“Bu ne iki yüzlülüktür. Gazze ve Filistin’de evler ve insanlar topluca yok edilirken nasıl demokrasiden, insan haklarından bahsedebilirsiniz?”
İsrail’in Gazze ablukasını kırmak için limanlarından Sumud filosu gemilerinin demir almasına izin verip bu cesur eylemi resmen benimseyen nadir ülkelerden biri olan Malezya’nın 78 yaşındaki başbakanı Enver İbrahim, geçen hafta cesur aktivistleri Tunus’a bu sözlerle uğurlamıştı.
Malezya, her ne kadar daha öncesinde de İsrail’i eleştiren bir ülke olsa da Enver İbrahim ile birlikte Filistin desteği zirveye çıkmış durumda. Zira Enver İbrahim sadece bir siyasetçi değil, Malezya siyasi tarihinde belki de en çok haksızlığa uğramış, mağdur edilmiş, hukuksuzluğun ne demek olduğunu en acı şekilde anlamak zorunda bırakılmış insan hakları aktivistlerinden de biri. 90’lı yıllarda ülkenin en popüler ve liyakatlı başbakan yardımcılarından biriyken, iktidarın siyasi bir operasyonuyla eşcinsel ilişki yaşadığı iddiasıyla hapse atılmış, karakolda dövülmüş, 5 yıl hapis yattıktan sonra adı BM Genel Sekreterliği için geçmiş, hapisten çıkıp siyasete geri döndükten sonra yine hapse atılmış, eşinin yokluğunda kurduğu siyasi partinin seçim kazanmasıyla dışarı çıkabilmiş, 1998’den beri sistematik hukuksuzluklarla uzaklaştırılmaya çalışıldığı başbakanlık koltuğuna anca 2022 yılında kavuşmuştu.
Sığındığı Türkiye Büyükelçiliği’nden işkence gördüğü karakollara, iftiralara maruz kaldığı talimatlı mahkeme salonlarından maalesef aşina olduğu cezaevlerine uzanan bu çetrefilli 24 yıllık siyasi mücadele sonucunda; Enver İbrahim nihayetinde özgürlüğüne kavuştu, Müslüman dindar bir siyasetçinin demokrat olabileceğini göstermek, Malezya’nın klasik kutuplaştırıcı tartışmalarından uzak ekonomik gelişime odaklanabilmek ve en önemlisi dünyadaki mazlumlara sahip çıkabilen güçlü bir ülke inşa edebilmek için kolları sıvayabildi.
Yürüttüğü gümrük vergisi müzakerelerine rağmen ABD başkanı Trump’ı doğrudan sert sözlerle eleştiren nadir liderlerden biri olan Enver İbrahim aslında bu sözleri İsrail’e destek veren başta ABD olmak üzere Batı ülkelerine söylemişti. Fakat Malezya limanlarından demir alan gemilerin dünyanın dört bir yanından gelen diğer aktivistlerle buluşmak için Tunus’a doğru yola çıkması karşısında bu iki yüzlülük eleştirisinin tek muhattabı sanırım Batı değildi.
Zira dünyanın dört bir yanından Batılı aktivist kendi hükümetlerinin iki yüzlülüğü karşısında, yüzlerce Doğulu aktivist ise ülkelerinin İsrail ve ABD birlikteliği karşısında elinin kolunun bağlı olması nedeniyle gemileri doldururken, yola çıkmak için toplanan bu cesur insanları Tunus’ta parmaklıklar ardından içi giderek izleyen bir “sessiz devrimci” vardı.
İki senedir bir zamanlar Enver İbrahim’in başına geldiği gibi haksız iddialar ve taraflı mahkemelerce tutuklanıp ileri yaşına ve sağlık sorunlarına rağmen zindanlara atılan 84 yaşındaki Raşid Gannuşi, tam da hayal ettiği gibi muhafazakarların sekülerlerin, kadınların erkeklerin, farklı kimlikteki insanların yan yana kendilerinden daha büyük bir dava için omuz omuza gelmesini parmaklıklar ardından izlemek zorunda kaldı.
Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said anayasa profesörü olmasına rağmen anayasayı ayaklar altına alarak hukuki kılıfa uydurulmuş bir darbe ile iktidarı ele geçirip anayasayı tek başına değiştirerek Gannuşi başta olmak üzere tüm muhalifleri hapse tıkmasaydı, Gannuşi de İbrahim gibi cesur bir konuşma ile filoyu uğurlar, belki de ileri yaşından dolayı eylemin gücünü, etkisini arttırmak adına bizzat filoya katılırdı.
Tam da hayal ettiği o birlikteliğin bir parçası olmak isterdi, son nefesini parmaklıklar ardında değil, Gazze’nin özgürlüğü için yelken açmışken vermeyi tercih ederdi.
Greta’dan Katalanlar’a büyük insanlık koalisyonu
“Sumud”, Arapça “sebat, sabır, kararlı bekleyiş” demek. Fakat Filistin siyasi kültürü için bir kelimenin ötesinde, uzun soluklu bir strateji. Hem İsrail’in işgali karşısında sabırlı bir şekilde memleketten vazgeçmemek hem de pes edilmeyen, her türlü koşula adapte olma yeteneğini kaybetmeyen bir direniş göstermek anlamına geliyor.
Daha önceki iki deneme sonrasında bu sefer 50’den fazla gemiyle İsrail’in Gazze’yi açlığa mahkum ettiği deniz ablukasını kırmak için yola çıkan aktivistlerin filolarına bu ismi seçmesi hiç de tesadüf değil. Ünlü iklim akvitisti Greta Thunberg, Türk-Alman aktivist Yasemin Acar başta olmak üzere dünyanın dört bir yanında aktivistlerin organize ettiği bu filo girişimi, İsrail’in her türlü engellemesine rağmen soykırım ve tehcir şiddetinin en çok arttığı dönemde bir kez daha kolları sıvadı ve Gazze’ye yelken açtı.
Bu sefer tek bir gemi ve bir düzine aktivist yok. Malezya, Güney Afrika, İspanya, İtalya, Fransa gibi ülkeler başta olmak üzere 44 ülkeden yüzlerce aktivist 50’den fazla gemiyle aynı anda Tunus’tan yarın (7 Eylül 2025) yola çıkacak. Bu sefer gemilerde fazla sayıda Türk aktivist de olacak: Gelecek Partisi vekili Sema Silkin Ün, Saadet Partili vekil Necmettin Çalışkan, HÜDAPARlı Faruk Dinç, yazar Ayçin Kantoğlu, daha öncesinde Mavi Marmara’ya katılan avukat Gülden Sönmez bu kişilerden sadece bazıları. Bu filoya Türkiye’den katılmak oldukça riskli ve cesur bir karar. Zira İsrail daha önceki iki gemideki taktiğini çok daha geniş boyutlu bir şekilde uygulayacak: Gemi Gazze’ye yaklaşınca ablukaya alınacak, İsrail askerleri uluslararası hukuka aykırı bir şekilde gemileri basacak, telefonları denize attırıp insanları hukuka aykırı bir şekilde kaçıracak, İsrail hapishanelerinde tuttuktan sonra sınırdışı edecek. Fakat hükümetin en faşist bakanlarından İç Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, gözdağı vermek adına bu kişilerin “terörist” ilan edilmesini ve ağır koşullar altındaki hapishanelere atılması gerektiğini söyledi; özellikle Türkiye’den gidenlerin bu nedenle diğer pasaport sahiplerinden daha sert bir muameleye uğraması istenmese de mevcut bir olasılık.
Türkiye, Malezya, Endonezya gibi nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkelerden gelen aktivistlerin yanı sıra filonun en önemli aktörleri özellikle Batı’dan gelen aktivistler. Norveçten katılan bir aktivistin deyimiyle bu Batılı aktivistler bir nevi “koruyucu”. İsrail’in sert davranmaktan çekinebileceği ülkelerin pasaportlarına sahipler. Ve en önemlisi, İsrail’e aktif silah desteği veren ülkelerin vatandaşları. Bu nedenle de büyük ihtimalle her bir gemide Batılı-Doğulu oranı gözetiliyor, buna göre bir planlama yapılıyor.