Tarih: 22.02.2020 01:34

RUSYA'YI GÖRMEZDEN GELMEK DOĞRU MESAJ MI?

Facebook Twitter Linked-in

'Misilleme için rejim hedeflerini vurduk, şu kadarını öldürdük, şehitlerimizin kanı yerde kalmadı' şeklindeki resmi beyanlara bakarsanız, saldırının Rusya'yla alakası yok zannedebilirsiniz.

Dünkü gazetelerin ve konuyla ilgili yorumların birçoğuna baktığınızda da öyle. Türkiye'nin 2 şehit verdiği hava saldırısını Rusya'nın üstlendiğini çoğu manşetten anlayamazsınız.

'Rejimin talebiyle ben vurdum' dediği halde, vuran Rusya değilmiş gibi yapma eğilimi hakim.

Mümkün olsa, şartları zorlayarak saldırıdaki rollerini Ruslar adına inkara kalkışacak gayretkeşler de yok değil. Şimdilik dışında tutmakla, laf ettirmemekle, bu işe karıştırmamakla yetiniyorlar.

Nedeni anlaşılabilir aslında...

Savunma Bakanı Hulusi Akar da söyledi zaten, Rusya'yla karşıya karşıya gelmek istemiyoruz diye.

Bence de gelmeyelim, kesinlikle!

Ama gelmişiz bile...

Gelmemişiz gibi yapmak, bu saatten sonra işe yarar mı?

Bir daha gelmemek için, önceki gelişlerimizle de yüzleşmemiz gerekmez mi?

Çoktan oraya geldiğimizi saklarsak; neden, nasıl geldik soruları üzerine düşünmezsek çatışma eşiğinden kaçınabilir miyiz?

Daha da önemlisi, karşı tarafa yanlış mesaj olmaz mı? Gerçeklerden kaçıyor, kaçak güreşiyor görüntüsü, zayıf görünerek muhatabı cesaretlendirmekle sonuçlanmaz mı?

İdlib'de TSK gözlem noktalarına son saldırılardan önce, Cumhurbaşkanı Erdoğan, ortada Astana ve Soçi diye bir şey kalmadığını söylemişti.

Üstüne ilk saldırı geldi, 8 şehit...

Cumhurbaşkanı, saldırının faili olarak rejimi gösterip Rusya'yı ise göz yummakla suçlamıştı. Moskova'ya 'arkasında senin olduğunu biliyoruz' mesajıydı bu.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da; Moskova'nın 'rejime laf dinletemiyoruz, söz geçiremiyoruz' gibi mazeretlerle sorumluluğu üstünden atmaya çalıştığını, 'kim inanır' diye ifşa etmişti.

'Hiç sıyrılmaya uğraşma, böyle savuşturamazsın, seni tanır senden biliriz' diye Moskova'yı işaret etmekte diretmişti o sıra Ankara.

Fakat Soçi ve Astana'ya hemen dönülmesi; 'sizi temin ederiz ki ikisine de bağlıyız' diye, neredeyse yeminle, ardı ardına ve abartılı dille bağlılık bildirimlerinde bulunulması Moskova'yı erken rahatlattı.

'İçinizi ferah tutun, bizden yana rahat olun, ortaklıktan ayrılmıyoruz, NATO'ya koşmuyoruz' teminatları vermek şart mıydı?

Yine de durdurmadı, ikinci saldırı geldi, 5 şehit daha...

Sizi; gidecek yeriniz yok, kendisine mecburmuşsunuz gibi görmesi, kaybetmekten çekinmemesi her partneri şımartır, tepenize çıkarır diye, o zaman da eleştirmiştim.

Türkiye'yi kaybetme endişesi yaşamaması için her türlü teminatı döne döne verdikten sonra, Rusya'dan ne bekliyorduk ki!

İlk saldırı üzerine, sanki öncesinde Astana masasından kalkmaya yeltenmemizle sonrasında geri oturmamız bir olmuş gibi amaçlanmayan bir izlenim bırakmak, iyi fikir değildi.

Belli ki Cumhurbaşkanı'nın "Öfkeyle kalkan zararla oturur" diyerek masadan bir hışımla neden kalkmamamız gerektiğine dair açıklamasını da yanlış anladılar.

Nasılsa Ankara'nın masadan kalkmayacağına güvenerek, üçüncü ve son saldırıyı direkt üstlenmekte hiçbir sakınca görmedi baksanıza Rusya!

Rasyonel olalım, intikam arzumuzu tatmin ve öç alma hırsıyla hareket etmeyelim, mantıki tutum alalım; elbette doğrusu bu.

Fakat sağduyunun iki tarafa da galip gelmesi için, yanlış anlaşılmamaya da dikkat etmeyelim mi? 'Ya farklı bir anlam çıkarırlarsa' kaygısı taşımayalım mı?

Rusya'nın olan biteni; sanki her seferinde  ne kadar ileri gidebileceklerini test etmişiz, sınırlarını yoklamışız, cevabı alınca da geri çekilmişiz gibi okumadığından emin miyiz?

Ne patriotlardan ne S-400'lerden, ne Rusya'dan ne ABD'den, ne NATO'dan ne de Avrasya'dan vazgeçebildiğimizi bütün taraflar öğrenmiş oldu.

Yardan da serden de geçemeyen elimizi bu kadar belli etmek, caydırıcılık ve pazarlık gücü açısından iyi mi şimdi?

NATO'dan yardım, AB'den destek, ABD'den her türlü dayanışma ve patriot bataryaları istedikten sonra..."Merkel'e söylüyorum, Putin sen anla" taktiği de artık çözüldü, vardıysa bile bir etkisi kalmadı, çalışmaz daha.

Putin'e kızıp Merkel'e söylenmek, Macron'u paylamak, NATO'dan acısını çıkarmak da bir yere kadardı. O sınıra dayanıldı. Hala dayanılmamış gibi yapmanın faydası var mı?

Meclis niye hala devrede değil?

Cumhurbaşkanı Erdoğan da Savunma Bakanı Akar da haklı...

Arkasına ABD ve NATO'yu alıp Rusya'yla  savaşacak, savaşmayı göze alacak değil Türkiye.

Tıpkı arkasına Rusya'yı alıp ABD'ye askeri güç kullanma tehdidiyle meydan okumayı veya NATO'yla çatışmayı düşünmeyeceği gibi...

Miş gibi yapmayı bırakalım öyleyse.

Buradan çıkış; takatimizin üstünde maceracı siyasetle değil takatimizle orantılı, ayağı yere basan, gerçekçi siyasetle mümkün.

Ve İYİ Parti lideri Akşener'in çağrısına uyup süratle, bir an önce Meclis'i devreye sokmakla...

İktidarı muhalefeti bir olup Suriye'deki yeni durumla risk ve fırsatları, Gazi Meclis'te bir kapalı oturumda gecikmeden masaya yatırmalı.

Ankara'nın elini, S-400'ler ya da patriotlardan daha fazla güçlendirecek olan budur




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —