Tarih: 29.08.2021 10:35

Peygambere neden ihtiyaç vardır?

Facebook Twitter Linked-in

Vahiy farklı varlık alanlarından indirgene indirgene bizim algı alanımıza ulaşır. Allah’tan (cc) Cibril’e, Cibril’den Resulüllah’a (sa), ondan da bütün insanlara. Bu bir indirmeden çok bir indirgeme olmalıdır. Yaşadığımız şartlar gereği biz vahyi Allah’tan doğrudan alamazdık, Cibril’den de alamazdık. Vahiy Resulüllah’ın kalbine indirilip onun telaffuzuyla bizim algı alanımıza ulaşmış oldu. Varlık alanları arasındaki bu dönüşüm ihtiyacı bile peygamber gibi, bir yönüyle beşer ama diğer yönüyle melekle teması olan ontolojik bir dönüştürücüye ihtiyaç duyurur. Elbette Allah isteseydi vahyi her birerlerimize e-posta gibi bir mesajla da gönderirdi. Ama O’nun murat edip yarattığı sistem bu farklı alanlardan ve onların gereklerinden oluşuyor.

Yaratıcının ve yaşatıcının varlığı akılla da bulunabilir demiştik. Bu sebeple filozofların çoğu bir tanrının varlığını zorunlu görürler ama peygambere ulaşamazlar. Bu sebeple yaratıcının mahiyeti ve yarattıklarında tasarrufta bulunma keyfiyeti, kısaca onun koyacağı kurallar yani din ve şeriat akılla bulunamaz. Onun için filozofların tanrısı etkisiz ve işlevsiz bir tanrıdır. O’ndan bir bilgi alınamaz. Kâinatı yaratmış ve bırakmıştır. Bu sebeple filozoflar çoğunlukla deisttirler. Oysa Allah’tan gelen bilgiyi öğrenebilmemiz için O’nun bizi bilgilendirmesine ihtiyacımız vardır. Beşer için olacak bu bilgilendirmeyi hem bir beşer yapmalı ki, bize anlatabilsin hem de bu beşerin bizden sonraki varlık alanıyla teması bulunmalıdır ki, getirdiği bilgi güvenilir olsun. Bu da peygamberin bize olan artısı ve ontolojik farklılık dediğimiz yönüdür.

İşte peygamberlerin görevi budur. Onlar Allah’ın muradını, emir ve yasaklarını insanlara bildiren elçilerdir. Her elçiye kendi zaman ve şartlarına göre farklı bir şeriat verilmiştir ama Allah’ın dininin aslını oluşturan temel esaslar hepsinde aynıdır. İşte peygamberlerin filozoflara ve mütefekkirlere, hatta sair evliyaya üstünlüğü bundandır. Peygamberlerin hepsi birbirlerini teyit ve tasdik ederek gelmişlerdir. Oysa filozoflar en zeki insanlar oldukları halde düşünce sistemlerini çok büyük oranda birbirlerini yanlışlama temeli üzerine kurarlar. Bu sebeple onlardan bir hikmet birikiminden çok, olsa olsa bir hikmet aşkı alınabilir. Bu aşk da maşuka ulaştırmayan platonik bir aşktır. Peygamberlere ise hikmeti doğrudan Allah vermiştir. Burada akılla zekâ arasındaki fark da anlaşılmış olur. Akıl hep hikmete/doğruya ulaştıran melekedir. Bu sebeple peygamberlere zeki insanlar değil de akıllı insanlar demek daha doğru olur. Onlardaki ‘fetanet’ vasfı da sade bir zekâ değil hikmeti bulan akıldır. Ayrıca akıl sahibine kendini büyük göstermez, ama zekâ bunu yapabilir. Onun için bazı filozoflar filozofların, bazı sufiler de evliyanın peygamberlerden üstün olduğunu söylerler. Çünkü, derler; peygamberlere hikmet doğrudan Allah tarafından verilmiştir, oysa filozoflar ya da veliler ulaştıkları makama kendi çabalarıyla gelirler… Onların vardıkları bu sonuç müsellem bir hikmet olmuş olsaydı düşünmeye değerdi, oysa bu bir zandan ibarettir ve ‘zan hakikat adına hiçbir değer ifade etmez’.

İkinci olarak insanın değeri ilimledir. İlim amele zorlayan sağlam bilgidir. ‘Her ilim sahibi kendisinden daha az bilenin üstündedir’. İlmin konusu olan, yani bilinmesi gereken varlıklar sadece duyularla algılanan fizik varlıklar değildir. Bunun ötesindeki varlık alanlarının bundan kıyaslanmayacak kadar çok olduğu akılla da bilinebilir. Bunu bilebilmek için filozoflar metafizikle meşgul olurlar, varlığın aslını bulmaya çalışırlar. Ama oradan edindikleri bilgi konusunda hiçbir ittifakları söz konusu değildir. O halde fizik ötesi alemlerden bize doğru bilgi verecek bir vasıtaya ihtiyacımız vardır. Bu da peygamberlerdir. Onların bu alandan verdikleri bilginin doğru olduğunun en büyük kanıtı, orayla ilgili olarak hepsinin aynı şeyleri söylemiş olmasıdır. Allah, varlık, ezel, ebed, melek, cennet, cehennem, hesap kitap hepsinde birdir.

Bununla beraber peygamberlerin bazıları bazı vasıflarda diğerlerinden üstündür (Bakara 253). Beş tanesi; Nûh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed (sa) en büyük/ulü’l-azm peygamberlerdir. Ancak hepsi Allah’ın elçisi olmaları yönüyle eşittirler ve bu bakımdan aralarında bir fark görmeyiz. (Bakara 285).




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —