Tarih: 15.08.2020 06:52

Rejime Dönük Tehditler Sona Erdi

Facebook Twitter Linked-in

Rejim kavramı geniş bir yelpazede kullanılır. Rejim kavramını bu yazıda siyasi/hukuki düzene yakın bir anlamda, yani devletin anayasa ile belirlenmiş, değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez temel ilkeleri ve bu ilkelerin ana çerçevesini çizdiği devlet anlamında kullanacağım. Başkanlık sistemi, yarı başkanlık sistemi, parlamenter sistem gibi şekil değişiklikleri bu yazıdaki rejimin anlam kapsamı içinde değildir.

Cumhuriyetin bidayesinden 2000’li yıllara kadar devletin temel ilkelerine karşı toplumda iki kesimden itiraz vardı. Bu itirazlar, devletin temel ilkelerine yönelik olduğu için rejime bir itiraz olarak algılanıyor ve rejim sorunu olarak tanımlanıyordu. Çünkü itirazın öncüleri, devletin temel ilkelerini felsefesiyle birlikte değiştirip onun yerine bambaşka bir anayasal sistemi ikame etmek istiyordu.

Bu itirazlardan biri, dindar tabandan yükseliyor, dini esaslara dayalı bir devlet modelini öngörüyordu. Osmanlı devleti içinde örgütlenen elit bir kesimin birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı bakiyesi üzerinde Batı dünyasından copy-paste yöntemiyle kurduğu rejime karşı çıkan bir kesimin varlığı ve ilk zamanlarda yer yer fiili ve silahlı direnişi, sonrasında da düşünsel mukavemeti, devlet açısından din temelli bir rejim tehdidini diri tuttu, ‘Türkiye Cumhuriyetini yıkmak, yerine şeriat devleti kurmak’ gibi suç tanımları hukuka girdi ve bununla ilgili önemli ceza yasaları öngörüldü, çok sayıda insan bu ceza kanunlarına göre yargılandı, cezaevine girdi, idam edildi.

İkinci itiraz, 1917’de Rusya’da gerçekleşen sosyalizm devrimiyle şekillenen komünizm veya sosyalizm tehdidiydi. Bu düşüncenin öncüleri de devletin temel ilkelerini felsefesiyle birlikte değiştirmek ve sosyalizme dayalı bir devlet inşa etmek istiyordu. Dindar kesimden yükselen esaslı itirazlara karşı geliştirilen yöntem ve tedbirlerin bir benzeri onlar içinde uygulandı. Ceza yasaları, yargılamalar, işkenceler, idamlar hırla gitti.

Milli Güvenlik Kurulu’nun, MİT’in, Genel Kurmay’ın, Jandarma’nın ve emniyetin arşivleri bu iki tehdit alanıyla ilgili belge, bilgi ve kararlar ile dopdolu durmaktadır.

Cumhuriyetin birinci yüzyılının son çeyreğine girerken rejim açısından tehdit olarak algılanan ve sosyolojik olarak mütedeyyin-muhafazakar kesimden çıkan bir parti iktidar oldu. İktidar olması beklenmeyen, iktidar olsa bile uzun ömürlü olamayacağı öngörülen bu parti, cumhuriyetin son çeyreğinin tümünde iktidarını sürdürme ve bu zaman dilimine damgasını vurma başarısını gösterdi.

Devletin temel niteliklerini değiştireceği varsayılan AK Parti, öngörülenin aksine cumhuriyet boyunca çevreye itilen mütedeyyin-muhafazakar kesimi çevreden merkeze taşıyarak onları muteriz pozisyonundan devleti yönetme konumuna taşıdı. AK Parti’nin devletin temel niteliklerini değiştirmeden özgürlük ve demokrasi çerçevesinde dini alana ve dindarlara kamusal alanda ve devlet içinde alan açma politikası, dindarların bu değişime hızla uyum sağlamasına olanak sağladı. Bu süreç sonunda devletin temel ilkelerine itirazlar devlete sahiplenmeye, muterizler de sahip olmaya evrildi.

Bu değişimler sonucu cumhuriyetin birinci yüzyılının sonuna yaklaştığımızda dinden ve dini kesimin bir kısmından kaynaklı rejim tehdidi sona erdi. Artık din ve dindar kesim, rejim için bir tehdit değildir. Tehdit olmadığı gibi, devleti temel ilkeleriyle sahiplenme konumuna geçmiştir.

Bu sürece entegre olmayan çok az dindar bir kesimden söz edilebilir. Onlar da iktidardakilerle değer yakınlığından ve de dindar kesime özgürlük sağlanmasından dolayı muterizlik özelliklerini belirgin bir şekilde açığa çıkaramamıştır. Zira bu türden itirazlara toplumsal bir karşılık bulma imkanı da zayıflamıştır. AK Parti iktidarıyla birlikte tedricen dindar kesimdeki devrimci itirazların toplumsal karşılığı hızla erimeye başlamış ve dibe vurmuştur.

Sonuç: Seksen yıl boyunca bir miktar var olan ama devlet tarafından abartılan rejim tehdidi sona ermiştir. Yani din ve dindarlar tarafından olan rejim tehdidi sona ermiştir. Dolaysıyla dindarlar tarafından rejime bir tehdidin olduğuna inananların tümünün, AK Parti’ye büyük bir şükran borçları vardır.

Din ve dindarlar rejim için tehdit olmaktan çıktığına göre yakında şeriat partisi de kurulabilir; komünist partisinin kurulduğu gibi. Tehdit bittiğine göre, şeriat partisinin varlığı da artık bir tehdit değil, demokratik bir zenginlik sayılabilir, özgürlüğün alameti farikası kabul edilebilir.

Sosyalistlere gelince... Esasen Sovyetler’in çökmesiyle sosyalizm tehdidi sona erdi. 90’lı yıllardan itibaren sosyalistlerden gelen rejim tehdidi ortadan kalktı. Entellektüel düzeyde küçük bir azınlığın varlığı tehdit olarak algılanmaz haliyle. Bu nedenle 1992’de Sosyalist Türkiye Partisi’nin ve 2001’de de Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluşuna izin verildi. Komünizm tehdidi yoksa, komünist partinin varlığı devlet için özgürlük aksesuarı, komünistler için de eski bir geleneği sürdürme çabasıdır.

Peki rejim sorununun bitmesi olumlu bir gelişme mi olumsuz bir gelişme mi? Herkesin durduğu yere, baktığı zaviyeye göre değişir. Bu konuyu değerlendirmek, bu yazının konusu değildir ama mevzunun ak ve kara şeklinde ele alınmasının çok doğru olmadığı kanısındayım.

Kürd sorununu rejim tehdidi kapsamında değerlendirmeye almamam, konu açısından bir eksiklik olarak görülebilir. Kürd sorununu, ayrı bir kategoride gördüğüm için burada ele almadım; ayrı bir yazıda ona değineceğim. Zira Kürd sorunu, ideolojik bir sorun değildir. Daha çok devletin üniter yapısıyla alakalıdır. Kürd sorununa öncülük etmede baskın olanların, rejimin temel felsefesiyle sorunu olmadığı gibi aynı paralelde olduğu söylenebilir.

Türkiye’deki değişimin konjonktürel olduğunu, AK Parti iktidardan gidince eskiye dönüleceğini savunanlar olabilir. Bu konu, müstakil bir yazıya ihtiyaç duymaktadır.

UFKUMUZ HABER




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —