Tarih: 07.08.2022 13:24

Mustafa Kutlu Kütüphanesi

Facebook Twitter Linked-in

Kitap muhabbeti, kütüphane aşkı bende çok erken bir tarihte başladığı için bu konuyla ilgili gazetelerde yer alan haberleri büyük bir ilgiyle okumaktan zevk alırım. Mustafa Kutlu üstadımızın adının bir kütüphaneye verilmesiyle alakalı haberi de geçen gün okuyunca bu zevki bir kere daha tattım.

Önce Yeni Şafak’la başlayalım. Birinci sayfadan anons edilen haberin giriş paragrafı şöyle:

“İstanbul’da, Başakşehir Mehmed Emin Saraç Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde açılan kütüphaneye gazetemizin yazarı Mustafa Kutlu’nun adı verildi. Törende konuşan Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, yeni kütüphanelere İhsan Fazlıoğlu, Murat Bardakçı, İlber Ortaylı gibi ‘insan hazinelerinin’ isimlerini, açılışı yapılan kütüphaneye de Mustafa Kutlu’nun adını verdiklerini söyledi.

Özer, kıymetli hocama ismini bize bağışladığı için çok teşekkür ediyorum. İnşallah bu okulda nice Kutlular yetişir’ dedi. Özer, ismini okula veren, fütüvvet ahlakına sahip nesillerin yetişmesi için son nefesine kadar insan yetiştiren, kültürün tevarüs etmesi için çırpınan Mehmed Emin Saraç’ı da rahmetle andı.”

Aynı haberi, Hürriyet de yayımladı. Ancak Milli Eğitim Bakanı’mızın rahmetle andığı ve son nefesine kadar insan yetiştiren, kültürün tevarüs etmesi için çırpınan âlim diye tavsif ettiği Emin Saraç Hoca kısmını atladı. Hâlbuki adı, Başakşehir’deki Anadolu İmam Hatip Lisesi’ne verilmişti ve Bakan Bey bunu özellikle zikretmişti. Ayrıca Emin Saraç Hoca’nın bütün ömrü kütüphanelerde, kitapların arasında geçmişti. Fatih Camii’ndeki hücresi, adeta bir dershaneye dönüşmüştü. Ben de bu selatin camiine her gidişimde muhakkak yanına uğrar, elini öper, hayır duasını alırdım. Hem büyük bir âlim, hem de hemşehrim olması dolayısıyla bunu kendime vazife telakki ederdim. Merak edenler için belirteyim. Mehmed Emin Saraç Hoca Efendi, ulema şehri Tokat’ımızın yetiştirdiği son devir âlimlerinin önemlilerinden biridir. Onun da hocası Gümülcineli Mustafa Efendi’dir ki, meslektaşları arasında “Ayaklı Kütüphane” unvanıyla muanvendir. Bir gün, Gümülcineli’nin fotoğrafını kendisine gösterdiğimde çok heyecanlanmıştı.

Sadede geleyim, Mustafa Kutlu isminin bir okulumuza verilmesi son derece isabetli olmuş. Kutlu olsun, mutlu olsun. Tanıyanların ve tabii ki okuyanların bildiği üzere Mustafa Kutlu sadece ünlü bir hikâyeci değildir, o aynı zamanda deneme ve makale konusunda da son derece yeteneklidir. Uzun yıllar hem Dergâh dergisini yönetti, hem de 8 ciltlik “Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi”ne büyük katkıda bulundu. Bu satırları kaleme almadan önce onun 8 Ekim 2014 tarihli Yeni Şafak’ta “Üniversite ve Kütüphane” başlığıyla yayımlanan yazısını bir kere daha okudum. Kutlu, iki bölümden oluşan bu yazısının birinci bölümünde üniversite kütüphanelerinin önemine vurgu yapıyor, ikinci bölümünde ise, büyük kitap âşığı M. Seyfeddin Özege’nin Erzurum Atatürk Üniversitesi’ne bağışladığı kitapların hikâyesini anlatıyor. Merhumun “Eski Harflerle Basılmış Türkçe Eserler Kataloğu” isimli çalışması, büyük boy 5 cilt halinde yayımlandı dersem kitabiyat dünyamıza ne büyük bir hizmette bulunduğu daha iyi anlaşılır.

Sözün burasında aklıma geldi. Sadece yaşayanları değil, hayatta olmayan kitap muhiplerinin isimleri de, sayıları gittikçe artan bu kütüphanelere verilmeli, vefa borcu hiç değilse böyle ödenmelidir. Kütüphaneciliği hakkıyla meslek edinen bir hayli isim olduğuna göre, bu hususta ihmalkârlık gösterilmemelidir. Hatırlayabildiklerimi belirteyim: Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin âlim müdürleri İsmail Saib Sencer’in, Necati Lugal’in, Sadeddin Nüzhet Ergun’un, Muzaffer Gökman’ın isimleri muhakkak bazı kütüphanelere verilmelidir. Bunlardan Prof. Dr. Necati Lugal’in kerimesi -ki halen hayattadır- Mihin Lugal’in adı da böylece değerlendirilmelidir. Zaten kendisi Türk Tarih Kurumu’nun kütüphanesinde uzun yıllar yöneticilik yaptı. Bir başka hanım kütüphanecimiz Ayten Şan’ın, Mihin Lugal Hanım’la ilgili bir kitap yayımladığını da bu arada duyurmuş olayım.

Şunu da hatırlatmakta yarar var: Kütüphaneler isimlendirilirken siyasi mülahazalarla hareket edilmemeli, eş dost gözetilmemeli, denge politikasına itibar edilmemeli, iş erbabına verilmelidir. Tahir Harimi Balcıoğlu’nun “Medeniyet Tarihinde Kütüphaneler” isimli eseriyle, Prof. İsmail Erünsal’ın ilgili kitaplarından haberdar olmayanları da bu sahaya asla yanaştırmamalıdır. Çünkü kütüphanecilik ciddi iştir ve kitabı ifrat derecesinde sevmek gerekir.

Şurasını da belirtmeden geçemeyeceğim. Kütüphanelere böyle değerli isimleri vermek yetmiyor, onlar hakkında bilgi vermek, seminer vermek, kütüphane sohbetleri yapmak da önemli bir görev olarak karşımıza çıkıyor. Gerek belediyelerin gerek başka kuruluşların harıl harıl kütüphane açması elbette takdire şâyân bir durumdur. Ama dediğim gibi, bu güzelim binaları ilim, kültür ve sanat meclisleri haline getirmek lazımdır. Aksi takdirde insanlar, bilhassa öğrenciler oralara sadece çay kahve içmek, kahvaltı yapmak maksadıyla gelirlerse, raflardaki yüzlerce, binlerce kitap sadece dekoratif unsur olarak kalır ki, bu da kütüphane kavramına yabancılaşmak demektir.

Yıllarca Milli Kütüphane’nin müdürlüğünü yapan rahmetli Müjgân Cunbur, tam bir kitabiyat bilginiydi. Kitapla, kütüphaneyle yurtdışına kaçırılan eserle ilgili yayımladığı makaleler bir araya getirilse, koca koca ciltler ortaya çıkar. Keza Prof. Mükrimin Halil, Prof. Süheyl Ünver, Muallim Cevdet gibi kütüphane müdavimlerinin kitap sohbetleri tespit edilse, bu mekânlar cazibe merkezleri haline gelir. Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı’nın kütüphane politikası hem çok önemli, hem de uzun olduğu için onu başka bir zamana bırakalım.

Yahya Kemal’in Millet Kütüphanesi’nin kurucusu Ali Emiri Efendi için söylediği şu beyitle bitirelim:

Yekpâre nur olan bu kütüphâne-i nefîs

Yekpâre servetiydi bu âlemde kendinin.

Dursun Gürlek, Tarihçi yazar

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —