Tarih: 10.08.2020 17:31

Romantik Uykulardan Uyanmaya Cesaret Etmek

Facebook Twitter Linked-in

Yeryüzünün doğal kaynaklarını hunharca tüketen endüstriyel uygarlık-barbarlık, ekonomik büyüme, aşırı tüketim ve maddi refah ideolojisini putlaştırarak, bütün insani anlam/değer ve bilgelik sistemlerini de pervasızca, sorumsuzca değersizleştirdi, bencilliği mutlaklaştıran kapitalizm yoluyla ahlakdışı bir dünya oluşturdu. Sanayi Devrimi ile başlayan büyüme ve gelişme süreçleri, soğuk ideolojik gerçeklik yoluyla yeryüzünün biyo çeşitliliğini yok eden, yeryüzünün iklim dengesini bozan, iklim anomalilerini çoğaltan, insanı yıkıcı bir güce dönüştüren, akla, ahlaka, vicdana, merhamete ve Batı dışı medeniyetlere saldıran bir uygarlık oluşturdu.

Ahlaki sorumluluklara, bilinç/bilgelik ilgisine yer bırakmayan pragmatik dünya görüşü, nicel başarıları mutlaklaştırarak, her alanda niteliğin çöküşüne zemin hazırladı. Bu nedenledir ki, günümüz insanının sağlık ve bireysel refah dışında hiçbir amacı bulunmuyor. Ahlakın hiç konuşmadığı, konuşturulmadığı bir dünyada ve zamanda yaşıyoruz. Hangi alanda olursa olsun pragmatik tercihler ahlaki olan her şeyi etkisiz kılıyor. Piyasa toplumunda, toplumlarında bugün her şey bütün değerler-kutsallar satılabilir değerlere-kutsallara dönüştürülmüştür.

Günümüz dünyasında, maalesef İslam dünyası toplumlarında da, tarihin acımasız rasyonalitesi, hakikati çarptırıyor, gerçekleri çıkarlar, iktidar ihtirasları doğrultusunda dönüştürüyor. Toplumlar/kültürler/siyaset, tarihin bu acımasız rasyonalitesi doğrultusunda konumlandırıldığı için, toplumlar hakikat ikliminden uzaklaşıyor. Hayatın her alanında doktriner/ideolojik ölçütler kullanıldığı için, ahlaki ölçütler otoritesini yitiriyor. Ahlaki ölçütler marjinalleştirildiği için herkes, her topluluk, her akım, her hareket, parti-politika vb. sadece kendi saatlerinin doğru gösterdiğine inanıyor.

Batı dünyası, kendi kültürünü mutlak bir referans olarak dayattığı, dayatabildiği, bu dayatmalara gerekli cevaplar verilemediği için, İslam toplumlarında bütün kültürler çok ciddi bir biçimde yoksullaşıyor, can ve kan kaybediyor. Bu yoksulluk sebebiyle İslam toplumları kendi İslami referanslarını onurla sahiplenemiyor.

Modern tarihin son yüzyıllarını, Avrupa, özellikle de Fransız entelektüel-kültürel-felsefi etkisi altında geçiren Türkiye’de, sözünü ettiğimiz sömürgecilik, otorite ve meşruiyetini sürdürdüğü için, düşünsel/kültürel/siyasal hayat hiçbir şekilde, İslami referansların otorite ve meşruiyetlerini telaffuz etmeye, Batılı hukuk/ekonomi/siyaset sistemini sorgulayarak, İslami hukuk/ekonomi/siyaset sistemini kamusal gündeme getirmeye cesaret edemiyor. Bu nedenle de Fransız entelektüel sömürgeciliği bütün boyutlarıyla düşünsel/kültürel hayatta etkisini sürdürürken, bu sömürgeciliği ancak hamaset diliyle reddetmeye çalışıyoruz.

Yıllardır, toplumlarımızda, hiçlik, hamasetin himayesi altında varlığını ve mevcudiyetini sürdürüyor. İktidar ve istikbar ayrıcalıklarını sürdürebilmek için, toplumlarımızda, hamaset yoluyla kitlelerin bilinci sömürgeleştiriliyor. Hamaset alanı, toplumlarımızda düşüncesiz duygusallıklarla büyülenen kadroların ve kitlelerin sığınağı haline gelmiştir. Hamaset alanı, toplumlarımızda, yalnızca duygusal ilgileri ve duygusal yoğunlukları harekete geçirebilmektedir. Hamaset alanında, propaganda, kitlelerin zihin dünyalarını, düşünme/anlama/yorumlama ve gözlem yeteneklerini dumura uğratıyor. Müslüman kadrolar ve kitleler, hamaset alanının düşüncesiz duygusallıklarıyla bütünleştikleri için, hiç kimse, aziz İslam’ın, kuramsal-kavramsal-kurumsal etkinliğinin yok edilerek, nasıl söylemsel ve soyut bir etkinliğe dönüştüğünü/dönüştürüldüğünü soramıyor, tartışamıyor. İslamı kuramsal-kavramsal-kurumsal boyutları ve bütünlüğü içerisinde, ancak söylemsel düzlemde konuşan/konuşabilen toplumların medeniyet tasavvurları da maalesef söylemsel düzlemde kalıyor. Ulus-devlet kutsalları, kavram, kurum ve pratikleriyle bütünleşen toplumların hiçbir şekilde İslam medeniyetinden söz edemeyeceleri her nasılsa hiç düşünülmüyor, hatırlanmıyor, merak edilmiyor. Müslümanlar olarak bugün, taşıdığımız, İslami fikirlerimizin, düşüncelerimizin ve yorumlarımızın hayatın hizmetinde olmadığını, hayatı dönüştürebilecek bir işleve sahip olmadığını derin bir mahcubiyetle/teessürle hatırlamamız gerekir. İslami düşüncelerimiz, fikirlerimiz, entelektüel sömürgecilik ve Batılı kurgular karşısında, savunmasızdır. Ne doğulu ne de batılı olabilen, ne kendisi kalabilen yersizyurtsuz, aidiyetsiz olan toplumlarımızın aidiyetleri sembolik aidiyet biçimlerinin sınırlarını aşamıyor. Ne batılı olabilen, ne kendisi kalabilen toplumlar, Türkiye’de yaşadığımız üzere, kimi dönemlerde ideolojik-seküler bir paranoyaya, kimi dönemlerde de sağ-muhafazakar bir paranoyaya maruz kalıyor, maruz bırakılıyor. Bir toplumun ideolojik-seküler, sağ-muhafafazakar ikili karşıtlığa dayalı bir paranoyaya hapsedilmesi, ilgili toplum için sağlıklı bir gelecek düşünülemeyeceğine işaret eder. Paranoyalar düşüncesiz hayatlar oluşturur. Entelektüel sömürgecilikle hesaplaşmayan bir toplum ve kültür, hiçliğin sınırlarını aşamaz, özgürlüğü hak edemez. Bugün, Türkiye’de ideolojik-seküler kesimlerinde, sağ-muhafazakar kesimlerinde entelektüel sömürgecilikle hesaplaşmak gibi bir kaygıları-sorumlulukları ve gündemleri yoktur, hiç olmamıştır. Bu nedenledir ki, bugün, İslami düşünce hayatının radikal fikirleri sadece bir nostalji konusu olarak konuşuluyor. Bugün, romantik/ölçüsüz idealizmlerimiz sebebiyle, ölümcül sessizlikler-suskunluklar yaşanıyor, ölümcül yanılsamalarla, hayal kırıklıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemiyoruz. Romantik, ölçüsüz idealizmlerimiz, fanatizmlerimiz, düşünsel/kültürel/ahlaki sağlığımızı yitirdiğimizi gösterir.

Geçmişi nostaljiye, geleceği kehanete havale ederek, kendi zamanımızın sorumluluklarından, kendi zamanımızın bilincinden kaçamayız.

Bilinçsizlik, daimi hiçliktir.

İslam toplumlarında, Türkiye’de de tecrübe edildiği üzere, yaşanan İslami bilincin derin çöküşü sebebiyle, Müslüman aydınlar, düşünürler vb. yeni fikirler ve projeler arayışına son vererek, ulus-devlet’e razı olan, devlet muhafazakarlığı ile iktifa eden, devlet muhafazakarlığına ikna edilen bir din algısı ve dindarlık pratiğiyle uzlaşmış bulunuyor. Bu durum, İslamın entelektüel otorite ve meşruiyetini kaybetmesiyle ilgili olabileceği gibi, İslami entelektüel dünyanın, entelektüel birikiminin, donanımının, teçhizatının ve cesaretinin yetersizliği ile de ilgili olabilir.

İslam’ın maruz kaldığı, maruz bırakıldığı entelektüel otorite-meşruiyet kaybı sebebiyle, bugün, dünyayı, tarihi, hayatı ve olayları İslami temelde yorumlayamıyor, İslami bir dünyanın nasıl mümkün olabileceğini konuşamıyor/tartışamıyoruz. Bütün bu nedenlerle bugün, gündemimizin merkezinde İslam’ın ontolojik ve epistemolojik otoritesinin yeniden inşası konusu maalesef yer almıyor. İslamı geçmişe/nostaljiye hapsettiğimiz için, bugün ve gelecek için sorumluluk alma ihtiyacı duymuyoruz.

Aziz İslam, siyasal bilinç, siyasal varoluş, siyasal mücadele/meşruiyet/mevcudiyet alanında dışlandığı için, bugün siyasal İslam ailesinden/dayanışmasından ve İslam’ın siyasal geleceğinden söz edemiyoruz. Bir diğer yanda, gerçek böyleyken, sağ-milliyetçi-mukaddesatçı-muhafazakar kadroların, kapitalist-seküler-liberal bir düzenin sınırları ve yasaları içerisinde sahip oldukları politik iktidarın, “siyasal İslam’ın iktidarı” olarak tanımlanması gibi çok büyük bir garabetle karşı karşıya bulunuyoruz.

Aziz İslam, tarihte, ilk mağlubiyeti kendi geleneği karşısında yaşadı. Bu mağlubiyeti, daha sonra entelektüel sömürgeci-kolonyalist tarih karşısında yaşanan mağlubiyet takip etti. Şimdi ise, ulus-devlet karşısında bir başka mağlubiyet yaşıyoruz. Geçmişe hamaset ufkundan bakan bir tarih yaklaşımı, bu mağlubiyetlerle ilgili hiçbir çözümleme ve hesaplaşma yapamaz. Çünkü, bu tarih yaklaşımı sözü geçen mağlubiyetlerin farkında ve bilincinde değildir. Bu yenilgilerin farkında ve bilincinde olan bir kültür, bugün, çok daha dikkatli-temkinli-ölçülü bir iyimserlik içerisinde olacaktı.

İslam dünyası toplumlarında, düşünce/kültür/ilahiyat/sanat/edebiyat hayatı, entelektüel sömürge durumunu aşma iradesi gösteremediği için, İslami otorite ve meşruiyetin yeniden inşası konusunda, entelektüel anlamda bağımsız bir ortam-zemin-iklim ve kamuoyu oluşturamıyor. Bu nedenle de, İslami düşünce/kültür/ilahiyat/sanat-edebiyat hayatı, İslami bir toplumun-sistemin-dünyanın-tarihi nasıl tasavvur edilebileceğini bilmiyor, bunu bilmediği için de ötedenberi sürdüregeldiği teslimiyetçiliği tahkim ederek, mevcut durumun, ulus-devletin edilgen bir parçası konumunu sürdürüyor. İslami bir toplum fikrine entelektüel anlamda bir itibar kazandıramadığımız için, böyle bir fikir, bugünün dünyasında karanlık bir tehdit gibi algılanıyor. Bunun içindir ki bugün, İslam dünyası toplumları kapitalist/neoliberal kuşatma/işgal/istila karşısında, küresel bir edilgenlik ve şeyleşme ile sınanıyor. İslami anlamda siyasal bir fail olarak kendimizi gerçekleştiremiyor, geçmişi eleştirel bir bilinçle gözden geçiremiyoruz. Bu tür bir çabaya ihtiyaç duymadığımız için, Müslümanlar olarak, galiplerin, müstekbirlerin dünya görüşleriyle, siyasal modelleriyle travmatik edilgenlikler içerisinde, dayatılan uzlaşmalarla varlığımızı sürdürmeye çalışıyoruz.

Yahudi Soykırımının anıları, Avrupa ve Amerikada birleştirici politik bir söylem/dil/siyaset oluşturarak, çoğulculuk, insan hakları ve liberal demokasi dilini mutlaklaştırdı. Ancak, burada sözü geçen çoğulculuk insan hakları Müslüman halkları/toplumları içermiyor. Batılılar Yahudi soykırımından yola çıkarak, soykırım anılarından birleştirici bir siyaset/dünya görüşü oluştururken, İslam toplumları, maruz kaldıkları eşi/benzeri görülmeyen emperyalist-ırkçı işgal/istila/yıkım/soykırım/kitlesel muhaceret/kitlesel mülksüzleşme gibi çok uzun, çok derin ızdırap/acı/mahrumiyet/mağlubiyet dönemlerine rağmen, siyasal bir birlik ve ortak aidiyet için bir türlü harekete geçemiyor. İslam siyasal birliğinin sağlanması demek, emperyal tahakküm süreçlerinin sone ermesi demek olacaktı. İslam dünyası ülkelerinde, siyasal iktidarlar, Müslüman halkların maruz kaldıkları acı ve ızdırapları, mağlupların ve madunların umutlarını hayasızca istismar etmeye devam ediyor. İslamın siyasal birliği, ulusal-etnik-mezhepçi bencillikler ve sembolik/biçimsel bağımsızlıklar sebebiyle gündeme getirilemiyor. Bugün, İslam siyasal birliğinin gerçeğe dönüşmesi, uzak geleceğe ait bir düş gibi algılanıyor.

İslam toplumlarında bugün, ortak özgürlük, ortak iyilik ve ortak bağımsızlık bilincinin sıcak ve ahlaki aklının yerini, soğuk ve oportünist akıllı, bencil karşıtlıkların aklı almıştır.

İslam toplumlarında toplumsal varoluşun yenilenmesini başaramadığımız için, İslam toplumlarını her alanda etksizi kılan yapısal edilgenlik ve bağımlılıklarla yüzleşemiyoruz. Hayatlarımızı İslami bilincin ve sorumluluğun belirlediği doğrultuda değilde, hesapçı rasyonelliklere dayalı gündelik varoluşlar içerisinde geçirdiğimiz için, gerek bireysel anlamda gereksel toplumsal ve siyasal anlamda egoizmlerin sınırlarını aşamıyor, İslam siyasal birliğinin, İslam siyasal modelinin ufkunu açabilecek çalışmalar yapamıyoruz. İslam ülkesi olarak tanımlanan her ülke, kendi egoizmlerini ve fanatizmlerini tahkim etmek üzere İslam’ı pervasızca kullanıyor. Karşılıklı anlayış ve müsamaha kültürünü kaybettiğimiz için katılıkları aşamıyoruz.

İslam toplumlarında, Türkiye’de de, büyük sayılara ve büyük niceliklere dayalı meşruiyet biçimleri ve yaklaşımı nitelikleri, niteliklere ilişkin bilinci bütünüyle yok ediyor. Büyük cemaatler, akımlar, hareketler, partiler büyük sayılara/niceliklere/maddi imkanlara/zenginliklere sahip olmakla iftihar ederken, hiçbir cemaat, akım, hareket, parti vb. bir tek düşünce adamı, fikir adamı, filozof, büyük zihin yetiştiremiyor. Bu anlamda çok bir bir yoksulluk ve yoksunluk yaşandığı halde, bu utanç verici, yüz kızartıcı yoksunluk ve yoksulluk hiç kimseyi rahatsız etmiyor. Bu yoksulluk ve yoksunluk sebebiyle, bugün, toplumlarımızda, entelektüel sömürgecilikle mücadele edebilecek nitelikte kadrolara sahip bulunmuyoruz. Büyük sayılar, nicelikler, romantik sembollere dayalı heyecanlar/duygular yaşadıkları için, entelektüel sömürgeciliğin ne demek olduğunu, ne anlama geldiğini asla bilmiyor. Bu bilinçsizlik, niteliksizlik, dini popülizm ve politik popülizm hareketlerine güç ve hayatiyet kazandırıyor.

Yeni zamanlar için yeni ve büyük zihinler, yeni ve özgün düşünceler, yeni ve çözümleyici yorumlar gerekiyor. Kayıtsızlık suikastine maruz kalmayı göze alarak, kalıplaşmış düşünceleri rahatsız etmeye cesaret etmek, romantik uykulardan uyanmaya cesaret etmek gerekiyor. Günümüzde toplumlarımızda, Müslümanlar olarak ortak anlamlara, ortak amaçlara, ortak bilgelik ve niteliklere yabancılaştığımız için, bencillikler, bağnazlıklar, partizanlıklar, katılıklar, karşıtlıklar, faşizan eğilimler, maçoluklar toplumsallaşıyor. Bu süreç, Müslüman bireyleri açıkça çok değersizleştiriyor. Hiç’lik, sözünü ettiğimiz değersizleşme ile başlıyor. Bu şartlar içerisinde, zor kazanılan entelektüel ve ahlaki bağımsızlığın ayrıcalığı ve onuru için her tür fedakarlığı üstlenmek hayati önemi olan bir konu haline gelmiştir. Entelektüel ve ahlaki bağımsızlığın, onurun anlamı, etkisi, kamusal alanda hissedilmediği için, eleştirel fırtınalar yaşanması gerekirken, zihinsel planda bugün yaprak bile kımıldamıyor.

Etnik homojenliklerin belirleyici olduğu, etnik homojenliklerin takdir ve tebcil edildiği toplumlarda büyük kültürlerin, büyük kültürel süreçlerin, büyük medeniyetlerin gelişmediği bilinen gerçeklerdir. Yerli-milli bir zeminde, yerli ve milli bir çerçeve içerisinde İslami anlamda bir medeniyet tasavvur edilemez. Her ulus-devlet kendi kendisini kutsayan milliyetçi bir kültür ve tarih uydurduğu için, halklar hiçbir zaman gerçek bir insalık-dünya tarihi bilinci-ufku-ahlakı kazanamazlar. Yerli-milli sınırların ötesini göremeyen bir zihniyet-yaklaşım, tarihi ve dünyayı doğru kavrayamaz.

Yerli-milli bir “din” algısıyla etnik-mezhepçi sınırların ötesi görülemiyor. Yerli-milli bir “din” algısıyla çarpık/yanlı/yanlış/bencil/pragmatik hikayelerle, hamasi bir ufuk oluşturuluyor. Bu ufuk sebebiyle, bu sorunluk ufuk sebebiyle, bugün, İslam toplumları, bu toplumlarda etkin olan düşünce/kültür/sanat-edebiyat/ilahiyat hayatı, İslam toplumlarının entelektüel/felsefi/ideolojik bir sömürge durumuyla malûl olduğunu gereği kadar idrak edemiyor. Bu durumu idrak edemediği için de bu durumu aşmak üzere bir irade ortaya koyamıyor. Dışsal/yabancı bir gerçeklik/otorite tarafından dayatılan entelektüel sömürge durumuna maruz kalmak, vesayet altnda yaşamaya devam etmek demektir. Vesayet altında buunmak rüşt sahibi olamamak anlamı taşır.

İslam dünyası toplumlarının, maruz kaldıkları kronik entelektüel/felsefi/ideolojik sömürge durumunu fark ederek, acilen ve bütün boyutlarıyla bu durumla hesaplaşmaları gerekiyor. İslami düşünce/kültür/sanat-edebiyat ve ilahiyat hayatının, İslamın, küresel bir seçenek olarak gerçek anlamda konuşulabilmesi için, karşı karşıya bulunduğumuz yanılsamalar, sorunlar, zaaflar ve yenilgileri, bunların nedenlerini özeleştirel bir tartışma konusu yapması zorunludur. Böyle bir çalışma/tartışma/özeleştiri yapılmadığı/gelenekçi/görenekçi politik kadrolar tarafından her durumda araşsallaştırılabilecek, istismar edilebilecektir.

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —