Modern toplumda okul, hem bir örgüt hem de bir kurum olarak iki yönlü bir işleve sahiptir. Örgütsel açıdan bakıldığında okul, planlanabilir, ölçülebilir, hiyerarşik ve denetlenebilir bir yapı olarak tasarlanır. Ancak aynı zamanda okul, kurumsal düzlemde değerler, kimlikler ve anlamlarla örülü toplumsal bir formu temsil eder. Bu ikili yapı, zaman zaman birbiriyle uyum içinde çalışıyor gibi görünse de çoğu zaman işlevselliğin anlamı bastırdığı, araçsal rasyonelliğin normatif boyutu gölgede bıraktığı bir gerilim üretmektedir. Bu çerçevede Anton Zijderveld’in sosyolojik yaklaşımı, söz konusu gerilimi anlamak ve analiz etmek açısından son derece işlevsel bir perspektif sunar. Zijderveld’in görüşlerinden hareketle, okulun hem örgütsel işlevselliği hem de kurumsal anlam boyutu göz önünde bulundurularak çağdaş eğitim yapısının temel sorunları değerlendirilebilir.
Zijderveld, modern kurumların anlam dünyalarıyla olan bağlarının zayıfladığını, daha doğrusu kopmakta olduğunu ileri sürer. Ona göre örgüt, araçsal akıl ile inşa edilen, belirli hedeflere ulaşmak üzere teknik biçimde optimize edilmiş bir sistemdir. Kurum ise tarihsel süreklilikle iç içe geçmiş, normatif değerler ve kolektif kimliklerle örülmüş, anlam yüklü bir yapıdır. Modern toplumda baskın hâle gelen soyutlaşma eğilimi, kurumları bu anlam boyutlarından kopartmakta, onları yalnızca işlevsel yönleriyle tanımlar hâle getirmektedir. Özellikle okul gibi ideolojik ağırlığı yüksek olan yapılarda bu soyutlaşma çok daha belirgin biçimde hissedilir. Zijderveld’in 1970 tarihli The Abstract Society (Soyut Toplum) adlı eserinde altını çizdiği bu yaklaşım, eğitimin yalnızca bir içerik aktarım süreci değil, aynı zamanda bir anlam üretim alanı olduğunu hatırlatır.
Modern okul sistemleri, Max Weber’in tanımladığı biçimiyle yüksek ölçüde rasyonelleştirilmiş yapılardır. Ders saatlerinin, müfredatın ve öğretmen rollerinin standartlaştırılması; okul yönetiminde hiyerarşik yapının, denetim mekanizmalarının ve performans değerlendirme sistemlerinin ağırlık kazanması, bu rasyonelleşmenin somut göstergeleridir. Kurumsal çıktılar ise başarı istatistikleri, sınav sonuçları ve geçiş oranları gibi nicel ölçütler üzerinden değerlendirilir. Bu tür bir yapı kısa vadede yönetsel kolaylıklar sağlasa da uzun vadede hem öğretmenler hem de öğrenciler açısından bir yabancılaşma sürecine neden olur. Eğitim bir meslekî görev, öğrenme ise bir zorunluluk olarak algılanmaya başlanır. Zijderveld bu durumu, kurumların “ruhtan arındırılması” olarak tanımlar ve bu süreci kurumsal kimliğin çözülmesiyle birlikte değerlendirir. Nitekim Institutions in Decline (Gerileyen Kurumlar) adlı 2000 yılında yayınlanan eserinde, modern kurumların yalnızca biçimsel olarak ayakta kalabildiğini, içsel anlam dünyalarının ise giderek çözüldüğünü savunur.
Örgütsel rasyonalite öğretmenlerin toplumsal rolünü de dönüştürmektedir. Öğretmen, idealde yalnızca bilgi aktaran bir figür değil, aynı zamanda değer aşılayan ve kişilik geliştiren bir eğitimci olmalıdır. Ancak günümüzde öğretmenler, standart içerikleri sunmakla görevli, pedagojik inisiyatifi olmayan ve çoğu zaman bir performans denetçisi gibi işlev gören memurlara dönüşmektedir. Bu dönüşüm, hem meslekî tatmini hem de öğretmenliğin toplumsal itibarı üzerinde olumsuz etkiler doğurmaktadır. Öğretmenin eğitsel işlevi, giderek teknik bir uygulayıcılık düzeyine indirgenmekte; öğrencinin gelişimi ise yalnızca sınav başarısıyla ölçülmektedir.
Zijderveld’in kuramında kurum olmanın temel koşulları üç başlık altında toplanır: Toplumsal hafıza, normatif vizyon ve kolektif kimlik. Eğitim kurumu bu üç boyut açısından değerlendirildiğinde, modern okulun bu özelliklerden giderek uzaklaştığı görülür. Okullar, geçmişle bağlarını büyük ölçüde koparmış, gelecek tahayyülünü piyasa mantığına terk etmiş ve öğrencilerine toplumsal aidiyet duygusu vermekte zorlanan yapılar hâline gelmiştir. Eğitim vizyonu, piyasa taleplerine uyum sağlamakla sınırlı kalmakta; öğrencilerin kimliği ise başarı skorları üzerinden şekillenmektedir. Böyle bir ortamda eğitim kurumu, toplumun ortak geleceğine yön veren bir vizyon taşıyıcısı olmaktan uzaklaşmaktadır.
En temel öznesi öğrenci olan eğitim kurumlarında bu soyutlaşma süreci, öğrenciyi bir “öğrenen özne” olmaktan çıkarıp “ölçülen nesne”ye dönüştürmektedir. Öğrenciler öğrenme süreçlerine değil, yalnızca sonuçlara göre değerlendirilmektedir. Katılım ve yaratıcı katkı yerine uyum ve performans beklentisi esas alınmakta; kamusal fayda arayışı bireysel çıkarla yer değiştirmektedir. Bu da eğitimin asli işlevlerinden biri olan kamusal yurttaşlık bilincinin zayıflamasına, bireyin toplumla olan bağlarının giderek zayıflamasına yol açmaktadır.
Tüm bu değerlendirmeler ışığında, Anton Zijderveld’in yaklaşımı modern okulun sadece nasıl çalıştığını değil, neye hizmet ettiğini sorgulama açısından güçlü bir kuramsal çerçeve sunmaktadır. Okulun yalnızca örgütsel verimlilikle değil, aynı zamanda kurumsal anlamla da yeniden inşa edilmesi gerektiği açıktır. Eğitim kurumunun işlevselliği kadar vizyonu, denetimi kadar değer üretimi ve yönetimi kadar kimlik inşası da dikkate alınmadıkça, modern okulun temel sorunları çözülemeyecektir.
Modern Okulun Temel Sorunsalı: Anlam Kaybı ve Soyutlaşma
Modern okul, çağdaş toplumların örgütlü ve planlı yapısının en görünür temsilcilerinden biridir. Zaman çizelgeleri, müfredatlar, ölçme-değerlendirme sistemleri ve idari yapılar ile donatılmış bu kurum, yüzeyde oldukça düzenli ve işlevsel bir görüntü sunar. Ancak bu düzenlilik ve işlevsellik, okulun daha derin bir yönünü – yani anlam üreten, kimlik inşa eden ve toplumsal aidiyet sağlayan kurumsal boyutunu – gölgede bırakmaktadır. Sosyolog Anton Zijderveld’e göre, işte tam da bu noktada modern okulun temel sorunsalı ortaya çıkar: Okul, örgüt olarak yapılandırılmış, fakat kurum olarak ruhunu kaybetmiştir.
Zijderveld, modern kurumların giderek soyutlaştığını ve anlamdan arındığını savunur. Ona göre modernleşme süreci, kurumları toplumsal hafızadan ve değerlerden kopararak yalnızca işlevsel hedeflere odaklı organizasyonlara dönüştürmüştür. Eğitim kurumu da bu dönüşümün en belirgin örneklerinden biridir. Artık okul, bir bilgi aktarım merkezi, sınav hazırlama istasyonu ya da diplomaya erişim yolu olarak tanımlanmakta; tarihsel rolü, kültürel taşıyıcılığı ve yurttaşlık üretme kapasitesi göz ardı edilmektedir.
Bu süreçte öğretmen, pedagojik rehber ya da karakter eğiticisi olmaktan çıkarak sadece program uygulayan bir içerik yöneticisine dönüşmektedir. Öğrenci ise, öğrenmeye açık bir birey olmaktan çok, performansı ölçülen bir nesneye indirgenmektedir. Böylece eğitim, bireyin toplumsal hayata katılımını sağlayan bir araç değil, bireyi rekabet piyasasına hazırlayan teknik bir süreç olarak kurgulanmaktadır.
Zijderveld, bu durumu kurumun “ruhsuzlaşması” olarak adlandırır. Ona göre kurumlar yalnızca yapı değil, aynı zamanda toplumsal anlam taşıyan organizmalardır. Bir kurumun kurum olabilmesi için sadece organize edilmiş olması yetmez; aynı zamanda normatif bir vizyon taşıması, kimlik üretmesi ve geçmişle bağ kurması gerekir. Modern okul bu özellikleri büyük oranda kaybetmiş, standartlaştırılmış bir eğitim organizasyonuna indirgenmiştir.
Sonuç olarak, modern okulun temel sorunu, onu oluşturan yapının teknik olarak gelişmiş ancak anlam olarak yoksullaşmış olmasıdır. Eğitim, yalnızca bilgi değil, aynı zamanda değer, kimlik ve yön üretmelidir. Aksi hâlde okul, yalnızca bir başarı laboratuvarına, öğrenciler ise bu laboratuvarda test edilen deney nesnelerine dönüşür. Zijderveld’in uyarısı, bizi okulun yalnızca nasıl işlediğini değil, neye hizmet ettiğini de sorgulamaya çağırır.
Türkiye Bağlamı: Eğitim Kurumunun İki Yüzlü Krizi
Türkiye’de eğitim kurumları, hem tarihsel olarak devletçi ve ideolojik bir temele oturur; hem de günümüzde neoliberal ölçme-değerlendirme sistemleriyle araçsallaştırılmıştır. Bu ikili yapı, bir yandan “millî ideoloji”yi taşıyan bir eğitim kurumu, diğer yandan “performans odaklı” bir eğitim organizasyonu yaratmıştır. Bu durum, eğitimin hem kurumsal anlamını hem de örgütsel işlevini çarpıtır. Kurum, ne gerçek anlamda tarihsel bir hafızaya ne de çağdaş bir kamusal misyona sahip olabilir.
Alternatif Vizyon: Kurumun Yeniden İnşası
Zijderveld’in önerdiği gibi, okulun hem örgüt hem kurum boyutunu bir arada düşünmek mümkündür. Bunun için şu ilkeler önerilebilir:
- Örgütsel sadelik, kültürel derinlik: Az sayıda kurala dayalı ama güçlü etik ve pedagojik vizyona sahip kurumlar.
- Katılımcı yapılar: Öğrenci ve öğretmen temsilinin olduğu karar mekanizmaları.
- Hikâyeye dayalı kimlik: Okulların kendi tarihini, yerel bağlamını ve kültürel anlamını taşıması.
- Sınır ötesi öğrenme: Yalnızca içerik değil; toplumsal deneyim, sorumluluk ve empati becerilerinin de eğitime dahil edilmesi.
Eğitimi Kurum Olarak Düşünmek
Zijderveld’in örgüt-kurum ayrımı, çağdaş eğitim sistemlerini analiz etmek için güçlü bir araç sunar. Okulu sadece işlevsel bir organizasyon olarak görmek, onun etik, kültürel ve toplumsal boyutlarını dışlar. Oysa eğitim, teknik olduğu kadar ahlaki bir pratiktir. Bireyi yetiştiren, toplumu dönüştüren, kamusal vicdanı şekillendiren bir kurum olarak okul, ancak örgütsel verimlilik ile kurumsal anlam arasında bir denge kurabildiği ölçüde hem işlevsel hem meşru olabilir.
Kaynak: farklı Bakış