Paris İklim Anlaşması neyi kamufle ediyor? (1)

Fatma Tuncer, sanayiye koşut olarak küresel güçlerin oluşumuna etkisi olan iklim değişikliği bahanesiyle, insanları kendi çıkarları için doğal olmayan sentetik bir hayatı yaşamaya zorladıklarını belirtiyor.

Paris İklim Anlaşması neyi kamufle ediyor? (1)

Üretilmiş tehlikeleri ancak filmi geriye sararak anlayabilirsiniz. Nitekim Oxford sözlüğü 2019 yılında “iklim krizi” terimini yılın en fazla telaffuz edilen sözcüğü olarak seçmişti ve o tarihlerde kimse iklim kavramının neden bu kadar öne çıkarıldığını dikkate almamıştı. Fakat su kaynakları kuruyup çölleşme giderek artınca herkes başını arkaya çevirip iklimsel değişimin geldiği noktayı ve tehlikenin hangi boyutlara ulaştığını anlamaya çalıştı.

Biliyorsunuz küresel organizasyonun sözcülüğünü yapan bir şahıs sık sık ekranlara çıkıp açıklamalar yapıyor ve iklimsel değişime dikkat çekiyor. Pandemi döneminde de ardı sıra da demeçler veren şahıs iklimsel değişim konusunda en büyük etkenin atmosfere yayılan 51 milyar atom sera gazı salınımının olduğunu, küresel ısınmayı durdurmak için bu salınımın minimuma indirilmesi gerektiği açıklıyor ve büyük baş hayvanları hedef gösteriyor. Acaba hayvanların sera gazı etkisi yaptığı ileri sürülerek yapay et projesi aktive edilmek mi isteniyor? İklim krizi icat etmenin gerekçesi nedir? Küresel aktörlerin ellerinde ne var ki, iklim krizini ikna sopası olarak kullanmaya çalışıyorlar? Bu sorular henüz cevabına ulaşmış değil...

Su kaynaklarının kuruması, çölleşme, yağışların azalması kuraklığın giderek artması tehlikenin telaffuz edilenden daha da vahim olduğunu gösteriyor. Artık iklimsel değişim hemen herkesin gündeminde yer alıyor ve sorunu icat edenler, düşük karbonlu ekonomiye küresel düzeyde geçilmesi için yapılacak çalışmalardan bahsediyor, enerji, sağlık, tarım ve gıda güvenliği politikalarının bu kapsamda yeniden değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürüyorlar. Paris İklim Anlaşması kararları küresel güçlerin öncülüğünde gündeme taşınıyor ve konuyla ilgili toplantılar düzenleniyor.

Sanayi devrimi getirdiği yeniliklerle insanlığın hayatını kolaylaştırdı ancak bunun faturası yaşamsal kaynaklarımıza kesildi. Fabrika atıkları, fosiller doğayı tahrip etti ve atmosferin dengesi bozuldu. Teknoloji geliştikçe yaşamsal kaynaklar kurumaya başladı ve 1992 tarihinde Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, 1997 tarihinde Kyoto Protokolü, 2015 tarihinde ise Paris İklim Anlaşması yapıldı. Doğal kaynakları kendi elleriyle kurutan çarpık zihniyet sözde çözüm arayışı olarak oluşturduğu anlaşmalarla yıkılan duvarları onaracağını vaat ediyordu ancak öyle olmadı iklimsel sorunları bahane ederek toplumları sentetik bir yaşama ikna etmeye çalıştı. İklim krizi adı altında yapılan toplantıların merkezinde sera gazı emisyonlarının sınırlandırılmasına yönelik yasal düzenlemelere değiniliyor ve arka planda yapay et gündeme geliyordu.

İklimsel değişim konusunda yapılan toplantılarda iki husus öne çıkarılıyordu. 1. Sera gazının gezegendeki ısınmayı artırdığı ileri sürülerek büyük baş hayvanlar hedef alınıyor ve yapay et gündeme geliyordu. 2. Yakın tarihte kullanıma sunulacak olan elektrikli araçlara vurgu yapılıyor ve benzinle kullanılacak araçlara büyük vergiler getirileceğinden bahsediliyordu.  Paris İklim Anlaşması ekseninde yapılan görüşmelerde kaynakları sömürülen toplumlar geri kalmış ülkeler olarak tanımlanıyor ve bu toplumlara ayrılan bütçeden söz ediliyordu ki, bu ağır bir borç yüküne rıza göstermek anlamına geliyordu.

Okyanuslarda korkutucu bir değişim göze çarpıyor, deniz seviyesi hızla yükseliyor, buzullar eriyor, kuraklık ve çoraklaşma hızla artıyor. Bilim insanları İnsan Hakları Küresel Politikalar BM Raporu’na dayanarak, yakın tarihte yoksulluğun daha da artacağını ve insanların yaşama, beslenme, barınma ve su gibi temel kaynaklara ulaşmakta dahi güçlük çekeceklerini açıklıyor. Allah’ın yeryüzünde adaletin tesisi için sorumlu tuttuğu vicdanlı insanlar ise bu körleşmiş sisteme boyun eğmiş hayatlarını her şey yolundaymış gibi sürdürmeye devam ediyorlar. Ne acı değil mi?