olmadan kullanılmasının insan haklarına aykırı bir durum olduğunun altını çiziyor. Böyle bir girişimde bulunmasını şu sözlerle anlatıyor: “Her şey dünyayı birbirine bağlama hayaliyle başladı. Herkesin birbirinin deneyimlerini paylaşabileceği ve kendini daha az yalnız hissedebileceği bir alan. Bu alan kısa süre içinde, arabulucumuz, teyit edicimiz, kişisel eğlence makinemiz, anılarımızın koruyucusu, hatta terapistimiz haline geldi. Çevrimiçi hareketlerimizin verilerinin, ortadan kaybolmadığını biliyordum. Derinlere indikçe fark ettim ki; varoluşumuzun dijital izleri, trilyon dolarlık bir endüstri tarafından işletiliyor. Artık biz ticari bir ürünüz. Ama bu bedava bağlantı haline o derece aşığız ki kimse hükümler ve koşullar sözleşmesini okumuyor. Tüm etkileşimlerim, kredi kartı harcamalarım, internet aramalarım, gittiğim yerler, beğenilerim… Bunların hepsi gerçek zamanlı olarak toplanıyor ve kimliğime ekleniyor. Böylece ilgili alıcılar, direkt olarak duygusal nabzıma ulaşabiliyor. Bunu bildiklerinden ötürü, dikkatimi çekmek için rekabet ediyorlar. Benim için inşa edilmiş ve sadece benim gördüğüm bir içerik sağlıyorlar. Bu her birimiz için geçerli. Sevdiğim şeyler, korkularım, dikkatimi çeken şeyler, sınır çizgilerim ve onları aşmanın yolları…”

Para vermeden dâhil olduğumuz ve herkes tarafından rahatça kullanıldığı için tüm hayatımızı 7/24 çekinmeden aktardığımız sosyal medya platformlarının aslında karanlık bir taraflarının olduğunu, çarpıcı bir biçimde anlatıyor belgesel. Cambridge Analytica’nın iki eski çalışanının itirafları da bu karanlık taraftaki işleyişi, ilk kez bu kadar aleni bir şekilde gün yüzüne çıkarıyor. Şirketin eski çalışanlarından Brittany Kaiser, genel fotoğrafı şu sözlerle özetliyor: “Dünyanın en zengin şirketleri teknoloji işi yapan şirketler. Google, Amazon, Facebook, Tesla… Bu şirketlerin dünyanın en güçlü şirketleri olmasının nedeni, veri değerinin petrol değerini aşmış olması. Dünyanın en değerli serveti günümüzde büyük veri… Bu şirketler çok değerli, çünkü insanların servetlerini (verilerini) sömürüyorlar.”

Büyük veri (big data) olarak isimlendirilen ve milyonlarca kullanıcının paylaştığı bilgilerden/ dijital izlerden oluşan bu devasa servetin, şimdiye kadar nasıl temin edildiğine dair bolca şehir efsanesi duymuştuk ama işleyişin nasıl olduğunu bilemiyorduk. Şirketin bir başka eski çalışanı Cristopher Wylie ise belgeselde bu konuya dair somut bilgiler veriyor: “Veri toplamanın bir yolunu bulmamız gerekiyordu. Öncelikle Cambridge Üniversitesi’nin profesörlerine gidip, görüşlerini aldık. Burada görüştüğüm akademisyenler bize özel izinleri olan Facebook uygulamaları teklif etti. Bunlar, sadece uygulamayı kullanan kişilerin verilerini toplamakla kalmıyor, bu kişilerin tüm arkadaş ağlarına girerek arkadaşlarının da verilerini topluyordu. Uygulamayı kullanan biriyle arkadaşsanız, sizin verilerinizi topladığımızdan haberiniz bile olmuyordu. Durum güncellemelerini, beğenileri, bazen de özel mesajları topladık. Sizi seçmen olarak değil, bir kişilik olarak hedefliyorduk. Sadece birkaç yüz bin kişiyle tüm ABD seçmenlerinin psikolojik profilini çıkarabiliyorduk. Hiç kimsenin verilerinin bu şekilde toplandığından ve işlendiğinden haberi yoktu.”

ABD seçimleri özelinde işin detayını ise Brittany Kaiser anlatıyor: “ABD’deki tüm seçmenlerin kişilik modellerini belirlemek için Facebook testlerini kullanıyorduk. Aslında her Amerikalı seçmeni eşit şekilde hedeflemedik. Kaynaklarımızın çoğunu fikrini değiştirebileceğimizi düşündüklerimize yönelttik. Onlara “ikna edilebilirler” diyorduk. Onlar her yerdeydiler ama asıl önemli olan, hangi partinin kazanacağı belli olmayan eyaletlerdeki ikna edilebilirlerdi. Bu eyaletlerin hepsi seçim bölgelerine ayrılmıştı. Yani şu seçim bölgesinde 22 bin ikna edilebilir var derdik ve doğru seçim bölgelerinde yeterince ikna edilebiliri hedeflersek o eyalette Demokratlar değil Cumhuriyetçiler kazanabilirdi. Yaratıcı ekibimiz, bu kişileri tetikleyecek kişiye özel içerikler hazırladılar. Onları bloglar, makaleler, videolar ve reklamlarla bombardımana tuttuk. Aklınıza gelebilecek her platformda. Ta ki dünyayı bizim istediğimiz şekilde görmelerini sağlayana dek. Ta ki bizim istediğimiz adaya oy verene dek. Bumerang gibi. Verileri yolluyorsun, analiz ediliyor ve davranışlarını değiştirme amacı taşıyan hedefli bir mesaj olarak sana geri dönüyor.”

Seçim döneminde Trump’ın ekibi sadece Facebook reklamlarına günde 1 milyon dolar harcıyordu. Cambridge Analytica şirketi de, Facebook üzerinden elde edilen verileri işliyor ve neredeyse eyalet eyalet, kasaba kasaba, ev ev, tek tek seçmenleri manipüle etmenin yollarını arıyordu. Demokrasinin ruhuna aykırı işlerin döndüğünün ortaya çıkmasının ardından kapanmak zorunda kalan Cambridge Analytica şirketinin en önemli iddiası, her bir Amerikan vatandaşı için 5 bin farklı veriyi ellerinde bulundurmalarıydı. Bu korkunç bir iddia. Zira hakkınızda bu kadar veri elde eden bir şirket, sizin algınızı, seçimlerinizi, tercihlerinizi, düşünce tarzınızı, korkularınızı, planlarınızı kısaca her şeyinizi kontrol edebilir. Ve bunu, sizin hiç haberiniz olmadan yapabilir. Önceden de insanlar televizyon, gazete, radyo gibi kitle iletişim araçlarıyla ve afiş, pankart, el ilanı ve mitingler ile kitleler halinde manipüle edilebiliyordu. Ancak bugünkü dijital manipülasyonun en büyük farkı, karşısındakini bir kitle olarak değil, bir birey olarak ele alması ve bu bireyi, hakkında bildiği binlerce veri noktası ile çok daha kolay ve derinden manipüle edebilmesi.

Cambridge Analytica şirketi kapandı. Ancak adını henüz duymadığımız yenileri onun açtığı yolda yürümenin planlarını yapıyor. Ve bu konuda en büyük yardımcıları ise başta Facebook olmak üzere tüm sosyal medya platformları. Yüklediğimiz her fotoğraf, yazdığımız her yorum, beğenilerimiz, etiketlerimiz, arkadaşlarımız ve onların hareketleri, tek tek toplanıyor ve ince ince işleniyor. Bireysel olarak hesabımızı kapatıp çıkmak da bu döngüden kurtulmak için yeterli değil. Elimizi kaptırdık bir kere… Demokrasiyi, insan haklarını, özgür düşünceyi, farklı fikirleri daha da geliştireceği için umutlandığımız internet ve özelde sosyal medya, ne yazık ki tam tersi bir konuma evrilmiş durumda. Veri skandalını ortaya çıkaran gazeteci Carole Cadwalladr’ın belgeseldeki şu sözleri de önümüzdeki fotoğrafı daha net hale getiriyor: “Bizi bir araya getirmek için kurulmuş bu platformlar, silaha dönüşmüş durumda. Neyin ne olduğunu bilmek, artık imkânsız. Çünkü her şey, arkadaşlarımızla görüştüğümüz ve bebek fotoğrafları koyduğumuz platformda gerçekleşiyor. Hiçbir şey göründüğü gibi değil.”