Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Nasıl bir “Atatürkçülük” ve “milliyetçilik” geliyor? Ali Bayramoğlu araştırma sonuçlarını yorumladı

Ali Bayramoğlu ile Bugünler’de bu hafta:’da “Panorama anketinde Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?’ sorusuna en yüksek yanıtın Atatürkçülük olarak verildiği, onu, milliyetçiliğin takip ettiği belirtiliyor.

Nasıl bir “Atatürkçülük” ve “milliyetçilik” geliyor? Ali Bayramoğlu araştırma sonuçlarını yorumladı

Panorama araştırmanın yeni kamuoyu araştırması çıktı. Dikkatinizi çeken sonuçlar nedir? Eğilimler dışında kimlikler üzerinden de bazı sonuçlar var panorama anketinde. Siz neleri önemli buluyorsunuz?

Panorama anketleri önemlidir. Aylık gündem okumaları yapıyorlar. Bu okumaların arasına bir de dışarıdan bazı kişilere -bu ay benim yaptığım gibi- Odak adı altında bazı spesifik bir alan ya da sorularla ilgili bir sayfa açıyor.

Panorama anketinin bu ayki önemli bulguları ile son 3-4 aydaki sonuçlar arasında büyük bir değişiklik yok.

Nedir bu dengeler?

Her iki siyasi parti, ana muhalefet partisi ve iktidar partisi çatıştıkları halde ve kutuplaşma zemininde çatıştıkları halde her ikisi de oylarını arttırıyorlar. Bu muhalefetin “AK Parti eriyor” beklentisine aykırı bir durum. Kutuplaşma ortamı her ikisini de besleyen bir istikamette gidiyor. Birinci bulgu bu.

Kutuplaşma ortamı, çatışan önde iki siyasi parti, iktidar partisi AK Parti ve ana muhalefet partisi CHP’yi besleyen bir istikamette rol oynuyor. Birinin oy kaybı, birinin oy kazanması gibi bir tahterevalli ilişkisinden çok her ikisinin de oy topladığı, kamuoyunun dikkati üstünden bir kutuplaşmanın yaşandığı bir tablo var karşımızda. Bu önemli bir veri. Siyasal olanı ve önümüzdeki günleri değerlendirmek açısından.

İkinci önemli veri şu: İki tane temel meselesi var Türkiye’nin. Bunlardan bir tanesi barış meselesi. Çalışmada barış meselesinde kamuoyunun duruşuyla ilgili önemli tespitler var. Yüzde 63 oranında pozitif bir kanaat var bu açılıma, barış sürecine. Bu fevkalade önemli. Yine araştırma gösteriyor ki kademeli olarak her açıklamadan sonra, PKK Kongresinin toplanması vb. adımlardan sonra toplumun ikna olma oranı artmış durumda. Olumsuz bakan sadece yüzde 14. Aradakiler kararsız. 14 düşük bir oran, 63 toplumun ise 3’te 2’sini temsil eden yüksek bir oran. Bunun altını çizmek lazım.

İmamoğlu hadisesinin, 19 Mart sürecinin toplumu ortadan ikiye böldüğünü söylemek mümkün. Çoğunluk, yüzde 51-52 oranında yürüyen operasyonların hukuki değil siyasi olduğunu düşünse de yüzde 49’a yakını siyasi olduğunu düşünmüyor diyelim. Hukuki olduğunu düşünüyor ya da kararsız. Yarılma olmakla birlikte İmamoğlu meselesi iktidarın toplumu ikna edemediği bir kutuplaşmanın sürdüğü bir mesele olarak karşımızda.

Biraz önce söylediğim odak konusu yani araştırma içerisinde böyle bağımsız özel bir bölüm olarak yapılan odak çalışmalarının bu aykini ben yaptım.

Buradaki çalışma bütün bu siyasi tablo karşısında kimlikler Türkiye’de yani çeşitli kimlikler arasındaki ilişkiler nedir, kimlik sahasında kaymalar var mı, yelpazede düne oranla fark bulunuyor mu gibi bir dizi bir soru etrafında ortaya çıkan bir problematiğe dayanıyordu.

Oradaki bulguları da şöyle özetleyebilirim. Bir önceki dönemi, kültür savaşlarının egemen olduğu, kimliklerin çok sertleşip tüm siyasi davranışları belirlediği, dönemi hatırlayacak olursak o döneme oranla kimlikler yine tabii varlıkları sürdürüyorlar fakat siyasi eğilimleri kuşatma belirleyicilikleri azalmış görünüyor. Kültürel kimlikten çok siyasetin, siyasi tavırların ön plana çıkmış olduğu bir toplumsal iklim tablosu karşımıza çıkıyor. Bu önemli.

Burada iki tane örneğin altını çizmek mümkün. Bunları daha önce yaptığım, yine Panorama TR etrafında yaptığım bazı araştırmalarda tespit etmiştim. Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz sorusuna verilen en yüksek yanıt Atatürkçülük. Bu tabii yeni bir şey. Eskiden çok sık kullanılan ve bu kadar yüksek oranda karşımıza çıkan bir eğilim değildi.

Atatürkçülüğü, milliyetçilik takip ediyor. Tabii bunlar bu şekilde karşımıza çıkınca kaçınılmaz olarak takip soruları kaçılmaz oluyor araştırmada: “Atatürkçülükten ne anlıyorsunuz?” “Milliyetçilikten ne anlıyorsunuz?” gibi…

Burada çıkan yanıtlar oldukça ilginç. Dün Atatürkçülük, daha laiklik, daha sekülerlik vurgusuyla karşımıza çıkarken bu kez Atatürkçülüğün biraz daha milliyetçi duygulara, milli duygulara yakın, daha amorf, daha ortada bir tutumu tanımladığını görüyoruz. Atatürk’ü kurtarıcı olarak görmek, siyaset üstü tanımlamak gibi Atatürkçülüğü kimlik hapishanesinden çıkaran bir eğilim söz konusu. Siyasi anlam verme bakımından ortaya doğru hareket eden kimlikler seziliyor. Bunlar bugünün toplumuna dair bize bir şeyler söylüyor. Örneğin,  Atatürkçüyüm diyenlerin, “neden Atatürkçüsünüz” sorusuna verdikleri yanıtlarda “sekülerlik”, oran yüzde 5-6 iken, “milli duygu” oranı yüzde 40-50’lere kadar çıkabiliyor.

Milliyetçiliğe baktığımız zaman da benzer bir şey görüyoruz. Milliyetçiliği bir siyasi hareket olarak tanımlama eğilimi daha düşük. Tanımlarda, ülkücülük, etnik vurgular ya da milletler arası savaş üstünden topluma sahip çıkmaktan çok, kendi kimliğine sahip çıkmak, buraya ait olma duygusu ön plana çıkıyor. Yani bu biraz soft, sivil bir milliyetçilik tanımı ve siyasi milliyetçilik bu sivil milliyetçilik karşısında bir miktar geriliyor ve sivil milliyetçilik ön plana çıkıyor.

Bu iki veri tabii tek başına toplumu tanımlamak için yeterli olmaz. Ama bize bir esinti, bir koku verir. Bu koku da bize şunu söyler.

Bir. Kimlikler olduğu yerde durur fakat siyasi tavırları belirlemekte kimlik referansları kadar siyasi durumlar ön plana çıkmaya başlar.

İki. Atatürkçülük’te evrensel değerlerden, özgürlükten bahseden bir kimlik karşımıza çıkıyorsa bu seküler kimliğin kendi içinde yaşadığı bir tartışma, bir dönüşüm, bir arayış tablosuna ifade eder. Yine muhafazakarlıkta dindarlıktan daha ziyade bir milli aidiyet duygusunu görüyorsanız orada da bir tür başka kırılma, bir başka dönüşümden söz etmek mümkündür. Kimlikler dediğim gibi olduğu yerde durur ama kimliklerin siyaseti belirleme gücü azalmaya başlar. Siyasi gündemin ana maddeleri yönlendirici ve güçlü olmaya başlar.

Karşımıza çıkan ikinci önemli bulgu da bu.

Türkiye’de bu yeni dönemde yaşadığımız bütün bu tartışmalar içerisinde; işte bir taraftan barış süreci devam ediyor, bir taraftan otoriterleşme devam ediyor. Anketlere göre siyasi partilere göre tavır alan bir seçmen var. Ama biraz perde arkasına bakıldığında, merkezde toplanan, daha toleranslı ama daha milliyetçi ama sivil milliyetçi yani bir angaje MHP ülkücü milliyetçiliğinden farklı bir sahiplenme milliyetçiliği, bir korunma milliyetçiliğinin ön plana çıkmaya başladığını görüyoruz. Terkip açık. Yani Atatürkçülüğün içine laiklik ve sekülerlik kadar evrensel değerler, özgürlük, kavramları girmiş durumda. Sert muhafazakarlığın içine de daha dünyevi, daha bugüne ait milli sınır, rasyonel milliyetçilik girmiş durumda. Karşımıza çıkan tablo bu. Bu tablo işte benim o yazdığım küçük üç sayfalık bir değerlendirmede de görünüyor. Ben bunu aslında aylardır, yıllardır gözlüyorum, yazıyorum.

 

Çeşitli gruplarda içeriği açısından farklılıklar göstermiş veya dönüşümler yaşamış olsa da genel olarak milliyetçiliğin arttığından söz edilebilir öyle mi?

Şöyle söylemek lazım, bazı toplumlar sosyoekonomik bazı verilerle, tabakalaşmalarla kendilerini ortaya koyar. Mesela Amerika Birleşik Devletleri’nde tabi siyah-beyaz meselesi, göçmenler meselesi falan bir tabakalaşmayı ifade eder ama yine de ülkeyi daha çok sosyoekonomik, daha sınıfsal verilerin üstünden okumak mümkündür. Şark’a doğru gidince bu ekonomik olanın yanına kültürel boyutlar eklenir. Hatta bazen o kadar güçlü bir şekilde eklenir ki ekonomik olanı kendi içine alır. Ve konjonktür zaman zaman işte bu kültürel grupların karşı karşıya geldikleri kültürel savaşlar üretebilir ki Türkiye 28 Şubat ve sonrasında bunu yaşadı.

Peki bugün bu kimlikler yok oldu mu? Hayır. Bu kimlikler orada duruyor. Peki kimlik savaşı yoksa hangi istikamette ilerliyor? Yanıt şu, her kimlik kendi içerisinde bir miktar değişiyor. Bu yaşadığı değişimin içine biraz milliyetçiliği ekleyebilirsin, bugüne dair bir kavram olarak. Niye ekleyebilirsin? İşte milli devletler güçlenmeye başladı, milli sınırlar kazanmaya başladı, göçmen meselesi devreye girdi, güç faktörü, siyasette kişi faktörü, siyaseti algılama bakımından kurumların, değerlerin, liberal eğilimlerin yanına eklendiği yandan önüne geçti. Bütün bunlar tabii liberal demokrasi yerine milli olanın ön planda olduğu bir tablo ortaya çıkıyor.

Milliyetçilik de dememeye çalışıyorum ben. O milli duygu dediğimiz daha amorf ama içinde milliyetçiliğin de olduğu, biraz evrensel değerlerin de olduğu yeni tarz bir içe kapanma halini ifade ediyor ki buna ben sivil milliyetçilik diyorum.



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER