Tarih: 22.07.2021 13:04

Op. Dr. Oytun İdil: Tersine Evrim!

Facebook Twitter Linked-in

Bu yazıyı ne zamandır yazmayı istiyordum. Son zamanlarda izlediğim bazı belgeseller, fikrimin daha da olgunlaşmasını sağladı. Belki farkında değilsiniz ama insanoğlu son yüzyıl içinde hiç olmadığı kadar barbarlaştı, medeniyetten uzaklaştı. Çevreme baktığımda “olması gerektiği gibi bir medeniyet” görmüyorum. Net bir şekilde bir “tersine evrim” yaşıyoruz. “Teknolojik olarak geliştik zannederken”, “medeniyette ilerledik ve uzay çağına eriştik zannederken” çook yanlış bir yola girdik ve medenileşeceğimize doğadan, insanlıktan uzaklaştık. Bu günahımızın cezasını da bizimle birlikte tüm “dünya gezegeni” ve “bu gezegeni paylaştığımız diğer canlılar” çekiyor. Çok acı. Yazının sonunda benimle aynı fikirde olacağınıza eminim.

“Dünya” yerine “dünya gezegeni” diyorum, çünkü “dünya” dediğinizde sanki dünyanın, insanlığın malı olduğu ve istediğimiz gibi tüketebileceğimiz gibi bir algı oluşuyor. Halbuki “dünya gezegeni” bizim yegane evimiz. Uçsuz bucaksız uzay boşluğunda böyle harika bir “gezegen” üzerinde yaşadığımız için kendimizi çok şanslı saymalı ve ona gözümüz gibi bakmalıyız. Gerçek maalesef tam tersi. Dünya gezegenini tüketip, başka gezegenleri istila etme derdindeyiz. İnsanlığın medeniyet yolundaki rotası bu olmamalıydı..

Yıl 2012.. Antarktika gezimizde sıradışı bir olay oldu. O sabah kahvaltıdan sonra terkedeceğimiz koyda gemimizin çevresinde sürü halinde kambur balinalar dolaşmaya başlamıştı (bahsettiğim olayın videosu için şu linke bakınız: https://youtu.be/xLI0upNSsHs?t=486). Kaptan şöyle bir anons yaptı: “gemimizin çevresinde balinalar bulunuyor. Bugünkü programımız, bu sıradışı olay sebebiyle değişti. Koyu terketmeyeceğiz. Bir keşif ekibi botla balinaların yanına inecek. Güvenli olduğuna kanaat getirirlerse, tüm misafirlerimizi botlarla balinaların yanına indireceğiz..” Keşif ekibi dediği, okyanus bilimciler, profesyonel fotoğrafçılar, zooloji uzmanları ve national geographic kaşifleri.. Ben bu anonsu duyar duymaz kahvaltıdan kalkıp botlara binilen güverteye fırladım. O alt güverteye vardığımda, gezi boyunca tanıştığımız okyanus bilimciler, N. geographic gezginleri filan “wet suit” denen kıyafetleri giyiyorlardı. Wet suit denen kıyafetler, tek parça, tüm vücudunuzu boynunuza kadar koruyan özel bir kıyafet. En önemli özelliği, su geçirmez olması ve sizi soğuğa karşı bir süre koruması. Denize düşerseniz sizi boğulmaya ve soğuk şokuna karşı bir süre koruyor (antarktika kıyılarında olduğumuzu hatırlatırım). Bu kıyafetleri giymemiz zorunlu idi, çünkü balinaların botları devirmeyeceğinden kimse emin değildi. Güverteye vardığımda kimse bana “sen de kimsin, bilim adamı mısın?” diye sormadığından, ben de bu ekibin arasına karıştım ve bota atladım. Denizde yaklaşık 1 saat kaldık. Balinalar bazen bizden uzaklaştı, peşlerine düştük; bazen onlar bize yaklaştı.. Bu bir saat içinde beni, hayatım boyunca etkileyecek bir olay oldu. Bunun görüntülerini yukarıda linkini verdiğim videoda izleyebilirsiniz. Denize ilk olarak bilim ekibinin indirilmesi güvenlik amacıylaydı. Balinaların bizim için bir tehdit oluşturup oluşturmadıklarına bakılacaktı. Balinalar sürekli çevremizde dolaştılar, bizden uzaklaşıp beslendiler. Beslenmek için denizin derinliklerinden ağızları açık şekilde suyun yüzeyine çıkıyorlar; bu sırada suyu ağızları ile süzüp planktonlarla besleniyorlar. Bu sırada deniz yüzeyinde anaforlar oluşuyor. Bu şekilde beslenirken hep bize uzak durdular. Bir ara bizim bota doğru 2 balinanın geldiğini gördüm. Sonra üçüncü balinayı da gördüm! Tam 3 kambur balina bizim ufacık botumuza doğru geliyordu. Ufak bir kuyruk darbesi ile botumuzu havaya fırlatmaları işten değildi. Tam o sırada tırsmış bir ses tonuyla “Can they hit us?” diyen kişi benim; videoda görebilirsiniz. Ama ne oldu biliyor musunuz? Bu 3 kambur balina tam botumuzun dibinde suya tekrar daldılar.. Sonra? Biz “nerede bunlar?” derken botumuzun altından geçip diğer tarafta tekrar su yüzeyine çıktılar. İnanılmaz bir olaydı!. Balinalar isteseler botumuzla top gibi oynar, hepimizi havaya fırlatabilirlerdi, ama yapmadılar. Bizi selamlar gibi bir taraftan yaklaşıp, nazikçe altımızdan geçip, diğer taraftan su yüzeyine çıktılar. Bu tesadüf olamaz! Son derece zeki canlılar ve bizim farkımızdalar. Bizimle iletişim kuruyorlardı! Herhalde uzaylı bir ırk, insanoğlu ile iletişim kursa aynı böyle hissederim. O gün tüm gezginler defalarca kez botlarla balinaların yanına indirildi. Tek bir kez bile bir kaza, bir çarpışma olmadı. Hantal görünen o dev cüsseli balinalar, bütün gün, son derece nazik bir biçimde gezginlerle iletişim kurdu. O gün anladım ki biz bu gezegenin hakimi değiliz. “Uzayda süzülen dünya gezegenini, üzerinde yaşayan milyonlarca zeki canlı türü ile paylaşıyoruz”..

2005 yılında 3 günlüğüne Parisde bir estetik kursuna gitmiştim. Onu saymazsak ilk yurtdışı gezim 2011 yılında kuzey kutbuna gidişimdi. Gezmeye kuzey kutbundan başladım, 2012 de Antarktikaya giderek devam ettim. Bu gezilerimde şehir hayatından uzaklaşmak, hatta medeniyetten uzaklaşmak (devlet otoritesi, sosyal hayat, şehir hayatının yapaylığından uzaklaşmak) ve doğaya yakın olmak; balinalarla etkileşmek, benim bazı şeylerin farkına varmama yol açtı. Anladım ki biz çok ama çok güzel bir gezegeni, üzerindeki diğer zeki canlılarla birlikte paylaşıyoruz. Kendimizi canlıların piramitinin en tepesinde görüyoruz. Gerçek öyle değil! Bu gezegen bize ait değil! Bu gezegeni istediğimiz gibi “tüketemeyiz”! Hayvan dediğimiz diğer canlıların bir çoğu en az bizim kadar zeki. Buna emin olun. Sadece biz hayvanlarla iletişim kurmayı bilmiyoruz (beceremiyoruz). Onlardan üstün de değiliz. Her hayvan türünün yaşayabileceği bir doğal ortamı var ve buna saygı göstermeliyiz. Gerçekte olan, maalesef tam tersi. Kendimizi dünyanın en üstün canlısı olarak görüyoruz ve tüm diğer canlıları kendimizde aşağı görüyoruz. Emin olun bu çok ciddi bir yanılgı ve bu yanılgımızın farkına vardığımızda çok geç olabilir.

Biraz daha popüler örnekler vereyim. İnternette kedi videoları neden bu kadar popülerdir hiç düşündünüz mü? Bunun sebebi sadece kedilerin sevimli olması değil. İnsanoğlu etkileşim kurduğu şeyleri sever. Bir şey yaparsın, karşındaki şey sana kendince bir reaksiyon gösterirse bu hoşuna gider. Bence insanların otomobil sevdası da bu yüzdendir. Toplumda bir statü göstergesi olmasının ötesinde bir otomobil, insana çok hoşuna gidecek bir etkileşim imkanı sunar. Pedala hafif bir basmakla seni onlarca kilometre hızla bir yerden bir yere götürür. Motorun sesi, elde ettiğin hız, sürücüyü mutlu eder, çünkü sürücü motorla etkileşmiştir. Motorla karşılıklı bir iletişim kurarsın. Bu etkileşimi abartan kişiler otomobilleri ile karşılıklı duygusal bir bağ bile kuruyor. Bir tanıdığım otomobiline binenlere galoş verirdi mesela.. Aynı şekilde bana göre insanların bilgisayar, tablet sevgisi de bu “etkileşim” hissinden kaynaklanıyor. Webde ufak bir gezinti ile film izleyebiliyorsun, maillerine bakabiliyorsun, fotoğraf çekip bunları sosyal medyada paylaşabiliyorsun. Yani o bilgisayarla, tabletle etkileşiyorsun. Her şey parmaklarının ucunda!. Ufak bir hareket yapıyorsun, karşılık alıyorsun. Sanki karşındaki zeki bir varlıkmış gibi (yalan da değil, yapay zeka diye bir şey var).. Kedi videolarının bu kadar sevilme sebebi de bence “etkileşmenin verdiği zevk”tir. Kediler hem hemen her yerde bulunan canlılardır, hem de çok sosyal hayvanlardır. Onlara yaptığınız hareketlere anlamlı tepkiler verirler. Bir de sevimliliklerini hesaba katarsanız neden kedi videolarının bu kadar çok sevildiği ortaya çıkar. Bir ev kedisini kızdırırsanız size tepki olarak manalı cevaplar verecektir. Ben de bir kedi sahibiyim. Kedimiz eğer anlam veremediğimiz bir harekette bulunuyorsa, ortalıkta anlamadığımız bir sorun olduğunu öğrendim artık. Sorun onun anlatışında değil; o elinden geldiğince anlatmaya çalışıyor. Sorun bizim anlamamamızda. İlk yıllarda bir gün baktım, Şermin (kedimiz) çöp kutusunun yanına dışkılamış. Neden böyle yaptı derken anladık ki kum kabı idrarla çok kirlendiği için kum kabına yapmamış tuvaletini. O zamanlar şeker hastası olduğunu daha bilmiyorduk. Kum kabı aşırı idrarla çok kirlendiği için kum kabına yapmamıştı. Peki neden çöp kutusunun yanına yapmıştı tuvaletini? Çok belli değil mi? Çöp kutusunun çöpler için kullanıldığını ve o çöplerin atıldığını görüyordu. Kum kabı müsait değilse en uygun yer tabii ki çöp kutusu yada çöp kutusunun yanı idi. Kediler ve köpekler şehir hayatında en sık karşılaştığımız canlılardır ve bizimle iletişim kurarlar. Bu yüzden internette en çok sevilen videolar kedi-köpek videolarıdır. Onlarla etkileşime girdiğimizi görmek bizi mutlu ediyor. Karşımızdaki canlının zeki bir varlık olması ve bize kendince tepki vermesine bayılıyoruz. Ama kaçırdığımız bir şey var.. Özellikle şu medeni yaşam, şehir hayatı, gözümünü bu anlamda kör etmiş. Sadece kedi, köpekler değil; tüm canlılar bizimle iletişim kuruyor. Emin olun tüm canlılar iletişim kurup karşılıklı anlaşabileceğimiz kadar zekidir. Onları anlamıyorsak bu bizim suçumuz. Anlaşmayı bilmiyoruz demektir. İşte insanoğlunun medeniyet yolunda geldiği nokta: doğadan kopmak, kendini tüm canlı ekosistemin en üst noktasında görmek. Tüm “gezegenin” insanlara ait olduğunu sanmak. Doğa ile, doğanın zeki canlıları ile etkileşimin yerini otomobillerimiz ile, tablet bilgisayarlarımız ile etkileşim almış. Çok acı değil mi.. Bu bir tersine evrim değil de nedir?

Okyanusun ortasında ufak bir ülke büyüklüğünde çöp adaları oluşuyor..

Geyiklerin avlanma izninleri ihaleler ile satılıyor..

Hayvan haklarını koruduğunu iddia eden bir çok kuruluşun aslında gıda endüstrisinin dev firmaları adına çalıştığını ve hiç de hayvan haklarını korumak için çalışmadıklarını öğreniyoruz. Neden? Para için..

Artık radyasyonlu denizlerde yüzüyoruz. Yanılmıyorsam 1940 lı yıllarda pasifik adalarında başlayan nükleer denemeler yüzünden bazı tropik adalar ve çevresindeki denizler yaşanmaz hale geliyor. Fukuşhima’da oluşan nükleer felaket yüzünden radyasyonlu sular denizlere karışıyor ve tüm dünya denizlerini zehirliyor..

Göllerin su kaynaklarını kurutuyoruz ve binlerce göçmen kuş ölüyor..

Medeniyet yolunda bazı şeyler ters gitmiş ve yanlış yollara sapmışız. Ulaşmamız gereken medeniyet bu olmamalıydı.

Son yıllarda görüyorsunuz, özel firmalar sayesinde uzay yarışı hızlandı. Ülkeler aya gitmeye, marsda koloni kurmaya çalışıyor. Uzaya ticari geziler yapmaya başlanıyor. Bunlar bana çok saçma geliyor. Uzayda ne işimiz var? Marsda koloni kurmak için önce orayı terraforme etmeniz gerekecek; yani yaşanabilir bir atmosfer ve ekosistem oluşturulması gerekecek. Zaten üzerinde yaşadığımız son derece harika bir ekosistemi olan bir gezegen var. Bunu mahvetmişiz, gidip atmosferi ve canlılığı olmayan gezegenlerden medet umuyoruz. Bence insanlık, öncelikle üzerinde yaşadığımız gezegeni kurtarmalı, buradaki diğer canlılarla iletişim kurmalı; türlerin yokolmasını önlemek için çalışmalar yapmalı.. Bunları yaparsak, işte gerçek “üstün medeniyet” bu olur. Zaten harika bir gezegenimiz varken bunu mahvedip üzerindeki canlıları kendi malımız gibi görmek, bu sırada mahvetmek için başka gezegenler aramak, bana kelimenin tam manası ile “barbarlık” olarak geliyor. İnsanlık tersine bir evrim geçirdi ve yeni bir tür “barbarlık çağı” yaşıyor..

Şu an ayın ve marsın yüzeyi adım adım biliniyor. Her kraterin, her coğrafi bölgenin bir adı var. Peki okyanusların sadece 5% inin bilindiğini, kalan 95% inin daha incelenmediğini biliyor muydunuz? Uzayda ne işimiz var?..

Gezegenimizi üzerindeki diğer canlılarla paylaştığımızın daha farkında değiliz. Kendimizi tüm canlıların üstünde görüyoruz. Kediler bize anlamlı bir tepki verince heyecandan deliriyoruz. Küstüm çiçeğinin yapraklarına dokunduğumuzda, yapraklarının kapandığını gördüğümüzde şaşırıyoruz; çünkü bitki bize reaksiyon veriyor.. Sonra gidip uzaylılarla iletişim kurmayı istiyoruz. Yahu daha kendi gezegenimizdeki diğer canlılarla iletişim kurmamışız! Uzaylılara ne zaman sıra geldi? Bu gezegeni milyonlarca başka canlı türü ile paylaştığımızın farkına varsak; bu canlıların soylarının tükenmesine karşı önlemler alsak; bu canlıları kendimizle eşit görüp haklarını korusak; ve ondan sonra uzayda akıllı-zeki canlılar arasak tamam.. Ama öyle olmuyor işte.. Önce kendi çevremizdeki zeki canlı türleri ile iletişim kurup onlardan daha üstün olmadığımızı farketmeliyiz. İşte o zaman medeniyette ilerledik diyebiliriz.. Geçen sene test edip onaylandığı gibi, pandemi sebebi ile 6 hafta insanların eve kapanması bile doğanın bir miktar canlanması ve kendine gelmesi için yetti. Doğaya zarar vermeyi bıraksak, o kendi yaralarını zaten kısa sürede saracak..

Medeniyet yolunda, yoldan çıktı insanlık. Doğru yola girmek için öncelikle üzerinde yaşadığımız bu güzel “dünya gezegeninin” değerini bilmeli, onu tüketmekten vazgeçmeliyiz. İnsanlık maalesef bu gezegendeki en istilacı canlı olduğundan sıkı bir nüfus kontrolü yapılmalı. Nesli tükenen ve tehlike altındaki türler korunmalı ve bu türlerin korunup sayılarının artırılacağı enstitüler kurulmalı. ABD de Okapilerin korunduğu ve sayılarının artırılmaya çalışıldığı bir enstitüyü ziyaret etme şansım olmuştu.. Okapi ler de nesli tehlike altındaki türlerden. Bence uzay çalışmalarına harcanan para asıl böyle merkezlerin kurulmasına harcanmalı. En azından bir süre. Yazıyorum ama bu konular da maalesef pek ümitli değilim, çünkü çok büyük, çok uluslu şirketler ve hatta devletler, “dünyayı tüketme” işinde bizzat işin içindeler. İnsanlığın bir sonu olacaksa, bu savaşlarla değil, üzerinde yaşadığımız, inanılmaz güzel “dünya gezegenini” tükettiğimiz için olacak..

Not 1: “Ahtapoddan ne öğrendim” belgeselini mutlaka izleyin. Bir insanla bir ahtapodun ne kadar yakın bir ilişki kurabileceğini görün (hatta duygusal bir ilişki)! Bir ahtapodun ne kadar zeki bir canlı olduğunu görün! Bu canlılardan üstün olmadığımızı, bu gezegen üzerinde onların da en az bizim kadar hakkı olduğunu göreceksiniz. Bu belgeseli Netflix de izleyebilirsiniz..

Not 2: Yine Netflix de yayınlanan “Seaspiracy” belgeselini de izleyiniz. Balıkçılık aslında kötü bir şey değil. İnsanoğlunun yüzbinlerce yıldır yaptığı bir avlanma şekli. Beslenmek için gerekli; ama insanoğlunun son yüzyılda yaşadığı “tersine evrim ve barbarlaşma” sonucu balıkçılığın geldiği son noktayı görün. Cinayet, köleleştirme, rüşvet, sahte kurumsallaşma (doğayı korur görünen, ama aslında doğayı katleden kurumların oluşturulması), canlıların katliamı, doğanın katli, her türlü iğrençlik var bu belgeselde.. Balıkçılık hem insanlar hem de tüm dünya için o kadar büyük bir tehlike haline gelmiş ki, belgeseli izleyince balıkçılığın acilen yasaklanmasını isteyeceksiniz.

Not 3: Daha önce veganlık üzerine bir yazı yazmıştım. Veganlığa karşıyım ama aynı zamanda doğanın korunması taraftarıyım. Ama “doğanın korunması” derken buna “doğanın doğal işleyişinin de korunmasını” katmalıyız. Doğa her zaman en doğrusunu yapmıştır. Milyonlarca yılın süzgecinden geçerek, “her şeyin en doğrusu” doğada bulunur. Bu yüzden bazı canlılar etçildir, et yemelidir. Bazı canlılar otçuldur, ot yemelidir. İnsan ise hepçildir, hem ot hem et yemelidir. İnsanın et yememesi doğasına aykırıdır. Yukarıdaki yazıda bahsettiğim “ters evrim” e veganlığı da katmak gerekir. O yazımda da bahsetmiştim, veganlık bana göre insanoğlunun girdiği yanlış medeniyet yolunda geliştirdiği, “doğaya aykırı”, “yapay” şeylerden biridir. Bir şeyin doğrusunu arıyorsak doğaya bakmalıyız. Bu yüzden uçakların kanadı vardır, çünkü uçaklar tasarlanırken kuşlar taklit edilmiştir. Kuşların kanadı olduğu için uçakların da kanadı vardır. Her şeyin doğrusu doğadadır.. Doğada et yemeyen etçil bir canlı yoktur.. Önemli olan “doğanın işleyişini bozmamak; düzenini korumaktır”.. Bu yüzden “Hem doğayı koruyalım diyor, hem de veganlığa ölümüne karşı.. Bu nasıl çelişki?” demeyin.. Doğanın tüm canlıları ile iletişim kuralım, doğayı koruyalım, ama doğanın çalışma düzenini de koruyalım. Veganlık tamamen doğanın işleyişine terstir. Buna bu yüzden karşıyım.. Yapay herşeye karşıyım.. Doğanın işleyişini bozan herşeye karşıyım.

Kaynak: Farklı Bakış




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —