Tarih: 04.07.2021 00:19

Özeleştiri

Facebook Twitter Linked-in

                                                                                                                                          “Bu düzen değişmelidir” diye yola çıkanların hiçbiri eve dönmedi.”

Türkiye özelindeki entelektüel maceranın en önemli handikabı özeleştirinin yokluğudur. Kuşkusuz bu eksiklik İslam dünyasının da en önemli eksikliğidir. Bu yüzden oluşan yapılar (Partiler, cemaatler, gruplar, kurumlar) kendi içinde bir klik oluşturmakta, kendisi gibi düşünmeyen yapılarla iletişimini engellemektedir. Değişik toplumsal gruplar ve onların örgütsel yapıları arasındaki ilişki, genellikle düşmanlık ve mücadele üzerinden yürümekte, bu da toplumsal çatışmayı körüklemektedir.

Türkiye’nin entelektüel serüveninde bir diğer önemli özellik de, belirli ideallerle yola çıkan insanların, ideallerini kısa sürede tüketip başka mecralara sürüklenmeleridir. Bu sürükleniş entelektüel bir gelişim olmaktan ziyade, politik hesapların ekonomik kaygıların belirleyici olduğu bir maceraya dönüşmektedir. Kuşkusuz burada sorun olan entelektüel bir arayışın öznesi olan değişim değil, belli menfaatler karşılığında ortaya çıkan değişim arayışıdır.

İslami duyarlılığı olan insanlarda bu değişimden payını fazlasıyla almışlardır. Öğrenci evlerinde, yurt köşelerinde, kantinlerde, 28 Şubat’ın boğucu günlerinde Türkiye üzerine hayaller kuran yol arkadaşlarının büyük bölümünün asıl amacının bir bürokratik makam kapmak olduğuna tanıklık edildi.

Onlar bu dönüşüm ve değişimin entelektüel alt yapısını da kendilerince hazırladılar. Vicdanlarını değişik gerekçelerle rahatlatmaya çalıştılar. Bunu belki yeterince başaramadılar, ancak çoğu kahredici, yaralayıcı bir suskunluğa gömüldüler.

Yıllar boyu çalıştıkları, gençliklerini, hayallerini harcadıkları, ömürlerinin en verimli yıllarını tükettikleri davalarını az bir pahaya satmak yaralayıcı olmalı.

Hz. Ebubekir’in ahlakı, Hz. Ömer’in adaleti, Hz. Hüseyin’in şehadeti, Hz. Ali’nin fedakârlığı, Hz. Ebu Zer’in özgürlük arayışından dem vuranların asıl niyetleri zaman içinde ortaya çıktı. Döküldüler, değiştiler, başkalaştılar.

Serbest kıyafet eylemi yapan yol arkadaşlarının sıradan bir makam ele geçirdiklerinde kravat ile resim çektirip sanal âlemde paylaşmasına bile alıştık. Kemalizm’e daima mesafeli bakan siyasilerin yeni bir siyasal arayışa girdiklerinde farklı bir anlayışı dillendirmeleri şaşırtıcı bir davranış modeli olmaktan çıktı.

Tek tesellimiz, kalplerde olan en küçük hesabın bile gizlenemeyeceği adalet gününe olan inancımızdır. Bütün bu başkalaşmalara karşın, basit dünya menfaatleri için ahlak ve onurunda taviz vermeyen ve idealleri uğruna ömür tüketenlerin varlığı da ümit vericidir. Onlar çeşitli ayak oyunlarıyla elde edecekleri bir makamın peşine düşmediler. Basit bir siyasal çıkar için dava arkadaşlarına iftira atmadılar. Onlar idealleri uğruna arayışa devam ettiler. Bütün bu ibret verici serüvenin sonucu, hiçbir davanın ahlaki bir zemin olmadan başarılı olamayacağı gerçeğinin kabulü oldu.

Düzeni değiştirmek üzere yola çıkanların, eleştirdikleri sistemin kodlarının savunucusu olmalarını nasıl anlamlandırmak gerekir? Başarılı olamamalarının ve sonunda sisteme entegre olmalarının temel sebebi ne idi? Kuşkusuz bu derin bir özeleştiri faaliyetini zorunlu kılmaktadır. Sahip oldukları Türkiye okuması mı yanlıştı, ideolojik anlayışları mı Türkiye ve dünya gerçekleriyle uyuşmuyordu, eleştirdikleri sistem mi doğruydu, yoksa asıl amaçları sistemi değiştirmek değil, iktidarı ele geçirerek devletin hazinesinden beslenmek miydi?

Öyle görülüyor ki, Türkiye’deki çok az istisna hariç ideolojilerin yol haritası, yola çıkarken idealist yolculukta realist, yolun sonunda pragmatist olmaktı. Bu durum Türkiye siyasetinin temel sorununun bilgi değil, ahlak sorunu olduğunu göstermektedir.

Türkiye siyasetinde yaşanan önemli sorunlardan biri de İslami idealler ile yola çıkanlar arasındaki derin uyumsuzluktur. Teorik ve ideal anlamda bir Müslümanın diğer Müslümana zulüm etmesi kabul edilebilir değildir. Ancak tarihsel süreçte bunun örnekleri fazlasıyla vardır. Cemel, Sıffin, Kerbela ve Harre olayları bu çatışmanın yarattığı trajik durumun örnekleridir. Bu olaylar gösteriyor ki, kendini dindar olarak tanımlayan gruplar da zulmün tarafı olabilirler. FETÖ, IŞİD, Bako Haram ve bir dönem Türkiye’de karanlık işlere bulaşan Hizbullah deneyimi buna örneklik oluşturur.

Türkiyeli bazı Müslüman grupların kelami anlayışları da davranış kodlarını etkilemektedir. Özellikle Mehdi’nin gelişiyle dertlerin sona ereceği inancı hem Müslümanların adil bir toplum arayışını meçhul bir geleceğe ertelemekte, hem de onları yaşadıkları dönemin yakıcı sorunlarından uzaklaştırarak topluma yabancılaştırmaktadır.

Küresel ölçekte insanlığı yakıp kavuran ahlak, adalet, çatışma, savaş, hukuk, zulüm, sömürü gibi sorunlar yerine “Mehdi” konusuna yönelmek ve onu imanı bir konu haline getirmek sorunlu bir dindarlığın işaretidir. Aliya İzzetbegoviç haklı bir gerçeğe işaret etmektedir: “Mehdi, bizim tembelliğimizin adıdır.”

Dindarların yöneleceği öncelikli sorunlar gelir dağılımı adaletsizliği, hukuksuzluk, yolsuzluk, mezhep çatışmaları, ekonomik dengesizlikler, dini ve etnik çatışmaların yaratığı travmalar ve göçmen sorunudur.

Türkiyeli Müslümanların bir önemli sorunu da eleştiri ile tekfir yaklaşımını karıştırmalarıdır. Farklı fikirleri olgunlukla karşılamak yerine tekfir ve hakaret edenlerin varlığı önemli bir sorun alanıdır. Fatma Barbarasoğlu, sanal âlemde yorum yapmak yerine hakareti tercih edenlerin ruh halini iyi analiz etmiştir: “Okuduğunu anlamayan, anlamadığı metin üzerinden yazarına hakaret edenlerin sayısı gittikçe artıyor. Mesele ahlaki mi yoksa mental mi? Korkarım her ikisi de… Algı düzeyi düşük, anladığını genellikle yanlış anlayan insanlar daha saldırgan oluyor…”(1)

Dini yapıların siyaset ile kurdukları ilişki de son derece sorunludur. “Günümüz Türkiye’sindeki hâkim Sünni İslam’ın tarikat, cemaat görünümündeki kurumsal temsilcilerinin karakteristik özelliği genelde siyaset, özelde siyasi iktidar ile sıkı ilişki kurmak ve temsil ettikleri kurumsal yapıların oy potansiyelini özellikle seçim zamanlarında sıkı pazarlık konusu yaparak siyasi iktidar ve devlet kurumları üzerinde baskı oluşturmak şeklinde ifade edilebilir.”(2) Bu durum cemaatleri birer ahlaki yapı olmaktan uzaklaştırıp, menfaatleri peşinde koşan yapılara dönüştürmektedir. Siyaseti cemaatlerine mevzi kazandırmanın aracı olarak görmektedirler.

Devamı >>>




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —