“Terörsüz Türkiye” projesi olarak adlandırılan süreç MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi 28’inci Dönem 3’üncü Yasama Yılı açılışında, 1 Ekim 2024 tarihinde TBMM Genel Kurul salonunda DEM Parti grubuyla tokalaşması; sonrasında ısrarlı ve kararlı bir şekilde önce 15 Ekim 2024 tarihli Grup Toplantısı’nda “Türkiye’ye getirilirken, ‘her türlü hizmete hazırım’ diyen teröristbaşı, buyursun terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin”¹; daha sonra 22 Ekim 2024 tarihli MHP Grup Toplantısı’nda “Birinci hüküm cümlem şudur: TBMM’de her meselenin ele alınıp milli ve müşterek akılla çözümü mümkün ve hatta mecburidir. Eğer terörsüz bir siyaset, terörsüz bir ülke, terörsüz bir gelecek hususunda herkes ittifak halindeyse o halde değil elimizi taşın altına koymaya, gövdemizi koymaya varız ve buradayız. Geçen haftaki grup konuşmamda demiştim ki; ‘Türkiye’ye getirilirken, “her türlü hizmete hazırım” diyen teröristbaşı, buyursun terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin’. Bu çağrımın içyüzünü henüz anlamayan, anlasa bile işine gelmediğinden saptırmaya çalışanlar çok sayıdadır. Türk ve Türkiye Yüzyılı’nda terörü sıfırlamak, milli birlik ve beraberliği çelikleştirmek amacına matuf ikinci hüküm cümlem şöyledir: Teröristbaşı işin içinde olmazsa bir şey çıkmaz diyenlere de sesleniyorum; şayet teröristbaşının tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse, “Umut Hakkı”nın kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın. Ne Kandil ne de Edirne; adres İmralı’dan DEM’e uzansın, bu ağır ve tarihi terör sorunu ülke gündeminden tamamen çıkarılsın”²; bundan sonra ise 5 Kasım 2024 tarihli MHP Grup Toplantısı’nda “Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan teröristbaşı, terörün bittiğini, PKK’nın lağvedildiğini, ihanet ve bölücülüğün çıkmaz sokak olduğunu söyleyecekse, haydi DEM grubuna gelsin, bunları teker teker söylesin, ak koyun kara koyun ortaya çıksın, umut hakkından da istifade etsin. Sözümün arkasındayım ve teklifimde ısrarlıyım”³ çağrılarıyla başlamıştır. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bu tarihten sonra da muhtelif tarihlerde sürece ilişkin açıklamaları, çağrıları ve önerileri olmuştur.⁴
Bu çağrılardan sonra DEM Parti İstanbul Milletvekili ve TBMM Başkanvekili Sırrı Süreyya Önder, DEM Parti Van Milletvekili Pervin Buldan ve Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı iken 4 Kasım 2024 tarihinde İçişleri Bakanı tarafından görevden uzaklaştırılarak yerine kayyım atanan Ahmet Türk’ten oluşan heyet (İmralı Heyeti) İmralı’da Abdullah Öcalan’la ve muhtelif tarihlerde TBMM’de grubu bulunan siyasi partilerle ve nihayet Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la görüşmeler yapmışlardır.
İmralı Heyeti 27 Şubat 2025 tarihinde Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” başlıklı mektubunu İstanbul’da bir basın toplantısında hem Türkçe hem de Kürtçe olarak okumuşlardır. Abdullah Öcalan bu çağrısında çeşitli gerekçeler sıraladıktan sonra çağrısını “Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir” sözleriyle sonlandırmıştır.
PKK 5-7 Mayıs 2025 tarihlerinde 12’nci kongresini toplayarak fesih ve silahsızlanma kararı almış ve bunu da 12 Mayıs 2025 tarihinde duyurmuştur. Ancak bu karar metninde iki yerde ifade edilen “Partimiz PKK; kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası’ndan alan Kürt inkâr ve imha siyasetine karşı, halkımızın özgürlük hareketi olarak tarih sahnesine çıktı” ve “Önder Apo Kürt-Türk ilişkilerinin sorunsallaştığı Lozan Antlaşması’nın ve 1924 Anayasası’nın öncesini referans alarak, Ortak Vatan ve Kürt-Türk halklarının kurucu öğe olduğu Demokratik Türkiye Cumhuriyeti perspektifini ve Demokratik Ulus anlayışını Kürt sorununun çözüm çerçevesi olarak benimsedi” ifadeleri ile yeni bir tartışmanın da kapısını aralamış oldu. Açıklamaya göre “Kürt inkâr ve imha siyaseti” Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası’ndan kaynaklanmaktadır ve “Kürt sorununun çözüm çerçevesi olarak” “Lozan Antlaşması’nın ve 1924 Anayasası’nın öncesi referans” alınmalıdır.
PKK tarafından “Kürt sorununun çözüm çerçevesi olarak” “Lozan Antlaşması’nın ve 1924 Anayasası’nın öncesinin referans alınması” gerektiği ifadesi doğal olarak iki hususu gündeme getirmektedir. Bu yazının içeriği bakımından bahsi diğer olan birinci husus, bilindiği gibi 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile Hatay hariç bugünkü Türkiye’nin sınırları çizilmiş, Osmanlı İmparatorluğu resmen tasfiye edilmiş, Türkiye için azınlık kabul edilenler (gayr-i müslimler) ve bu azınlıkların hakları hükme bağlanmıştır. Antlaşmadan yaklaşık üç ay sonra da Cumhuriyet ilan edilmiştir (29 Ekim 1923).⁵ Dolayısıyla Lozan Antlaşması’ndan önce iki durumdan söz edilebilir: Osmanlı Meclis-i Mebusan’ın kabul ettiği Misak-ı Millî sınırları veya Sevr Anlaşması ile galip devletler (İtilaf Devletleri) tarafından paylaşılan Osmanlı Anadolu ve Ortadoğu coğrafyası.⁶
Bu yazının konusu olan ikinci husus ise 1924 Anayasası’ndan önce yürürlükte olan 1921 Anayasası (resmî adıyla Teşkilâtı Esasiye Kanunu). Bu nedenle bu yazıda 1921 Anayasası’nın hangi hükümlerinin “Kürt sorununun çözüm çerçevesi olarak” referans alınabileceği hususu değerlendirilecektir.
23 Aralık 1876 tarihinde ilan edilen1876 Kânûn-ı Esâsî başlangıç noktası olarak alındığında 20 Ocak 1337 (1921) tarihinde Büyük Millet Meclisi (Birinci Meclis) tarafından kabul edilen 1921 Anayasası bu topraklardaki ikinci anayasasıdır. Bu anayasa Cumhuriyet’in ilanından sonra 20 Nisan 1340 (1924) tarihinde kabul edilen 1924 Anayasası’na kadar yaklaşık 3 yıl 3 ay yürürlükte kalmıştır. Ne var ki 1921 Anayasası 1876 Kânûn-ı Esâsîyi yürürlükten kaldırmadığından aynı tarihlerde bu topraklarda iki anayasa varlığını koruyordu.⁷
Öncelikle 1921 Anayasası ile ilgili bazı genel kabulleri belirttikten sonra bu anayasanın PKK tarafından neden referans alınması gerektiği önerisine kaynaklık edecek hükümleri üzerinde durulacaktır.⁸
Esasen bir anayasa olup olmadığı tartışmalı olan 20/1/1337 (1921) tarihli ve 85 sayılı Teşkilâtı Esasiye Kanunu (1921 Anayasası), 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisi (Birinci Meclis) bir yandan Millî Mücadele’yi yönetirken diğer taraftan ise 20 Ocak 1921 tarihinde 23 madde ve bir Maddei Münferideden oluşan Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nu kabul ederek yürürlüğe koymuştur.
Anayasa devletin kuruluşunu, niteliğini, yapısını, hükümet şeklini, organlarını (yasama, yürütme, yargı), bu organlar arasındaki ilişkileri ve kişilerin temel hak ve hürriyetlerini düzenleyen kurallar bütünüdür. Bu tanım çerçevesinde 1921 Anayasası’na bakıldığında ne yargı organına ilişkin ne de kamu hürriyetlerine ilişkin herhangi bir hüküm, düzenleme bulunmaktadır. Anayasa esas itibarıyla Kurtuluş Savaşı’nı yönetecek, yürütecek olan Büyük Millet Meclisi’nin oluşumu ve yetkileri ile bu meclisin içinden çıkarılacak olan hükümete ilişkin hususları düzenliyordu.
Diğer taraftan, belki de PKK’nın referans yapmasında etkili olan hususlardan biri 1921 Anayasası’nda “Türk Devleti” kavramı değil “Türkiye Devleti” kavramının kullanılmış olmasıdır.⁹