Sahte Bir Dervişin Orta Asya Gezisi -VIII-

Şakir Diclehan Yazdı;

Sahte Bir Dervişin Orta Asya Gezisi -VIII-

Sahte Derviş, Tahran’da hacdan gelen ve Buhara’ya dönen kafile ile bin bir güçlük, susuzluk ve açlığa tahammül ederek amacı uğruna katlandığı sıkıntıları, akıcı bir üslup ile anlatmaktadır bu gezisinde. Doğal olarak her yolculuğun noktalanacağı bir nokta vardır, işte Derviş için de artık ayrılık zamanı gelmiştir. Bundan sonraki gezisinde, hacdan gelen arkadaşlarının Buharalı olması nedeniyle kendi şehirlerinde kalması üzerine, geriye kalan ve programına aldığı iki Orta Asya şehrini, yani Semerkant ve Herat’a yapacağı yolculuğu, başka insanlarla yapacaktır. Çok üzgündür, çünkü alıştığı arkadaşlarında ayrılmak zorundadır. “O sırada, duyduğum olağanüstü hüzün ve üzüntüyü, tam olarak anlatabilecek kelime ve söz bulamam.  Vedalaşmamız, her iki taraf için de çok acı ve üzücü oldu.  Tam altı aydan beri, sefalet, sıkıntı ve acılara birlikte göğüs germiştik. Birlikte çektiğimiz can korkusu, sıkıntı ve eziyetler, aramızda, sevinçli ve güvenli zamanlarda gerçekleşmesi imkânsız bir birlik oluşturmuştu. Aramızdaki yaş ve yol farkı, soy ve nitelik ayrılığı, bütün etki ve önemini yitirmişti, birbirimize gerçek bir ailenin bireyleri gibi bakıyorduk.  Bu düzeye gelmiş bir ilişki ve sevgiden sonra, bunlardan ayrılmak, gerçekten ölüm acısına yakın bir acı veriyordu. Bu durumda, Bir de benim pişmanlıktan kaynaklanan vicdan azabım eklenirse, Ayrılıktan duyduğum acının derecesi anlaşılabilir.”

Dervişi yakıp yıkan bir sıkıntı daha vardır. Kendisini ve kimliğini gizlediği vicdan azabı duygusu… “Dünyada kazandığım dostların en halis ve sadıkları olan, hayatımı yalnız kendileri sayesinde kurtardığım bu insanlara, gerçek kimliğimi açıklamayıp kendilerini aldatmak zorunda kalışım, zihnimi aşırı ölçüde rahatsız ediyordu. Bir yolunu bulup bunları sırrıma ortak etmeyi istiyordum.

Ama uygarlaşmış Avrupa’nın bile kendisini bütünüyle kurtaramadığı dini taassup belası, Doğu uluslarında, özellikle de Müslümanlar arasında çok güçlü olduğundan, buna bir türlü cesaret edemedim. Yoksa İslam gözünde büyük cinayetlerden sayılan böyle bir itiraf, belki aramızdaki sevgi bağını bir anda kesemezdi, ama soğukluk ve üzüntüye neden olacağı, özellikle züht ve takvasında samimi olan benim namuslu dostum Hacı Salih’i üzeceği açıktı. Bu nedenle Hacı Salih’i rahatsız etmekten, kendimi de ihanet ve küfürle suçlandırılmaktan kaçınmam gerekiyordu.”

Uzun bir yolculuktan sonra Derviş için ayrılık zamanı gelmiştir şimdilik… Bu yolculuk, Buhara’dan sonra Semerkant ve Herat’tır. “Güneş battıktan sonra, yeni arkadaşlarımın bizi karşıya götürmek üzere kiraladıkları arabaların beklediği kent kapısına doğru uğurladılar. Arabaya binmek üzere vedalaşıp kucaklaştığımda, çocuk gibi hüngür hüngür ağladım. Dostlarımın da benden geri kalmadılar. Bir haydi ilerlediğim halde, onların, bıraktığım yerde ayakta durup ellerini kaldırarak esenliği mi için Tanrıya dua etmekte olduklarını görüyordum. Onları bir kez daha görmek için sık sık dönüp geriye bakıyordum. Sonunda gözden bütünüyle kayboldular yalnız henüz çıkmakta olan ayın ışığı ile hafif aydınlanan Semerkant’ı kimi kubbeleri görülebiliyordu.

Buhara’da iken onun casus olduğundan kuşku duyan Han’ın adamaları –ki, Buhara o dönemlerde Hanlıkla idare edilmektedir. Onu hakkında bilgi edinmek için bazı kimseleri görevlendirseler de her seferinde bu sınavdan başarı ile çıkmayı başarır…

Savaş’tan muzaffer bir şekilde dönen Emir’in karşısına çıkan Sahte derviş ile Emir arsında ilginç bir diyalog olur. Emir “Hacı” dedi, “söylendiği gibi Hazret-i Bahaddin Nakşibendi’nin ve diğer evliyâullah makamlarını ziyaret kastıyla mı Rım (Anadolu)’dan geliyorsun?” “Evet Sultanım, fakat Efendimizin cemal-i pakini ziyaret etmek de istiyordum” cevabını verdim. Bu kadar uzak yerden gelmekte, gerçekten başka bir maksadınızın olmaması çok tuhaf şey” dedi. “Hayır Sultanım” dedim, başka bir garazım yoktur ve bu hal, o kadar şaşılacak bir şey değildir. Buhara-yı Şerif ve Semerkant-i latifi görmeyi çoktan beri istiyor, özlüyordum. O Semerkant ki, Şeyh Celaleddin’in sözünü ettiği: “Gönül, mübarek toprağı üzerinde ayak ile yürümeyi uygun görmez, mümkün olsa baş ile yürümek lazımdır.” Velhasıl bu fâni âlemde hiçbir emelim olmayıp uzun müddetten beri, dünya hacısı gibi cihanın dört bucağını gezip dolaşıyorum.” Cevap olarak “Ne diyorsun!” diyerek sordu. “Senin gibi topal bir adam, dünya hacısı mı olur? Tekrar ediyorum, bu gerçekten şaşılacak bir durumdur.” Ben de, “Efendim” dedim “Kurbanın olayım, yüce dedeniz Timur da topla olduğu halde, yine dünyayı fethetmedi mi?” Bu sözlerim, Emir’in çok hoşuna gitti. Yolculuğum hakkında bazı şeyler sordu. Buhara ile Semerkant’ı nasıl bulduğunu öğrenmek istedi. Bunlara Arapça ve farsça hikâyeler ve Kur’an ayetleriyle süslediğim cevaplar verdim. Böylece, ulemadan geçinen, gerçekte de Arapçayı oldukça iyi bilen Emir’in hakkımda iyi düşünmesini sağladım. Derhal bana,  baştan ayağa iki takım giysi ve 22-23 Frank değerine eşit armağan verilmesini emretti. Buhara’ya gelerek kendisini görmem ricasiyle birlikteliğimize son ve huzurdan çıkmama izin verdi.

Sahte Derviş ile ilgili bu konuyu biraz daha sürdüreceğiz. Çünkü başka hatırat ve seyahatnamelerde bulamayacağımız değerde ve Müslümanların dersler çıkaracağı çok bilgiler taşımaktadır. (SÜRECEK)

 

Kaynak: farklı bakış