Tarih: 26.01.2020 07:38

Ramazan Bulut; Bu yazı gözleri fal taşı gibi açılan muhafazakarlara

Facebook Twitter Linked-in

“Her gün biraz daha yalnız Robespierre

Ve Fransa biraz uğultulu

Yalnızdır akşamı yok edilen bir subay

Bilinmez ürkütülmüş atları ne çok sevdiği

Her yalnızlık biraz ihtilal.”

Edip Cansever’in yukarıdaki mısralarında da geçen Robespierre, Fransız Devrimi’nin ileri gelenlerinden jakobenlerin başıdır. Kendisi hukukçudur. Kral Louis'in idam edilmesinde büyük bir rolü vardır. Sonrasında hukukçuluğunu bir yana bırakıp devrime karşı gelebilecek herkesten kurtulma kararı alır. Bu uğurda devrimin iki tane liderini de giyotine göndermekten geri kalmaz. Bunlardan biri Hebert diğeri ise kendisi gibi hukukçu olan Danton’dur.

Kurucuları arasında eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun da bulunduğu Bilim ve Sanat Vakfı’na (BİSAV) Vakıflar Genel Müdürlüğünce üç kişiden oluşan bir yönetici heyeti atandı. Bu yasal anlamda bir kayyum ataması değilse de fiili olarak “kayyum” ile aynı anlama gelir.

Daha önce de vakfa ait İstanbul Şehir Üniversitesi’nin yönetimi hami üniversite olan Marmara Üniversitesi’ne devredilmişti.

Şehir Üniversitesi’nde suskunluğunu koruyan muhafazakâr çevre, BİSAV’a geçici bir heyet atanması ile birden bire sesini yükseltmeye başladı. Aslında şaşılacak bir şey yoktu. Bu konuda çıkarılan 20.08.2016 tarihli ve 6745 sayılı Kanun’un 15. Maddesiyle eklenen onuncu fıkra bunun adeta habercisiydi.

Yani bu, iktidarca belirlenen bir yol haritasının gereğidir. Galiba muhafazakâr çevreyi yıkan “bu kadar da olmaz canım”ın şaşkınlığıydı. Bal gibi de oluyormuş işte!

Doğrusunu söylemek gerekirse 6745 sayılı Kanun yasallaştığında, muhafazakâr çevre bir yana karşı cephe de bu konuyu pek önemsemedi. Oysa yapılan bu yeni düzenleme oldukça sıkıntılıydı.

Bu yüzden de amacım, BİSAV’ın kuruluş felsefesi ve faaliyetlerine girmeden onun özelinde bütün vakıf ve dernekleri bekleyen olası ve benzer bir sona dikkat çekmektir.

Önce yapılan düzenlemenin içeriğine bir bakmak gerekir. 20.08.2016 tarihli ve 6745 sayılı Kanun ile getirilen düzenleme aynen şu şekildedir:

“Vakıf yükseköğretim kurumunun faaliyet izninin geçici olarak durdurulması hâlinde durdurulma süresince, kurumun idaresi, eğitim ve öğretimi sürdürmek veya tamamlamak üzere Yükseköğretim Kurulunca garantör üniversiteye veya belirlenecek bir devlet yükseköğretim kurumuna verilir. Bu vakıf yükseköğretim kurumunun kurucu vakfının yönetim organı başkan ve üyeleri ile vakıf yükseköğretim kurumu mütevelli heyet başkanı, üyeleri ve tüm yöneticilerinin görevleri, faaliyet izninin geçici olarak durdurulması kararı ile birlikte sona erer.”

Sonrasında, yukarıdaki düzenlemeye 31.10.2016 tarih ve 678 sayılı KHK ile bir madde daha eklenerek şu düzenleme getirilmiştir:

“Mahkeme tarafından kayyum atanıncaya kadar kurucu vakıf, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yönetilir.”

Bunun anlamı şudur: İdare, vakıf yükseköğretim kurumunun faaliyet iznini geçici olarak durdurabilir. Faaliyet izninin geçici olarak durdurulması kararı ile birlikte vakfın başkan ve üyeleri ile vakfa bağlı yükseköğretim kurumunun mütevelli heyet başkanı, üyeleri ve tüm yöneticilerinin görevleri sona erer. Kayyum atanmasına bile gerek yoktur.

Yani BİSAV’a Vakıflar Genel Müdürlüğünce yönetici, sonrasında ise kayyum atanması, Şehir Üniversitesi’ni garantör üniversite Marmara’ya bağlamanın doğal bir sonucudur. Zira yasa böyle emreder.

Yasa böyle emreder de, bu emir hukuki midir? Bu yüzden de Anayasa’ya bakmak gerekir.

KAPATILAMAYACAĞI GİBİ FAALİYETTEN DE MEN EDİLEMEZ

Anayasamız “Dernek Kurma Hürriyeti” başlığı altında 33. maddede şöyle der:  

“Dernekler, kanunun öngördüğü hallerde hâkim kararıyla kapatılabilir veya faaliyetten alıkonulabilir. Ancak, millî güvenliğin, kamu düzeninin, suç işlenmesini veya suçun devamını önlemenin yahut yakalamanın gerektirdiği hallerde gecikmede sakınca varsa, kanunla bir merci, derneği faaliyetten men ile yetkilendirilebilir. Bu merciin kararı, yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur.”

Dikkat ederseniz hâkim kararı olmadan dernekler kapatılamayacağı gibi faaliyetten de men edilemez. Gecikmesinde sakınca bulunan durumlarda bile alınan karar hâkim onayına sunulur.

Şunu da belirtmeden geçmeyelim. Yukarıdaki düzenlemede her ne kadar “dernek” ismi geçse de metnin sonunda “Bu madde hükümleri vakıflarla ilgili olarak da uygulanır.” şeklinde bir düzenleme mevcuttur.

Yine Anayasamızın 13. maddesi temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması konusundadır. Yasa bu sınırlamanın ancak kanunla mümkün olabileceğini söyler. Ama son noktayı da şöyle koyar:

“Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

Yine bu konuda Vakıflar Kanunu’nun 10. Maddesinde “Vakıf yöneticileri mahkeme kararı olmaksızın görevlerinden uzaklaştırılamazlar.” şeklinde net bir düzenleme de söz konusudur. Telafisi imkânsız zararların varlığı halinde ise vakıf yönetiminin geçici olarak görevden uzaklaştırılması ve kayyumca yönetilmesi, ancak ihtiyati tedbir niteliğinde mahkemeden istenebilmektedir.

Son bir toparlama yapmak gerekirse, vakıf üniversitelerinin faaliyet izninin geçici olarak durdurulması ve kurucu vakıflara kayyum atanması konusundaki 20.08.2016 tarihli ve 6745 sayılı Kanun’un 15. Maddesi, Anayasa’nın 13. ve 33. maddelerine açık bir şekilde aykırıdır.

Hele ki kayyum atamadan idari bir kararla bir vakfa yönetici atamak anayasa bir yana yasaya bile uygun değildir. Zira Vakıflar Kanunu özel bir kanun olup normlar hiyerarşisinde genel kanunlardan önce gelir.

Aslında bu bir ilk değildir. Benzer olay 2016 yılında Haliç Üniversitesi’nde de yaşanmıştır. Üniversite faaliyet izninin geçici olarak durdurulması ve kayyum atanması üzerine anayasaya aykırılık iddiası ile mahkemeye başvurulmuş, İstanbul 21. Asliye Hukuk Mahkemesi bu iddiayı ciddi bularak konuyu Anayasa Mahkemesi’ne taşımıştır. Ancak Anayasa Mahkemesi esasa girmeden bunu yetki yönünden reddetmiştir. Çünkü Haliç Üniversitesi’ne el konulma tarihi yasanın çıktığı tarihten öncedir. Önemli olan bir mahkemenin bu aykırılığı ciddi bulmasıdır. 

Maalesef bu konu o günlerde hiçbir aydının nedense dikkatini bile çekmemişti. Buradan çıkan sonuç: Bir konudaki duyarlılık, kuyruğa basmakla doğru orantılıdır. Oysa bu kişiden kişiye, zümreden zümreye değişebilecek bir durum değildir. Haksızlık haksızlıktır… Özellikle de bu duruma gelinmesinde hangi seviyede olursa olsun katkısı bulunanların hiç mi hiç sızlanmaya hakları yoktur. Tek hakları vardır: O da nedamet…

Son sözüm 27 yıllık iktidarın “sessiz devrim” yaptığını iddia edip sonra da BİSAV ve Şehir Üniversitesi olayları karşısında gözleri fal taşı gibi açılanlara…

Yazımın girişinde, Fransız devriminin öncülerinden Robespierre’in devrime karşı gelebilecek herkesten kurtulma kararı sonucu Hebert ve Danton’un başına gelenlere dikkat çekmiştim.

Eğer bu bir sessiz devrimse, demek ki sıra çocuklarına gelmiştir. Zira Alman Yazar Georg Büchner, Fransız İhtilali'nden çok sonra yazdığı “Danton'un Ölümü” isimli dramasında, sonunu sezen Danton'a şu cümleyi kurdurur: "İhtilal Satürn gibidir, kendi evlatlarını yer."

Ramazan Bulut

Odatv.com




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —