Tarih: 22.04.2020 16:01

Post-korona dünya: Toplumsal uyum ve ahlaki benlik-erdemli vatandaşlık

Facebook Twitter Linked-in

 

Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcııs E. Fuat Keyman “Aklaki benlik-Erdemli Vatandaşlık-Toplumsal Uyum denklemi, post-korona dünyanın şekillenmesinde rol oynayabilir” diyor.

Korona pandemisi, devlet-toplum/birey, bireyler-arası ve bireylerin kendi benliği arasındaki ilişkilerde de büyük bir etki yarattı. Son dönemlerde yazılan kitaplarda ve yapılan tartışmalarda, “tedirginlik çağı”, “güvensizlik”, “risk toplumu”, “korku toplumu”, “öfke çağı” vb. kavramlar sıklıkla kullanılıyordu. Türkiye’den Evren Balta’nın “Tedirginlik Çağı”; dünyada Pankaj Mishra’nın “Öfke Çağı” kitapları okunması gereken örnekler.

İÇE KAPANMA, DENETİM TOPLUMU

“Belirsizlik”, bugünün ve yarının kilit kavramı, sıfatı.Belirsizlik-endişe-güvensizlik-korku sarmalına giren toplum ve bireyler, panik ve öfke temelinde tepki vermeye başlıyorlar.

Korona pandemisininin yaratttığı büyük risk ve meydan okumanın ciddiyeti arttıkça, tedirginlik, endişe, panik ve kızgınlık da artmaya başladı. İlginç ve önemli bir nokta: Türkiye dahil yapılan araştırmalar gösteriyor ki, hükümetlerin pandemiye karşı aldıkları tedbirlerin artması, bireylerin endişelerini ve korkularını azaltmıyor, aksine artırıyor.

İPSOS’un Türkiye’de yaptığı araştırmanın gösterdiği gibi, son iki ay içinde, hükümetin aldığı tedbirleri artırmasına rağmen, virüse yakalanma endişesi duyan insanların yüzdesi yüzde 94’e çıktı.  

Türkiye’de, dünyada, endişe ve korku giderek artıyor. Korkunun yerini paranoyaya ve paniğe bırakması riski giderek artıyor. Amerika’nın bazı yerlerinde (Michigan) gruplar halinde sokağa çıkılarak hükümet binalarını tehdit etme eylemleri, bu ülkede ciddi endişe yarattı. Post-korona dünyada, toplum içi ilişkilerin nasıl şekilleneceği ve nasıl bir toplum yönetim tarzının ortaya çıkacağı açısından olumsuz bir döneme girmiş olma olasılığı yüksek. Toplumsal yaşamda içe kapanma, denetim, gözetim, disiplin, sosyal mesafe artarken, devletin de daha güvenlikçi, denetimci ve otoriter olma olasılığı yüksek. “Disiplin Toplumu”, “Denetim Toplumu”, “Biyo-İktidar”, “Endişeli/Nevrotik Vatandaşlar”, “1984” vb. kavramları daha sıklıkla kullanacağımız bir döneme girebiliriz.

Post-korona dünya “güçlü, otoriter, denetimci devlet-zayıf sivil toplum ve endişeli vatandaş” denkleminin güçlendiği; güvenlik-ekonomi eksenin demokrasiye karşı birincil konuma oturduğu; haklar ve özgürlükler alanının zayıfladığı bir içe kapanmış dünya olabilir.

Bununla birlikte, altını kırmızı kalemle çizmemiz gereken olumlu ve umut verici dört gelişmeyi de bu olumsuz tabloyla birlikte yaşadığımızı da vurgulamalıyız.

Birincisi, korona pandemisiyle mücadelede, vatandaşlardan, bizlerden, hepimizden, sorumlu ve erdemli davranmak; bilim kurullarının ve sağlık dünyasının yapılması gerekenler noktasındaki önerileriyle uyumlu hareket etmek; sadece kendimizi değil ötekileri de düşünmek, vb. beklentiler çok yüksek. Bireyler ve vatandaşlar, başarının kilit aktörü konumundalar. Bizlerden, “Erdemli-sorumlu bireyler-vatandaşlar” olmamız isteniyor. Büyük ölçüde, süreci hükümetlerden daha çok vatandaşlar götürüyor. Sağlık dünyası çalışıyor, büyük bir kamusal yükü üstleniyor.

Erdemli ve sorumlu birey ve vatandaş anlayışı da toplum içinde giderek gelişiyor; 

İkincisi, korona pandemisine karşı mücadele de başarılı olan ülke örnekleri (Güney Kore, Singapur, Tayvan, Vietnam, Yeni Zellenda, Almanya) gösteriyor ki: toplumsal uyum derecesi yüksek ülkelerde koronavirüse karşı mücalede başarı olma oranı artıyor.            

Toplumsal uyumu, “toplumların kendilerini dayanıklı, sürdürebilir ve yaşanabilir yapabilme niteliği” olarak tanımlayabiliriz. Toplum içinde yaşayan bireylerin, toplumsal normlara, hukuka ve yasalara, hükümetlerin aldığı kararlara ve kurallara uyum göstermeleri, ve gerekli zamanlarda kendi çıkarlarını ikinci plana atıp kamusal yarar ve toplumun iyiliği için hareket etme dereceleri toplumsal uyum çalışmalarında kullanılan unsurlar. 

Toplumsal uyum, bir toplum içinde farklı kimlik, ekonomik sınıf, konum, ve mesleklere sahip bireyleri toplumsal birlik içine sokan bir “toplumsal yapıştırıcı”; ekonomik kalkınmaya, çatışma çözümüne, ve ulusal güvenliğe katkı veren bir “kültürel değer/unsur” ve “toplumsal güven harcı” olarak görülüyor.  

Toplumsal uyumu yüksek ülkeler, bugün koronavirüse  karşı mücadelede gözlemlediğimiz gibi, sağlık alanlarındaki krizlere ve yaşamsal risklere karşı daha dayanıklı oluyorlar; ekonomik kriz ve çatışma çözümü alanlarında daha başarılılar. Bu, aynı zamanda, toplumsal uyumu zayıf ve aşırı kutuplaşmış ülkelerin daha az dayanıklı ve daha az başarılı oldukları oldukları anlamına geliyor.

Bununla birlikte vurgulayalım; yapılan araştırmaların göre, toplumsal uyumun olumlu niteliğini hiç sorgulamadan kabul etmek de yanlış: toplumsal uyumun sürdürülebilirliği hiç de kolay değil, çok ciddi sorunları içinde taşıyor. Toplumsal uyum adına ve başarı için, demokrasiden, haklardan ve özgürlükten vazgeçme, siyasi rejimin otoriterleşmesi, devletin ve yönetici sınıfın aşırı güçlenmesi vb. riskleri göz önünde bulundurmalıyız.

Bu nedenle, Güney Kore, Yeni Zelanda, Almanya örneklerinde gördüğümüz gibi, sivil toplumun daha etkin, haklar ve özgürlükler alanının daha güvence altında olduğu ülkelerde toplumsal uyum-özgürlük ilişkisi daha olumlu yönde kurulabiliyor.  

Üçüncüsü, korona pandemisine karşı mücadele de hem Türkiye hem dünyada yapılan çalışmalar ve tartışmalar gösteriyor ki, bireyin, kendisi, öteki ve doğa ile ilişkilerinde de olumlu gelişmeler, “ahlaki” olma ve “etik” alanının” öneminin arttığı gözlemleniyor. 

Zygmunt Bauman’un “Postmodern Etik” adlı çalışmasında ve Ian Almond’da “İbni Arabi ve Derrida: Tasavvuf ve Yapısöküm” başlıklı ilginç ve önemli kitabında analiz ettiği “ahlak-benlik ilişkisi” ve insanı/özneyi “ahlaki benlik” olarak düşünmenin önemini bugün daha fazla anlıyoruz. 

İbni Arabi ve Jacqeus Derrida, çok farklı zaman dilimlerinde ve çok farklı coğrafyalarda, özne-benlik ve özne-doğa ilişkisinde “ahlaki benlik”in önemi üzerinde ortaklaşıyorlar.

Emmanuel  Levinas’dan etkilenen Bauman, çevre yıkımlarından şiddete ve savaşa, ekonomik krizden yoksulluk ve yoksunluğa kadar uzanan alanda, ki korono pandemisini de bu listeye ekleyebiliriz, büyük yaşamsal risklere karşı mücadelede,  bireylerin kendileri, diğer bireyler, ve doğayla “ahlak temelinde kurdukları ilişki”nin başarı için ve daha iyi bir dünya kurmak noktasında kritik önemde olduğunu öneriyor. Bu ilişki, çevreye karşı sorumlulukla, ötekiyle diyalogla ve farklı olanı anlama çabasıyla tanımlanan, ve bu anlamda “erdemli ve özünde etik” bir ilişkidir.

Levinas’a göre etik “ötekine karşı sorumluluk”, diğer bir değişle “bireyin kendisi ve benliğiyle ilişkisini öteki kategorisi yoluyla düşünmesi” ve benliğin kendisini “Öteki’nin ötekisi” olarak hissetmesi noktasında yer alır. 

Ahlaki benlik, ötekine karşı sorumluluk aldığımız zaman ortaya çıkar. Maske takmak, sosyal mesafeyi korumak, bilim temelinde önerilen sağlık ve sosyal kurallara uymak, sağlık görevlilerine büyük saygı duymak: herbiri ve hepsi, ahlaki benlik ve ötekine karşı sorumluk duygusuyla na başarılabilirler. 

“Aklaki Benlik-Erdemli Vatandaşlık-Toplumsal Uyum” denklemi, post-korona dünyanın şekillenmesinde rol oynayabilir. 

Dördüncüsü, Almanya, Yeni Zelanda, Tayvan ve İskandinavya ülkelerindeki başarı ve bu ülkeleri kadın liderlerin yönetiyor olması “Kadın Lider, krizi daha mı iyi yönetiyor” sorusunu gündeme getirdi. 

Kadın liderlerin ülke yönetimi, erkek egemen liderlik anlayışının egemenliğine ciddi bir meydan okuma yaratabilir. Bu olumlu gelişmenin de post-korona dünya tartışmasında önemli olacağını düşünüyorum.  

Bu yazıda, toplum içi ilişkilere ve erdemli vatandaşlık-ahlaki benlik sorusuna odaklandım. Bundan sonraki yazımda, post-korona dünyada güç ve liderlik tartışmasına odaklanacağım. 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —