Mustafa Çağrıcı; İhyâ’dan seçmeler: İnsan ve ahlak

Gazâlî, kadın telakkisi gibi bazı konularda çağını aşamadığı için günümüzde eleştirilebilse de düşüncelerine bütün olarak bakıldığında birçok yönden aşılamamış bir düşünürümüzdür;

Mustafa Çağrıcı; İhyâ’dan seçmeler: İnsan ve ahlak

Gazâlî, kadın telakkisi gibi bazı konularda çağını aşamadığı için günümüzde eleştirilebilse de düşüncelerine bütün olarak bakıldığında birçok yönden aşılamamış bir düşünürümüzdür; Montgomery Watt gibi Gazâlî uzmanı bazı Batılılar’a göre de “(Hz.) Muhammed’den (a.s.) sonra en büyük Müslüman”dır. Aşağıda onun, İslam düşünce tarihinin şaheseri olan, benim “en çok okunmuş, fakat en az anlaşılmış eser” diye nitelediğim İhyâu ulûmi’d-din’inden bazı pasajlar bulacaksınız.

***

Tevazu ve dostluk:

“Kişi ancak dostlarını kendisinden daha iyi insanlar olarak görürse kendisi onlardan daha iyi olabilir. Büyüklerden biri, ‘Bütün dostlarım benden daha iyi insanlar’ demiş; ‘Bu nasıl oluyor?’ diyenlere, ‘Çünkü her biri beni kendisinden daha üstün görüyor. Beni kendisinden üstün gören biri, benden daha üstündür’ cevabını vermiştir.” (İhyâ, Kahire 1332, II, 190)

Dost dosta şifadır:

“İmam Şâfiî (r.a.) bir dost ziyaretinde şu nefis mısraları terennüm etti:

Dostum hastalandı ve onu ziyaret ettim.

Ona bir şey olur korkusuyla ben de hasta oldum.

Sonra dostum iyileşti, beni ziyarete geldi.

Ve onu gördüğümde iyileşiverdim.” (II, 188)

İnsana hizmet Allah’a ibadettir:

“Gözleri Yaratıcı’da olanların içleri ve dışları istikamet’ten sapmaz. Onlar içlerini Allah’a ve O’nun yarattıklarına duydukları sevgiyle, dışlarını da Allah’a ibadet ve onun kullarına hizmetle donatırlar. Aslında kullarına hizmet, Allah’a hizmetin bir türüdür. Çünkü kullarına karşı güzel ahlâklı olmadan Allah’a hizmet edilmiş olmaz. Kul, Allah’ın yarattıklarına hizmet ederek, namaz kılıp oruç tutanların derecesine, hatta daha da ilerisine yükselebilir.” (II, 191)

Şefaate layık olmanın üç şartı:

“Ahirette şefaate layık görüleceğimiz şekilde bir mertebe kazanmaya çalışmalıyız. Bunun üç şartı vardır: (1) Hiçbir insanı asla değersiz görmemek. Çünkü… -kim bilir- bizim gözümüzde önemsiz olan biri belki de Allah’ın dostudur. (2) Hiçbir günahı asla küçük görmemek. Çünkü… bizim küçük gördüğümüz bir günah Allah katında iğrenç olabilir. (3) Hiçbir iyiliği önemsiz görmemek. Zira… belki Allah’ın hoşnutluğu bizim önemsiz gördüğümüz iyiliktedir; bu iyilik tatlı bir söz, güzel bir niyet ve bunlara benzer şeyler de olabilir.” (IV, 526)

Hangimiz günahsızız ki!

“Rivayet edilir ki, (Tâbiîn nesli zahitlerinden) Ömer b. Zer’in bir komşusu vefat etmişti. Adam kendine zararlı (günahkâr) biriydi. Onun için insanların çoğu cenazesine katılmadılar. Ama Ömer cenazede hazır bulundu, namazını kıldı, cenazeyi kabre indirdi. Sonra kabrinin başında durup şöyle dedi: Sana Allah rahmet eylesin ey falanca! İnsanlar senin günahkâr olduğunu söylerler… Ama hangimiz günahkâr değiliz, hangimiz hatasızız ki!” (IV, 485)

Anne ve sufî:

“(İmam-ı Âzam’ın öğrencisi, ünlü sufî) Davud-i Tâî bir kadına rastlamıştı. Kadın bir mezar başında şu mısraları okuyarak ağlıyordu:

Ölüp gittin… Bir daha da bu hayata dönmeyeceksin,

seni mezara koyup üstünü örttüklerine göre…

Şimdi ben hayattan nasıl tat alırım,

sen böyle kabrinde yan üstü uzanmış, üstün örtülmüş haldeyken!

Kadın daha sonra ‘ÂH! YAVRUM BENİM!.. MEZARINDAKİ KURTLAR SENİ YEMEYE HANGİ YANAĞINDAN BAŞLADI!’ DEYİNCE DAVUD BİR ÇIĞLIK ATTI VE KENDİNDEN GEÇİP YERE YIĞILDI...” (IV, 487)

İşte anne yüreği, işte o yürekten de yufka sufî yüreği… Yani hakikaten İNSAN (insan-ı kâmil) olabilmiş Müslüman yüreği… Bir bu yüreğe bakınız, bir de bugün yüzbinlerce anaları, çocukları katleden yüreklere bakınız. İkisi de İNSAN olmayacağına göre acaba hangisi İNSAN?