Tarih: 09.01.2021 13:28

Popülizmin vardığı nokta ve ABD

Facebook Twitter Linked-in

Popülist dalga, ona sahip çıkan ve ondan etkilenenler bakımından, sistem ve seçkin karşısında sokaktaki adamın iktidarını ifade ediyor.  

Ayrıcalıklı görülen kesimleri seçkin, milli irade ile siyasi karar mekanizması arasında giren tüm kurumları seçkinlerin temsilcisi, siyaset karşısında hukuk, ekonomi, kültür, eğitim ve kurumlarının iç dinamiklerine dayanan özerkliğini seçkincilik olarak görmek, popülizmin temel özellikleri arasında yer alıyor.  

Boğaziçi Üniversitesi’ndeki işlemi, iktidar ve çevresinin elitist yapıya müdahale olarak ilan etmesi, popülist siyasetin tipik bir örneği. 

Yine de, Trump’ın demokrasiye ve demokratik kurumlara son meydan okuyuşu karşısında, devede kulak kalan bir örnek. 

ABD’de yaşanan felaket, sadece bu ülkedeki demokratik geleneklere değil, tüm dünya demokrasiye ve demokratik kurumlara yönelik bir saldırıya işaret ediyordu. 

Ne Erdoğan’ın otoriter hamleleri, ne Venezuella’lı Maduro’nun meclis ve muhalefeti dağıtan adımları, Trump’un popülist gösterisinin yanına yaklaşabiliyor. 

Bununla birlikte popülizmin varış noktalarından birisine işaret ettiği oranda, benzerliklere ve ima ettiği tehlikeye de işaret ediyor. Nitekim mevcut benzerlikler veya popülizimin demokrasiyi ihlal hamleleri, Biden’ın tersten işaret ettiği gibi “liderin, başkanın kendisini hukukun üzerinde görmesi”yle tezahür ediyor.

Popülizmin egemen olduğu her yerde ortaya çıkan kurucu iki ortak özelliği var. 

Bunları aylar önce Karar Gazetesi”nin Görüş sayfasında yayınlanan bir yazımda şöyle ifade etmiştim: 

“Birincisi, kutuplaşma siyasetiyle üretilen (kimi grupları içine alan kimilerini ise dışarıda bırakan) halk tanımından hareketle, o halk adına çoğunluğun hakimiyetini tek esas ve tek meşruiyet kaynağı kabul eden ‘çoğunlukçuluk’ anlayışı…  

Bu anlayış, önce, demokrasinin müzakere, uzlaşma ve katılım üzerine oturan bir süreç olduğu fikrini dışlar. Ardından halk iradesi, milli irade gibi kavramlara referansla, çoğunluğa karşı çıkan her aktör ve sesi (yargı, aydın, gazeteci, muhalefet, bürokrat) sistem eliti ve kumpaslarının parçası ilan eder, düşman kılar. Çatışma ve kutuplaşma siyaseti yakıtını böyle elde eder.  

İkincisi kurumlar karşında kişiyi, siyasi lideri öne çıkaran yapısından doğar. Lider merkezli doku, aslında yerleşik kurumlar ve elit gruplarla halk adına mücadelenin gerektirdiği güçlü ve baskın siyasi irade ihtiyacından doğar.  

Ancak bu ihtiyaçla sınırlı kalmaz. Tek adam düzeninin tüm popülist düzenlerde vardığı nokta, milli iradeyle özdeş kabul edilen bir liderin, bir şefin varlığı olmuştur. Kurumlar ve kurumlaşma karşısında şahısların öne çıkması, iktidarın şahsileşmesi, bu çerçevede keyfilik eğilimi, demokratik düzenin ihtiyaç duyduğu denge, denetim, paylaşım mekanizmalarını devredışı bırakır. Bu kurumlar, elitist düzeninin araçları olarak adım adım tasfiye edilir. Bunun yerine liderin milli irade adına tüm siyasi alanı denetlemesi devreye girer…” 

Trump popülizmi yabancı düşmanlığını elit nefretiyle birleştiren, bunu devlet geleneklerine, yerleşik kurumlara (elitizme) tepkiyle besleyen, şahsilik ve keyfilikle temsili yapıları, ara kurumları ikame eden, küreselleşmeyle kaybeden öfkeli kesimlerden destek olan bir nitelikte.  

Bu anlayışın, demokrasinin ruhuyla, özüyle, kurumlarıyla her anlamda çeliştiği ortadaydı. 

Bugün geldiği nokta, verdiği ders ve yaptığı uyarılar da ortadadır.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —