SP İSTANBUL İL BAŞKANI DR. ABDULLAH SEVİM: "SAADET PARTİSİ, MİLLİ GÖRÜŞÜN EN ÖNEMLİ DEĞİL, TEK TEMSİLCİSİDİR"

Bizler Saadet Partisi olarak Kudüs´ü ne doğu ne batı olarak tanımlamayı kabul etmiyoruz. Her kim bunu kabul ediyor ise de reddediyoruz. Kudüs batısı ile doğusu ile Kudüs´tür.

SP İSTANBUL İL BAŞKANI DR. ABDULLAH SEVİM:
  1. Öncelikle sizi tanımak istiyoruz; Abdullah Sevim kimdir, kendinizi nasıl tanıtırsınız?

1955 yılında Kastamonu´da dünyaya geldim. İstanbul İmam Hatip Lisesi (İHL) ve İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü mezuniyetimin ardından Diyanet İşleri Başkanlığı Haseki Eğitim Merkezi İslami İlimler Bölümünden mezun oldum. Eğitim hayatıma Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü´nde mastır ile devam ettim. Aynı üniversitede İslam Hukuku alanında doktoramı tamamladım. Milli Gençlik Vakfı (MGV) İstanbul Kurucu Şube Başkanlığı yanında Refah Partisi Kadıköy İlçe Başkanlığı, Refah Partisi İl Yönetim Kurulu Üyeliği, Refah Partisi İstanbul İl Teşkilat Başkanlığı, Saadet Partisi Genel İdare Kurul Üyeliği, Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcılığı gibi görevlerde bulundum. Birçok kez İstanbul ve Kastamonu milletvekili adayı oldum. 1 Ekim 2017 yılında gerçekleştirilen İstanbul 6. Olağan İl Kongresi´nde Saadet Partisi İstanbul İl Başkanlığına seçildim.

Siyasi çalışmalarım yanında 1964 yılından beri gıda sektöründe faaliyet gösteren bir şirkette de ortaklığım bulunmaktadır.

Son olarak evli ve 3 çocuk babasıyım.  Bu benim hayatımın temel evreleri ancak kendinizi nasıl tanımlarsınız diye sorarsanız.

Ben Müslüman gibi yaşamaya çalışan, bütün yapıp ettiklerinde Allah´ın rızasını gözetme gayretinde olan biriyim.

 

  1. Yıllardan beri Milli Görüş hareketi içerisindeniz. Bugünde Milli Görüşün en önemli temsilcisi olan Saadet Partisinin İstanbul İl Başkanısınız. Sizce Milli Görüş nedir? Milli Görüşü nasıl anlatırsınız?

Sorunuzu cevaplamadan önce bir düzeltme yapmamız gerekiyor sanırım. Biz Saadet Partisi olarak Milli Görüşün en önemli temsilcisi değiliz. Saadet Partisi, Milli Görüşün en önemli değil, tek temsilcisidir.

Milli Görüşün ne olduğuna gelince; Milli Görüş Hareketi´nin ne olduğu sorusunun en kolay kısmı belki de ?Milli? olanı tanımlamaktır. Çünkü ?Milli? olanın tarihsel dayanak noktaları nettir ve bu netlik hareketin hem tarihi hem de varlıksal temellerini oluşturur. Milli Görüş Hareketi öncelikli olarak ?Milli´dir?. Milli olmak katıksız, tartışmasız olarak Muhammed Milletine ait olmak demektir. ?Milli? olmak demek asırlık tecrübelerden süzülüp gelen, doğru ve selim idrakin tam olarak kavranması ve bu kavrayışla yeni bir yaklaşımın ortaya konulmasıdır. Ancak İslam´a ait olma iddiası kendisi içerisinde izaha muhtaçtır. Milli Görüş Hareketi´nin diğer millilik iddiasında bulunan yapılardan temel farkları vardır. Bu farkların başında rahmeti öncelemesi, sevgiyi ve kardeşliği benimsemesi, adaleti ve hakça bir yaşamı hedeflemesi, gayri hukuki bir yaklaşıma hiçbir zaman tevessül etmemesi gibi ilkeler gelir. Bu ilkesel yaklaşımlar hareketin ifrat ve tefrite düşmeden, ?Vasat Ümmet? olmanın gereği olarak insanı ve fıtratı önceleyen bir tavırla eylem ve söylem geliştirmesini doğurmuştur. Bu bağlamda Milli Görüş bir fıtrata çağrı hareketidir. Çünkü milli olan fıtri olandır. Çünkü Milli Görüş demek; kökü ulvi âlemden gelerek, lütuf ile tutunmuş, rahmet yağmurları ile ıslanmış ve bereket ile filizlenmiş bir çınar demektir. İşte bu gerçeklikten dolayı Milli Görüş´ün mücadelesi Hak-Batıl mücadelesinin son aşamasıdır. Bu dava bir hak arama, hakkaniyeti gözetme, hakkı söyleme, hakkı üstün tutma ve hakkı hâkim kılma mücadelesi yani bir cihad hareketidir. Bu dava tamamı ile gerçekliğe dayanmak zorundadır. Bu davada yapmacıklığa, istismara, gerçekliğe ilişmeyen algıya yer yoktur. Bu davada ötekileştirmeye, hakarete, yok saymaya daha doğru bir ifadeyle insanın izzetinin ve onurun çiğnenmesine asla yer yoktur. Çünkü ilkesel olarak bu dava dil, din, ırk, renk, mezhep, meşrep ve siyasi düşünce ayrımı yapmaksızın, zengin fakir tanımlamasına yer vermeksizin insanlığın saadetini hedeflemektedir.

 

  1. 15 yıldır İktidarda olan Ak Parti, Milli Görüşten ayrılan sizin de kimileri yakın arkadaşlarınız olan siyasiler tarafından kuruldu. Bazı kimseler ´Ak Parti, Saadet Partisi´nin yapmak istediği her şeyi yapıyor dolayısı ile Saadet Partisi´ne gerek yok´ diyorlar. Saadet´e olan ihtiyacı ve Ak Parti ile Saadet Partisi arasındaki farkı nasıl anlatırsınız?

Söylemek ile yapmak arasındaki temel ayrımı yapmaya çağırıyoruz bu soruları soranları!!! Neyi yapıyor, neyi yapmışlar? Lütfen örnek verir misiniz? Ancak örnek verirken yanıldıklarını, karıştırdıklarını, döndüklerini bugün a derken yarın b dediklerini dikkate alınız. Sorunuz önemli bir cümleyi ihtiva ediyor. Milli Görüş´ten ayrılan diyorsunuz. Ayrılmak demek ne demek? Ayrılmak demek; fikri olarak, eylemsel olarak söylemlerden vazgeçmek demektir. Ayrılmak demek; temel meselelere temel yaklaşımlardan vazgeçmek demektir. Nedir bu temel yaklaşımlar?

Bizler Milli Görüşçüler olarak adil ve hakça bir sistemin fıtrat merkezli olarak kurulabileceği kanaatindeyiz. Bu kanaat bizim temel ilkemizdir. Bu ilke terk edilmeden Milli Görüş terk edilmez. Şimdi terk ettiler de ne oldu?

Son on beş yılda toplumun mahallî talepleri hariç herhangi bir talebinin karşılandığını yahut herhangi bir kronik probleminin çözüldüğünü gördünüz mü? Kürt meselesinde ne durumda idik ne durumdayız? Dış politikada ne durumda idik ne durumdayız? Ekonomide ne durumda idik ne durumdayız? Toplumsal farklılıkların temsilinde ne durumda idik ne durumdayız? Kutuplaşma meselesine dikkat çekmek gerekiyor. Şimdi ülke zihni olarak bölünmüş bir ülke ise bu kadar gerilemez. Bir ülke bu kadar kamplaştırılamaz? Bir ülke bu kadar gerginliklerle birlikte varlığını devam ettiremez?

Bu yüzden evet arkadaşlarla birlikte siyaset yaptığımız bir dönemim olduğunu kabul ediyoruz ancak arkadaşların kendi ifadeleri ile ayrıldıklarını ve bu ayrılmanın fikri bir ayrılma olduğunu temel olarak kabul ediyoruz. 15 yıllık uygulamalar da bizlere bunu gösteriyor.

 

  1. Milli Görüşün sıkça dillendirdiği İslam Birliğinin günümüz şartlarında reel bir karşılığı var mı? İslam ülkelerinin durumu ortada, Suudi Arabistan ve etrafındaki bazı ülkeler İran´a ve makul İslami hareketlere karşı İsrail ile birlikte olmayı savunabiliyorlar. Çok değil kısa bir süre önce Türkiye´de de İslamcı bilinen bir gazete ?Ha İsrail Ha İran? manşeti atmıştı. Bu şartlarda İslam Birliğinin gerçekleşeceğine gerçekten inanıyor musunuz? Gerçekleşecekse de nasıl?

Bu sorunuz bizim için gerçekten önemli. Bu sorunuza vereceğimiz cevap bizlerin afakî bir hareket olmadığının ifadesi olacak. Bu yüzden müsaadenizle biraz vaktinizi alarak teferruatlı bir şekilde cevaplamak istiyorum.

Tarihlendirilmesi hususunda ihtilaf bulunsa da İslam coğrafyası Batılılar için yaklaşık iki asır öncesine kadar insanlığın her alanında en güzel örneklikleri sunan merkezler olarak algılanmıştır. Sorunuzda zikrettiğiniz başkentler bu gerçeğin tahakkuk ettiği mekânlardır. İslam coğrafyasının en önemli gücü olan Osmanlı´nın batı karşında her alanda mevzi kaybetmesi İslam coğrafyasının dört bir yanının batılılar tarafından istila edilmesine neden olmuştur. Klasik dönemden farklı olarak batı istilası, istila ettikleri toplumlarda kendi sistemleri doğrultusunda yeni toplum ve toplum sınıfları ortaya çıkarmış ve etkisi günümüze kadar sürecek bir modernleşme sürecini başlamıştır.  

Modernleşme sürecine giren İslam toplumları modernleşme öncesi oluşturdukları kavramsal çerçeveye bağlı olarak idrak biçimlerini terk etmek veyahut paranteze almak zorunda kalmışlardır. İslam toplumu dikkate alındığında klasik dönemin idrak biçimlerini yansıtan Ümmet, Dar´ül-İslam, Dar´ül-Harp, Nizam-ı Âlem ve İttihat-ı İslam yani İslam Birliği gibi kavramlar toplumun düşünce dünyasında kaybolmaya yüz tutmuştur. Bu kaybolmaya yüz tutuşun en önemli nedeni; modernleşme öncesi İslam toplumlarının sorunlarını çözmede kilit görev üstlenen medrese ve tekkelerin modernleşme süreci ile etkinliğini kaybetmesidir. Medreseler varlıklarını kaybederken, zamanı ve tarihi şartları aşma cihetinden kâmil bir teoriye dayanan tekkeler ise siyasal sınırlar içerisinde toplumun hayatiyetini devam ettirme noktasında bir tavır geliştirmiştir. Bu tavır için yapılabilecek kavramsallaştırma ?sabır muhalefetidir?. Böylece Batılıların her cihetten istilalarına karşı İslam toplumunun klasik tavrını taşıyan bütün kavram ve müesseseleri kendilerine düşen payı aldılar. Kimisi medrese ve devlet düzeni örneğinde olduğu gibi varlığını kaybetmiş kimisi de varlığının etkinliğini koruyamamıştır.

Asırlardır İslam âlemini taşıyan ümmet kavramının iltizamı olan İslam Birliği kavramları zamanla işlevliğini yitirmeye yüz tutmuştur. Bugün mevzu bahis edildiğinde son iki yüzyılda ortaya çıkan modern dönemin bu kavramlar ile tahlili zor görünmektedir. Bu zorluk hilafetin son taşıyıcıları olarak bizler için daha da karmaşık bir hal almaktadır. Hilafetin kaldırılması İslam coğrafyasının bütün köşelerinde belirli etkiler ortaya çıkarmıştır. Ancak modern Türkiye söz konusu olduğunda bu etki sarsıcı sonuçlar doğurmuştur.

Batı istilasının en belirgin özelliği olan istila edilen bölgelerde batı hayat tarzını benimsemiş kişilerin devlet erkinde etkin hale getirilmesinin sağlanması gerçekliği; Türkiye´de daha kapsayıcı bir hal almış, toplum olarak gelenekten gelen bütün kavramsal hafızamız silinmiştir. Bu silinmeden ümmet kavramı yani olası İslam Birliği de nasibini almıştır. Ulus devlet anlayışının oluşturduğu suni sınırlar Türk halkı için önce coğrafi bir ufuk daralmasına neden olmuş, bu daralmanın kaçınılmaz sonucu olarak da suni sınırların ötesinde bulunan kişilerin de ötekileşmesine neden olmuştur. Böylece İslam Birliği kavramının en önemli vasfı olan sınırsızlık ve ötekisi olmama durumu ortadan kalkmıştır.

Ötekisi olmama durumu üzerine biraz daha durmamız gerekir. İslam Birliği kavramı dikkate alındığında ötekisi olmama durumu bir ön kabuldür. Çünkü Hz. Peygamber´den sonra gelen herkes onun ya ümmeti veyahut ümmeti olmaya davet edilecek kişidir. Çünkü dünya ve ahiret saadeti ancak Efendimize ittiba ile mümkündür. Bu bağlamda öyle ya da böyle teknik olarak ümmet kavramı dışında kalan hiçbir millet ya da ırk yoktur. İslam ümmeti veya Muhammed ümmeti terkipleri ise bir lütfa mazhar olmakla alakalıdır. Ancak bu lütfa mazhar olmak esas ve en önemli olandır. İslam Birliği kavramının meratibli olmak kaydıyla bütün insanlığı kuşatması Milli Görüş Hareketi için ?bütün insanlığın saadeti? yani Yeni Bir Dünya çalışmalarının zeminini oluşturur.

Şimdi sorunuzun cevabına gelelim:

Türkiye özelinde modernleşmenin bir sonucu olarak anlamını yitirmeye yüz tutan İslam Birliği kavramı temel ilkeleri olan Lider, Gaye Birliği, İnanmışlık ve Birlik dikkate alınarak Prof. Dr. Necmettin Erbakan tarafından yeniden inşa edilmiştir. Bu inşa süreci elbette klasik kavramlar üzerinden yapılmamıştır. Felsefi olarak da klasik kavramlar üzerinde yapılmasını beklemek mümkün değildir. Çünkü İslam coğrafyası temel idrak biçimlerini kaybetmiş veya yenileyememiştir. Her lider kendi çağının gerekliliklerini üzerinde taşır. Bu durum Erbakan düşüncesinde Ümmet kavramını yeniden inşa sürecinde en belirleyici yön olmuştur. Ümmet fikrinin üzerine kurulmuş olduğu saç ayaklarından LİDER yerine LİDER ÜLKE, Mutlak birlik yerine İslam Ülkeleri Birliği terkipleri tamamen modern dönemin şartları ile alakalıdır. Ümmet fikrinde değişmeyen saç ayakları ise Gaye ve İnanmışlık fikirleridir.

Dolayısı ile Türkiye özelinde Erbakan tarafından yeniden inşa edilen İslam Birliği fikri modernleşmenin zaruri bir sonucu olarak Lider Ülke fikrini ve İslam Birliği Teşkilatını doğurmuştur. İlerde de değineceğimiz üzere bu iki fikri terkip Milli Görüş hareketi içerisinde Adil Düzen dolayısı ile Yeniden Büyük Türkiye´nin ve D-8 projelerinin dolayısı ile İttihat-ı İslam fikrinin çıkmasına zemin olmuştur.

Adil Düzen teorisinin gaye nedeni Yeniden Büyük Türkiye fikrinin tesisidir. Yeniden Büyük Türkiye fikri bir milliyetçilik üzerine kurgulanmış cümle değildir. Klasik dönemde ümmet kavramının içerdiği İMAM yani LİDER fikrinin artık sistemlere devredilmesi böylece sistem kurucularının devletler olduğundan hareketle ortaya çıkmış bir durumdur. Yeniden Büyük Türkiye demek İslam Birliğine geçişte geçici bir liderliği ifade eder. D-8 ise İttihat-ı İslam´ın motor gücü olacak sistemin adıdır. Ancak D-8 sadece İslam toplumlarını hedefleyen bir proje olmanın ötesinde bütün insanlığın saadetini hedefleyen bir projedir. D-8 projesi için ümmet kavramı teknik anlamda bütün insanlığı kuşatır.

 

  1. Rahmetli Erbakan Hocanın İran İslam Cumhuriyeti´nde yapmış olduğu bir konuşmada ?Milli Görüş İran´da iktidarda, Türkiye´de ise muhalefette? diyor.  Üstelik rahmetli Hocanın bu konuşmayı yaptığı dönemde Ak Parti iktidarda. Kudüs TV´de defalarca yayımlanan bu ifadeler için ne dersiniz?

Müsaade ederseniz cevabıma İran´da olan son olayları değerlendirerek başlamak istiyorum. Çünkü bu olayların doğru değerlendirilmesi bizleri rahmetli Hocamın bu veciz cümlesinin manasına ulaştıracaktır.

Efendim

Ortadoğu özelinde son aylarda olan olayları dikkate aldığımızda şunları söylemek mümkündür. Bugün İran´da ortaya konulmaya çalışılan senaryo, öncesinde Irak´ta ve Suriye´de ortaya konulan senaryonun bir benzeridir. Yakın geçmişte Türkiye´de de ortaya konulmaya çalışılan bu tür kalkışma ve kargaşa olayları İran´da sahnelenmek istenmektedir. Bu tür olaylar herhangi bir ülkede başlayabilir ancak İran´da olan bu olaylar İran´da başlasa da İran nihayet değil bir evreye işaret etmektedir. Hepimiz bilmekteyiz ki temel hedef İslam dünyasının yok edilmesidir. Dikkat edin bölünmesi değil, artık yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğumuzun bilincinde olmamız gerekmektedir.

İran´da son günlerde olan olayları birkaç yönden değerlendirmek gerekiyor. Birinci yön; olası bir mezhep savaşının köşe taşları döşenmektedir. Suudi Arabistan´da oluşması muhtemel bir kral değişikliğinin ön şartı, -anlaşıldığı kadarıyla- Suudi Arabistan eli ile bir mezhep savaşının çıkarılmasıdır. Bu yüzden ne yazık ki Suudi Arabistan idaresi; Yemen´de başlatmış olduğu savaş pratiklerini, kısa vadede Lübnan, Bahreyn ve buna bağlı olarak İran´a taşıma gayreti içerisine girmiştir. Lübnan Başbakanı Hariri´nin Suudi Arabistan´da meşkûk bir şekilde istifa ettirilmesi bu bağlamda okunulmalıdır.

İkinci yön; İran devrimin ekonomik ve eğitim açısından istenilen başarıyı verememesi ve devlet gücünün bir erkin elinde kümelenmesidir. Bu durum toplumda basınç noktaları oluşturmakta, buna bağlı olarak da meşru talepler ve organizeler süreç içerisinde müesses nizam tarafından kullanışlı bir karıştırma aracına dönüşmektedir.

Üçüncü yön ise; bir çözüme işaret ediyor. İran ve Türkiye olası bir mezhep savaşının önüne geçme adına kendi iç problemlerini buna bağlı olarak Suriye ve Irak´ın temel problemlerinin çözümünde bir ön almak zorundadır. Her iki ülke idarecilerinin sorması gereken soru; coğrafyamızın asli problemlerine birlikte ne gibi çözümler sunulabileceğimizdir? Bunun gayreti içerisinde olmak gerekiyor. Olası bir vekâlet savaşının önüne geçmek ve Müslümanların kendi iç çekişmelerinin hızlı bir şekilde çözümlenmesine katkı sağlamak gerekiyor. Bugün İran-Türkiye sınırına 144 km duvar örülmüş, bu duvar pek hayra alamet değildir. Anlaşılan dış mihraklar İran için bu yaz bazı planlar yapıyor, o yüzden ön almak ve süreci tersine çevirmek zorundayız, yoksa İran´dan sonra meselenin Türkiye olduğu artık aşikâr.

Önceki sorunuzda ifade ettiğimiz mezhep, meşrep, dil, din ayrımı yapmaksızın bir İslam Birliği kavramının İran´ın sadece içinde olduğu değil İran´ın kurucu unsuru olduğu bir sistemin oluşturulmasıdır ki İran bu noktada belirli bir mesafe almıştır. İşte Hocamın dikkat çektiği mesele de budur. Bu bağlamda milliyetçiliğin herhangi bir türünü içeren ifadelerden şiddetle kaçınmalıyız. Müslüman kimliğini en belirgin ve en üst kimlik olarak kabul etmeli ve problemlerimizin çözümünü batılı ülkelerin başkentlerinde değil; Tahran´da Ankara´da Şam´da, Beyrut´a, Kahire´de ve Riyad´da aramalıyız.

 

  1. Kudüs sorunu konusunda çok sert tepkiler veren ve yaptığı güzel konuşmalar ile sadece Türkiye´de değil, İslam dünyasında Kudüs davasının hamisi gibi görülen Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan´ın gayrı meşru işgalci İsrail devleti ile ilişkiler konusunda somut hiçbir adım atmadığına dair iddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Kudüs konusunda bu kadar duyarlı iken Ak Parti iktidarını işgalci İsrail ile diplomatik ve ticari ilişkilere mecbur eden şey ne olabilir?

Bakın ne güzel söylediniz ?gibi görülen? ne demek; gibi görülen aslında olmayan ancak algı operasyonları ile olur gibi görünen demek. Yani bir yanılsama var. Bir kandırmaca var. Ne yaptılar! Sert tepki verdiler. Tamam da ne yaptılar, ne tepkisi verdiler. Yahu verdikleri tek şey Kudüs´ün yarısı? Hatırlayın malum açıklamayı? Doğu Kudüs Filistin´in başkentidir. Ne demek sadece Doğu Kudüs Filistin´in başkentidir. Bu açıklamanın ABD´nin açıklamasından ne farkı var. ABD elçiliğini Batı Kudüs´e taşısa karşı çıkmayacak mıyız? Bizler Saadet Partisi olarak Kudüs´ü ne doğu ne batı olarak tanımlamayı kabul etmiyoruz. Her kim bunu kabul ediyor ise de reddediyoruz. Kudüs batısı ile doğusu ile Kudüs´tür. Ve Kudüs her yönü ile her metre karesi ile her taşı ile Bağımsız Filistin Devletinin başkentidir. Kudüs İslam´ındır. İslam´ın batısı doğusu olmaz.  Bakın şu anda tarih verdiler, 14 Mart diye, soruyorum ne yapacaklar? Yapamazlar çünkü kendi selametleri başkalarının elinde? Kendi varlıkları başkalarına bağlı olanlar başkalarına tabi olmak zorundadır. Ben umut var değilim daha ötesi gerçek bir hamleyi de yapabilecek bir iktidar göremiyorum. Söze değil eyleme bakarsanız ne kadar haklı olduğumuzu sizlerde anlarsınız.

 

  1. Saadet Partisi´nin siyasi geleceğini nasıl görüyorsunuz? 2019 seçimlerinde oy oranlarınızda ciddi bir artış bekliyor musunuz? Milli Görüş´ün doğal tabanı olan İslami cemaat ve STK´lar ile ilişkileriniz nasıl? Önümüzdeki dönemde bu konuda farklı bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?

İnsanoğlu yaşamının doğal uzanımı ekonomi ve iktisadi hayattır. İktisadi hayatın üretime dayalı olması doğal olandır. Üretim olmaksızın gerçeğe dayalı bir ekonominin oluşması imkânsızdır. Faizin yer bulmayacağı, hakkaniyetin gözetildiği, insanca yaşantının var olduğu bir Türkiye, Saadet Partisi için hayal değil gerçektir. ?Yeniden Büyük Türkiye´´ dediğimiz Türkiye´nin yeniden inşası öncelikli olarak üreten, kazanç-emek dengesinin sağlandığı fıtri erdemler üzerine kurulacaktır. Umutsuzluğa alışmamak, fakirliği ve sömürüyü reddetmek en doğal insani haktır.

Unutulmamalıdır ki Türkiye her metrekaresi ile hepimizindir ve Yeniden Büyük Türkiye´yi inşa ederken küstürecek ne bir ferdimiz; atıl bırakılacak ne bir kaynağımız, ötekileştirilecek ne bir vatandaşımız ve terk edilecek ne bir metrekare toprağımız vardır. Yeniden Büyük Türkiye´yi Saadet Partisi´nin öncülüğünde bütün Türkiye ile birlikte kurmak ve gelecek nesillere emanet etmek zorundayız. Yeniden Büyük Türkiye´nin temel tanımlamasında; Köklü Bir Türkiye, Bireysel Özgürlüğün Hâkim Olduğu Bir Türkiye, Tam Bağımsız Türkiye, Müreffeh ve Hakça Yaşantının Var Olduğu Bir Türkiye, Öncü Bir Türkiye, Güçlü Bir Türkiye, Ötekisi Olmayan Bir Türkiye, Geleceğin Zihin Ufkunu Belirleyen ve Dayanışmacı Bir Toplumu Önceleyen Bir Türkiye yer almalıdır.

Şimdi sorumuz şu; bunu kim sağlayacak. Bunu kim sağlama kapasitesine sahiptir. Bu gün yahut yarın yahut yarından da yakın gelecek öyle ya da böyle SAADET İLE GELECEK. Buna inancımız tam, süreç bizi haklı çıkarmaya başladı ve ümidimizin her zamankinden daha diri ve daha zinde olduğunu bilmenizi isteriz.

 

(Bu görüşme Davut Güler, Feakar Kızmaz, Ramazan Deveci, Bülent Acun ve Ramazan Boluk tarafından, Saadet Partisi İstanbul İl Başkalığı´na yapılan bir nezaket ziyaretinde gerçekleşmiştir.)