Orta Doğu’da Kırılgan Denge

Ersin Tek yazdı:

Orta Doğu’da Kırılgan Denge

Orta Doğu’da şu anda İsrail, İran ve ABD arasında kırılgan bir ateşkes hüküm sürmektedir. Bu geçici duraklama, bölgedeki güç dengelerini ve farklı aktörlerin pozisyonlarını daha net analiz etme imkânı tanımaktadır.

İran, ABD ve İsrail arasındaki çatışma Körfez ülkelerinin tümünü doğrudan ya da dolaylı biçimde etkilemektedir. Bu bağlamda, en dikkat çeken aktör, geleneksel olarak Sünni eksende yer alan ve birçok bölgesel çatışmada Şii İran’a karşı konumlanan Suudi Arabistan’dır. Yemen İç Savaşı örneğinde olduğu gibi, Suudi Arabistan meşru hükümeti desteklerken, İran Husi isyancılarını desteklemiştir. Bu bölgesel vekâlet savaşları, Körfez ülkelerinin İran’a karşı duyduğu yapısal güvensizliği pekiştirmiştir.

İran’ın siyasi ve dinî liderliği, ülkeyi İslam dünyasının lideri olarak konumlandırmaya çalışmaktadır. Bu iddia, Mekke ve Medine gibi kutsal şehirlerin hamiliğini üstlenen Suudi Arabistan’ın geleneksel otoritesine doğrudan meydan okumaktadır. Ancak 2023 yılında Çin’in arabuluculuğunda başlayan diplomatik normalleşme süreci, iki ülke arasında gerginliği azaltma yönünde önemli bir adım olmuştur.

Bununla birlikte, Suudi Arabistan hâlen ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiklerinden biridir. Ülkede ve diğer Körfez ülkelerinde ABD’ye ait birçok askerî üs bulunmaktadır. İran’ın, Katar’daki El Udeyd Hava Üssü’ne düzenlediği saldırı, bu üslerin potansiyel hedefler arasında olduğunu açıkça göstermektedir. Körfez ülkeleri için bu durum, güvenlik mimarisinin yeniden düşünülmesini zorunlu kılmaktadır.

İran’ın geçmişte Saudi Aramco petrol tesislerine düzenlediği saldırılar, ekonomik altyapının da çatışmalarda hedef hâline gelebileceğini göstermiştir. Hürmüz Boğazı gibi stratejik geçitlerde olası İran müdahaleleri, küresel enerji piyasasını derinden etkileyebilir. Bu tür riskler, BAE gibi diğer Körfez ülkelerini de tedirgin etmektedir. Özetle, Körfez ülkeleri denge siyaseti güderken, İran’la doğrudan çatışmaya girmekten kaçınmakta; ancak Tahran’ın vekil aktörler yoluyla yürüttüğü stratejiden endişe duymaktadır.

İran, uzun süredir Lübnan’da Hizbullah, Yemen’de Husi isyancılar, Filistin’de Hamas ve Irak-Suriye hattında çeşitli Şii milis grupları destekleyerek bölgesel nüfuzunu artırmaya çalışmıştır. Ancak son gelişmeler bu vekil ağın ciddi biçimde zayıfladığını göstermektedir. İsrail’in son Gazze ve Lübnan operasyonları, Hizbullah ve Hamas’ın etkinliğini büyük oranda sınırlamıştır. Özellikle Gazze’de yaşanan yıkım, Hamas’ın siyasi ve askerî varlığını tehdit etmektedir.

Suriye’de Esad rejiminin gücünü kaybetmesi, İran’ın Şam üzerindeki etkisini de zayıflatmıştır. Yeni hükümetin iç konsolidasyona odaklanması, İran’ın oradaki operasyonel gücünü sınırlamaktadır. Irak’ta ise hükümetin, İran destekli grupların ABD üslerine saldırmasını önlemeye çalıştığı bildirilmektedir. Yemen’deki Husiler, deniz taşımacılığını tehdit edebilecek kapasiteye sahip olmalarına rağmen, ABD ile Mart ayında sağlanan ateşkes sonrası sessizliğe bürünmüştür.

Genel olarak, İran’ın bölgedeki vekil ağının stratejik değeri azalmakta; bu yapı daha çok sembolik ve psikolojik caydırıcılığa dayalı bir konumda bulunmaktadır.

Türkiye, İran’la hem sınır komşusudur hem de tarihsel olarak rekabet hâlindedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına sert çıkışlar yaparken, İran’a karşı da ihtiyatlı bir çizgi izlemektedir. İran’ın Suriye’de Esad rejimini desteklemesi ve Türkiye’nin Kürd gruplara yönelik operasyonlarını tehdit olarak görmesi, iki ülke arasında güven krizine yol açmaktadır. Ayrıca, İran’ın Türkiye’yi “pan-Türkçü emeller” beslemekle suçlaması, etnik gerilimleri beslemektedir.

Buna karşılık, Türkiye NATO üyesidir ve bu konumu nedeniyle ABD ve Batı ittifakı ile yapısal ilişkilerini korumaktadır. Türkiye’nin ana endişesi ise mülteci akınlarıdır. İran’da yaşanabilecek büyük bir rejim değişikliği veya iç savaş, milyonlarca mültecinin Türkiye sınırına yığılmasına neden olabilir. Bu durum, Avrupa’ya da sıçrayabilecek yeni bir insani kriz dalgası anlamına gelmektedir.

Rusya, Orta Doğu’daki mevcut krizi hem bir fırsat hem de bir tehdit olarak görmektedir. Petrol fiyatlarının yükselmesi, Ukrayna savaşında yıpranan Rus ekonomisini kısmen rahatlatabilir. Ancak Suriye’de Esad rejiminin çökmesi ve İran’ın zayıflaması, Moskova’nın Orta Doğu’daki iki önemli müttefikini kısa sürede kaybetmesi anlamına gelir.

İran, Rusya’ya özellikle insansız hava araçları tedarikiyle Ukrayna savaşında önemli katkı sunmuştur. İki ülke 2025’te 20 yıllık stratejik bir iş birliği anlaşması imzalamıştır. Ancak bu ilişki, Rusya’nın İsrail ile olan temkinli ilişkilerini de tehlikeye atmaktadır. İsrail, bugüne kadar Rusya’nın Ukrayna işgalini doğrudan kınamaktan kaçınmış, hatta Ukrayna’ya sınırlı yardımda bulunmuştur. Rusya’nın İran’a açık bir askerî destek vermesi, bu dengeyi bozabilir.

Putin, bir yandan İsrail’de yaşayan Rusya kökenli Yahudiler üzerinden kültürel bağları vurgulamakta, öte yandan ABD’nin İran’a yönelik önleyici saldırılarına karşı da tepki vermeye zorlanmaktadır. Moskova, doğrudan taraf olmadan nüfuzunu koruma çabası içindedir.

İran, Çin’in önemli petrol tedarikçilerinden biridir. Batı’nın uyguladığı yaptırımlar nedeniyle İran’dan rahatça petrol alabilen Çin, buna karşılık İran altyapısına yatırım yapmış ve 2021 yılında kapsamlı bir iş birliği anlaşması imzalamıştır. İran, Çin’in “Kuşak-Yol Projesi” açısından stratejik bir köprü konumundadır.

Ancak Çin, Orta Doğu’da askerî üs bulundurmamakta ve güvenlik risklerine doğrudan müdahil olmamaktadır. İran’daki istikrarsızlık, Çin için hayati bir güvenlik meselesi değil, bir ekonomik sapma riski olarak görülmektedir. Pekin, İran’dan gelecek arzda sorun yaşanması hâlinde alternatif petrol tedarikçilerine yönelebilecek kapasiteye sahiptir. Bununla birlikte, Çin açısından da Batılı müttefiklerin İran gibi ülkeleri “sonuçsuz biçimde bombalayabilmesi”, çok kutupluluk iddialarını zedeleyici bir durum olarak okunabilir.

Sonuç olarak; Orta Doğu’daki çatışmalar, sadece bölgesel değil, küresel aktörlerin stratejilerini de doğrudan etkilemektedir. Körfez ülkeleri, enerji güvenliği ve iç istikrar kaygısıyla hareket etmekte; Türkiye, hem insani hem de jeopolitik risklerle yüzleşmektedir. İran’ın vekil güçleri etkisini yitirirken, Rusya ve Çin gibi büyük güçler ise denge ve çıkar oyunlarını dikkatle oynamaktadır. Kırılgan ateşkesin devam edip etmeyeceği, bölgeyi şekillendirecek yeni krizlerin habercisi olabilir.

 

Kaynak: farklı bakış