Coğrafyanın sesine kulak verdiğimizde, Ortadoğu’nun çizilen yapay sınırlar ile biri birinden ayrılması, beraberinde büyük problemler getirmiş ve deyim yerindeyse adeta kaynayan bir kazan haline gelmiştir.
Birinci Dünya Savaşı’ndan olumsuz anlamda ve en çok etkilenen devletlerin biri ve belki de en başta geleni, kuşkusuz Osmanlı devletidir. Savaş sonunda topraklarının büyük kısmını kaybeden ve daha sonra yıkılan Osmanlı Devleti’nden geriye kalan birbirinden koparılmış Ortadoğu halkları ve şehirleri kalmıştır. Sınırları başkaları tarafından çizilen yapay devletçikler, bir türlü huzur ve mutluluğu elde edememiş, sürekli inanç ve mezhep kavgalarının cereyan ettiği bir alan halinde günümüze kadar gelmiştir.
Ortadoğu’da iktidarlarını sürdüren ve sınırları Batılı devletler tarafından çizilen bu devletler, her defasında kendi asli hüviyetlerine kavuşacakları yerde, birbirinden biraz daha uzaklaşmakta ve emperyalist devletlerin at koşturduğu alan haline gelmektedir. Şair diyor ki: ” Dicle niçin, Fırat niçin bende doğar, bana dökülmez?” Arif Nihat Asya’nın bir şiiridir bu… Evet Fırat, Dicle bizde doğuyor, ama bize dökülmüyor. Şimdi biz böyle düşünürken Araplar da şöyle düşünüyorlar: ” Fırat ve Dicle benim can damarım, neden bende doğmasın, neden yarısı benden dışarıda kalsın?” İşte bu durum, yapay parçalanmanın bir sonucudur. Siz Fırat ve Dicle’yi bıçakla kesebilir misiniz? Burası senin, burası benim diyebilir misiniz? Oysa Fırat ve Dicle, şırıltılarıyla ve gürül gürül akan güçleriyle, kendi mecralarında akıp giderken, bize diyorlar ki: “Sen nasıl parçalanamazsan, bir bütünsen, ben de bir bütün olarak yalnız Türk’ün, yalnız Arab’ın, yalnız Kürd’ün değilim. Hiç kimse bana tek başına sahip çıkmasın. Ben, Ortadoğu halklarının suyuyum, onların can damarıyım. Siz de bundan ibret almalı ve parçalanmamalı ve bölünmemelisiniz.” İşte, Ortadoğu halklarına coğrafya böyle sesleniyor. Öyleyse yapılacak adilane bir paylaşım ve bölüşüm, bu coğrafyada herkesin inanç, düşünce ve yaşantısına göre bir idarenin oluşturulması ve hayata geçirilmesidir. Bu da zorunlu olarak Ortadoğu’da bulunan devletlerin kendi bünyelerine uygun olarak yerelden yönetim ve federasyon çatısı altında yer almalarıdır.
Fincancı katırları ürkütsek de bir gerçeği dile getirmek zorundayız. Bir benzetme yapacak olursak, adeta kıyamet kopmuş ve güneş New York’tan doğuyor, Paris’ten doğuyor, Londra’dan doğuyor Berlin’den doğuyor ve Ortadoğu’da batıyor. Bu durum aslında aklın kabul edebileceği bir durum değildir. Nasıl fizik âleminde güneş doğudan doğup batıdan batıyorsa, aynı şekilde bilim güneşi, inanç güneşi ve ahlak güneşi ki,- uygarlığın temelini teşkil eden bu üç güneş- mutlaka doğudan doğmalı ve batacaksa New York’ta, Paris’te, Londra’da ve Berlin’de batmalıdır.
Ortadoğu coğrafyasında diri kalmanın, çürümemenin, sağlamca yere basmanın tek yolu, vakti ve zamanı yerli yerince kullanmak ve fırsatları değerlendirmektir. Ortadoğu halkları ortaya çıkan bu fırsatları değerlendirirse yoluna devam edecek, aksi takdirde çözemedikleri problemler, bir sonraki merhalede, bir sonraki zamanda, bir sonraki karışıklık anında ve bir sonraki kavga ve paylaşım sofrasında yine karşılarına çıkacaktır.
Ortadoğu halkları, puslu ve bulanık iklime ve bunalıma son vererek bugün içine düştükleri ezik, silik ve pasif durumdan çıkıp aktif, dinamik, Doğudan ve Batıdan haberli, fakat temelde hep kendi gücüne dayanarak olumlu ve yapıcı bir durumla yol almaları, akıl ve mantığa uygun düşen en sağlam bir anlayış ve davranıştır.
Kaynak: Farklı Bakış