Tarih: 26.02.2022 11:52

Ne Rusya ne Amerika!

Facebook Twitter Linked-in

“Ukrayna sınırına yığılan 160 bin Rus asker bile Putin’in gözünü Ukrayna’ya diktiğine Türkiye’de sağ, sol, milliyetçi, ulusalcı, İslamcı kanaat önderlerini bir türlü ikna edemedi…”

Gözünü Ukrayna’ya diktiğine Putin’in bütün dünyayı somut olarak ikna etmesinden hemen önceki gün Yıldıray Oğur “Peki neden bu kadar Rusyacılar?” başlıklı yazısında niye bir türlü ikna olmadıkları sorusuna cevap aradı.

Şöyle sorular sordu: “Neden Lenin’e, Bolşeviklere, Stalin’e öfke kusan Putin onlara hala SSCB Genel Sekreteri yoldaş Putin gibi, neden Ukrayna’yı tarihi, dini, etnik gerekçelerle işgal etme isteğini saklamayan Rusya onlara Batı emperyalizmine karşı mücadele eden bir üçüncü dünya ülkesi… gibi geliyor?”

Kendi verdiği cevap, Batı düşmanlığı: “Mesela Rusya’yı ve Putin’i sevmek değil, Batı’dan nefret etmek… Batı karşıtlığını vatanseverlik, yurtseverlik, yerlilik, millilik, solculuk, İslamcılık zannediyorlar.”

Sağ, milliyetçi, ulusalcı, İslamcı kanaat önderlerini bir kenara bırakalım; onları tanımam, bilmem. Ama solun neden bu kadar Rusyacı olduğu konusunda, Türkiye solunun epey bir kısmıyla hiçbir siyasî akrabalığım olmamasına rağmen, Yıldıray’a belki yardımcı olabilirim. Batı karşıtlığı yeterli bir cevap değil çünkü. Evet, Batı karşıtlığı (apolitik ve anlamsız bir Batı karşıtlığı) kuşkusuz var, ama bunun ardında Stalinizm ile Kemalizm’in Türkiye’de bir araya gelerek oluşturduğu berbat, iğrenç bulamaç yatıyor. Konuya vakıf olmak için bu bulamacı anlamak gerekir.

Marksistlik, sosyalistlik, eşit, adil, sınıfsız, sömürüsüz, gerçek anlamda demokratik bir toplum özlemi ve böylesi bir toplum için çabalamak demektir. Bazı sınıfların mülk sahibi olmasına, bu sınıfların egemenliğini savunan devlet mekanizmalarına, silahlı kuvvetlere, millî sınırlara, millî sınırların içini iyi dışını kötü olarak görmeye karşı olmak demektir. “Bütün dünyanın işçileri, birleşin!” ifadesini şiirsel bir hoşluk değil, başka bir dünya yaratabilmenin somut önkoşulu olarak görmek demektir.

Sizi temin ederim, yemin billah ederim, bu dediklerim tartışmalı konular değildir. Sosyalizmi sıkıp özünü çıkarsak aşağı yukarı yukarıdaki paragraf gibi bir şey kalır elimizde. Hiç kimse, bugün Putin’i savunanlar dahil, “Yok abi, yanılıyorsun, sosyalist olmak özel mülkiyete, silah gücüne, tanklara ve millî sınırlara derin bir inançla bağlı olmayı gerektirir” demeyecektir. Denemez çünkü.

Peki, Yıldıray’ın sorularına dönersek, nasıl oluyor da tek kişinin yönettiği, demokrasiyle, eşitlikle filan alakası olmayan, oligarklarının zenginliği dillere destan olan bir devleti “iyi” bir şey olarak gören ve bu devletin bir başka devleti istila etmesini savunan kişi ve örgütler kendilerini “sosyalist”, “komünist” olarak düşünebiliyor?

Soru yanlış anlaşılmasın, bu kişi ve örgütlerin “sosyalist”, “komünist” olmadıkları çok açık. Kendilerini niye böyle zannedebiliyorlar?

Kısa cevabın iki kısmı var; biri Stalinizm’le, biri Kemalizm’le ilgili.

Birincisi, Sovyetler Birliği’nde Stalin döneminde Marksizm’in milliyetçiliği içeren bir şekilde yeniden tanımlanmasıyla birlikte, dünyaya sınıfsal değil ulusal gözlüklerle bakanların, yani sosyalizmi anti-kapitalizmden arındırarak sadece anti-emperyalizme indirgeyenlerin de solcu olarak kabul edilebilir hâle gelmesi.Veanti-emperyalizmin de basitçe “Amerika’nın bize yaptıkları” şeklinde tanımlanması. Dolayısıyla, Amerika’ya karşı her durumda Rusya’yı desteklemek solculuk zannediliyor.

İkincisi, Kemalizm’in işgalci güçlere karşı bir Kurtuluş Savaşı vermek zorunda kaldığı için zaman zaman anti-emperyalist bir söylem kullanmış olması ve solculuğu anti-kapitalizm olarak değil anti-emperyalizmden ibaret olarak anlayanların Kemalizm’i (ve kendilerini) solcu olarak değerlendirebilmesi. Dolayısıyla, dünyaya millî çıkarlar ve devletler arası ilişkiler açısından bakmak solculuğa dahil edilebiliyor.

Örneğin, Mihri Belli Marksizm’e nasıl vardığını şöyle anlatır: “Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’nın başına geçmek üzere Samsun’a çıkışının tarihi olan 19 Mayıs’ın Gençlik Bayramı olarak ilk kutlanışı 1935 yılında oldu. Okullar ve spor kulüpleri İstanbul’da Fenerbahçe Stadyumu’nda toplandılar. Geçit merasimi orada yapılacaktı. Kolej jimnastik takımı olarak biz de oradaydık. Kol başında ben vardım ve kocaman bir Türk bayrağı taşıyordum… Geçit resminde bizim yerimiz gerilerdeydi. Geldiler, ‘Bayrağın başta geçmesi gerek, bayrağı ver’ dediler. ‘Bayrağı vermem… Bayrağı biz taşırız’ dedim ve direndim… Sonunda… razı oldular. Evet o ilk gençlik bayramında ayyıldızlı al bayrağı kol başında taşıyan ben oldum… O dönemin ulusal gururunu körükleyen sloganlar, bizim duygularımızı da ifade ediyordu. Okul arkadaşlarım için aynı şeyi söyleyemem ama o ulusal gurur beni derin bir anti emperyalist görüşe vardırdı. Oradan da Marksizme zaten bir adım…”

Kısacası, anti-emperyalizmi Mustafa Kemal’den, Marksizm’i de Stalin Rusya’sından öğrenen bir solun Yıldıray’ı şaşırtması çok doğal!

Oysa, Ukrayna’da olup bitenler karşısında sosyalist tutumun ne olması gerektiğini tahmin etmek zor değil.

Şöyle:

Amerika ile Putin’in Ukrayna üzerinde tepişmesi Rus, Ukrayna, Avrupa işçi sınıflarının çıkarına mıdır? Hayır! Ya Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi? Hayır! Ya NATO’nun Ukrayna’ya girmesi? Hayır! Emperyal güçlerin, büyük devletlerin tepişmesi Ukrayna ve Rus işçileri için sadece ölüm, yıkım ve yoksulluk anlamına gelir.

Demek ki, ne diyeceğiz?

Savaşa hayır! Ne Rusya ne Amerika! Yaşasın enternasyonalizm!




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —