Ortak olmayı çok arzu ettiğim bayram coşkuları

Fehmi Koru Yazdı;

Ortak olmayı çok arzu ettiğim bayram coşkuları

Ahmet Taşgetiren bugünkü Karar’da Ramazan’ı gündüzü ve gecesiyle ibadet coşkusu içerisinde yaşayanların hislerine kendi şahsından hareketle tanıklık etmekte. Ramazan boyunca teravih namazlarını farklı camilerde, bayram namazını ise yaşadığı mahallenin camisinde kılmış, hepsinden coşkulu hislerle ayrılmış.

Karar yazarının anlattıkları bana Yahya Kemal’in ‘‘Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede / Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye’de’’ mısralarıyla başlayan ‘Süleymaniye’de bayram sabahı’ şiirini ve şairin kendi deyimiyle ‘frenk hayatının gecesi’ ardından hiç uyumadan gittiği Büyükada’daki camide yaşadığı derin ruh uyanışını anlattığı ‘Ezansız semtler’ başlıklı yazısını hatırlattı.

Şair camiden ‘‘O sabah gönlüm her zamandan fazla açıktı’’ hissiyle ayrıldığını özellikle belirtir.   

Biraz da o düşünceyle okuduğum için olmalı, Ahmet Taşgetiren’in yazısı beni sevindirdi, mutlu etti.

Mutlu etti çünkü, benim dün sabah katıldığım bayram namazı ile ilgili kişisel gözlemim ve ardından bayramlaşma sırasında dinlediklerimin bende uyandırdığı hisler biraz değişik.

Genellikle bayramları ailece İzmir’de geçiririz. Çoluk-çocuk mümkün olduğunca yaşadığımız yerleri birkaç günlüğüne olsun terk eder, aile bağlarımızı bütünüyle koparmamak için bayramda İzmir’de buluşuruz.

Bayram namazını da biz erkekler kaldığımız yere en yakın camide kılarız.

Gene öyle yaptık.

[Uzun sayılabilecek süreler kaldığım Batılı ülkelerde, bayram namazlarına erkekler kadar kadınlar da ilgi gösterir, o güne özel ayrılan ibadet mahallerine gelir, namaza da kendilerine ayrılan yerde katılırlardı. Namaz sonrası, oralarda, kadınlı-erkekli mutluluğun birlikte yaşandığı etkinliklere sahne olur. Bizde ise -bu arada yaşadığım ve bildiğim müslüman ülkelerde de- bayram namazları yalnızca erkeklere ait. Neden, bilen var mı?

İzmir’deyiz ve bayramda namaz için her zamanki mescide gittik.

Çok değil birkaç yıl öncesine kadar, namaz vaktine az kala gittiğimizde, mescid tıka basa dolu olur, kalabalıktan içeriye giremez, evlerden getirdiğimiz seccadeleri dışarıda bulduğumuz yere serer, ancak öyle namaz kılabilirdik.

Her yaştan cami cemaatıyla…

Gençlerin çokluğu hep dikkatimi çekerdi.

Dün aynı mescide namaza 20 dakika kala gittiğimizde içeride en fazla 25 kişi vardı. Cemaat vaizin vaazının bitimi ve namazın başlangıcına doğru çoğaldı. Namaza durulduğunda, özellikle dikkat ettim, mescidin yarıdan fazlası boş kalmıştı.

Gençler ise yok denecek kadar azdı.

Herhalde bu sebeple olacak, kendisi de bayağı genç olan vaiz, kürsüden cemaate, dinimize göre ‘Z kuşağı’ diye bir şey olamayacağını anlatıyordu.

Üzüldüm.

Akşam üzeri dostlarla her zamanki bayramlaşma buluşmamızda üzüntümü ve hüznümü daha da artıracak şeyler dinledim.

Bir araya geldiğimizde, biraz da benim ‘‘Bu bayram günü şerefine sohbetimizi politika dışı konularla sınırlı tutalım’’ uyarımla, kişisel gözlemlerin ağırlık taşıdığı ayrıntılara dalındı. O sayede bilebilecek durumda olan bir dostun ‘Z kuşağı’ da denilen günümüz gençleriyle ilgili kişisel gözlemlerini dinleyebildik.

Ayrıntıya girmeyeceğim. Dinlediklerimin dini konularda hassas insanları rahatsız edecek gözlemler olduğunu söylemekle yetineceğim. Dostumun anlattıklarını onunla benzer konumda bulunan bir başka dost da onayladı. 

Sonunda içimizden biri, ‘‘Nasıl oldu da böyle bir noktaya gelindi?’’ sorusunu sordu da kendimize gelebildik.

Soruya cevap teşkil etmek üzere ağızlardan çıkan gerekçelerin tamamen politika ağırlıklı olduğunu görünce, en başta koyduğum konu sınırlamasını yeniden hatırlatmak zorunda kaldım.

Benim Ahmet Taşgetiren’in yazısına hakim olan coşkuyla pek uyuşmayan düne ve günümüze ait gözlemim, umarım, ülke genelini yansıtmıyordur. 

Zaten o sebeple de, yazımı buraya kadar okuma zahmetine katılanlara, gönüllerini ferah tutmalarını sağlamak amacıyla, kendisinin ‘Ortak coşkularımız’ başlıklı yazısının giriş bölümünü sunmak istiyorum.

Okuyalım:

‘‘Bayram namazını evimizin yakınındaki camide kıldık. Namazdan önce hocaefendi vaaz verdi. Ramazan’da kazanılan iyiliklerin – güzelliklerin Ramazan sonrasında da devam ettirilmesi uyarısında bulundu.

Namazdan sonra Hoca bayram hutbesi için minbere çıkıncaya kadar tüm cemaat tekbir getirdi. Itri’nin bestelediği o tekbir muhteşemdir. ‘Allahüekber Allahüekber. Lâilâhe illallahü vallahü ekber. Allahüekber ve lillahilhamd.’ Çocuklar bile katılır o tekbire, yürekten. Gençler katılıyor. Yani biliyorlar. Tüm cemaat, ahenk içinde tekbiri tekrarladık. Hutbede hoca, Alvarlı Efe Hazretlerinin “Bayram o bayram ola” dizelerinden yola çıkarak bayramın getirmesini dilediği iyilikleri hatırlattı. Küskünlerin barışması, anne-babaların hukukuna riayet, ebediyete gönderilenlere vefa gibi Müslüman bir toplumun erdemlerine işaret etti.

Vaazlarda, hutbelerde genelde kaybedilenler, yeniden arananlar dillendirilir. Ben ona ‘İslam’ın güzellikleri ile oluşan açı farkları’ diyorum. Bu açı farklarının giderilmesi ve her daim İslam’ın getirdiği erdemlerle yaşamak gittikçe daha çok hassasiyet gösterilmesi gereken bir mesele haline geliyor.

Ramazan’da bizim ülkemizde bir ‘Teravih coşkusu’ yaşandığı bilinir. Anneler, babalar, çocuklar, iftardan sonra yakın – uzak camilere teravih yolculuğuna çıkarlar. Bu da bizim ülkemizin – insanımızın oluşturduğu Ramazan medeniyetinin güzel görüntülerindendir.

Ramazan’ı işlemişiz gergef gergef. Toplum olmak, millet olmak böyle bir şey. Bunlar sert olmayan, keskin olmayan mesajlarıyla yürekleri dokuyan ve bizi bir arada tutan manevi harçlarımız. Keskinleşmeler, İslam’ın bu manevi iklimini dağıtıyor ve toplumu ayrıştırıyor.

Pandeminin etkisi olmuş mudur, muhtemelen, bu süreçte cami – insan ilişkilerinde de inkıtalar gerçekleşti. Camilerde teravih namazlarında da bunun yansımaları olmuş gibi. Birkaçı istisna, teravih namazlarını camilerde kıldık eşimle birlikte. Bazı akşamlar, büyük oğlumuz Çağrı’nın refakatinde, büyük camilere gittik. İlk gün Çamlıca Camii’ne, sonraki günler Üsküdar Yeni Valide Camii’ne, sonra Beylerbeyi’ne, sonra Büyük Selimiye’ye vs… Birçoğunu evimizin yakınındaki camide eda ettik teravihin.

Evimizin yakınındaki caminin hocası dahil, tüm camilerde gerçekten hocaların, müezzinlerin kıraatleri – tilavetleri son derece güzel. Öyle, jet imama rastlamadık. Son derece düzgün kıraatlerle kılındı namazlar. Evet, kısa sureler ya da kısa ayetler okundu, ama rükular secdeler adabı erkanı içinde yapıldı.’’

Ne kadar güzel hisler, değil mi?