Tarih: 04.05.2019 14:23

Mustafa Öztürk yazdı. Kadere rıza göstermemek

Facebook Twitter Linked-in

Bu yazının ?İslam´daki inanç esasları arasında kader ve kazaya yer var mı yok mu?? gibi bir meseleyle alakası yoktur. Kadere iman, burada anlatmak istediğimiz mesele açısından ayrı bir konudur. Mâtürîdî ve Şiî kelamcıların ekseriyetince kader ?Allah´ın tüm varlıklar ve olayları ezelî ilmiyle bilip belirlemesi?, kazâ da ?Allah´ın varlıklar ve olaylara ilişkin ezelî planını gerçekleştirmesi? şeklinde tanımlanır. Buna mukabil Eş´arî kelamcıların çoğunluğuna göre kazâ Allah´ın ezelî hükmü, kader ise varlıklar ve olayların kazâya uygun olarak yaratılıp dış dünyada gerçeklik kazanmasıdır. Kader ve kazâ Mu´tezile kelamında sorumluluk doğuran beşerî fiillerin dışında tutulur ve dolayısıyla ?insanlara ait fiillerin hükmünü açıklamak? diye tanımlanır.

İslam´ın ilk yüzyıllarından beri kader ve kazâ ile ilgili birçok problem kelamcılar arasında tartışılır; bu problemlerden biri de kadere rıza gösterme konusudur. Bazı âlimlere göre kader ve kazânın her türlüsüne rıza göstermek gerekir. Bazı âlimler de kader ve kazâya rıza göstermenin farz değil müstehap olduğu kanaatindedir. Çünkü bir şeyin farziyyeti o şeyin kesin bir dinî delile dayanmasını gerektirir. Hâlbuki kader konusunda böyle bir delilin mevcudiyeti söz konusu değildir. Diğer bazı âlimlere göre ise kader ve kazânın hayırlı yönüne rıza göstermek gerekirken şer ve masiyete razı olmak mümkün değildir. Bütün bunların dışında, ister hayır ister şer olsun bütün her şeyin ilâhî ilim ve iradenin kapsamına girmesi bakımından kader ve kazâya rıza göstermenin gerektiği de ileri sürülür. Mâtüridiyye kelamcılarına göre masiyetler kader planına dahil edilir; fakat Allah´ın hoşnutluğuna aykırı düşmesinden dolayı bunlara rıza gösterilmemesi gerekir.

Genetik kodlarımız ontolojik/ fıtrî kaderdir. Kalıtım yoluyla ebeveynden çocuğa transfer edilen özellikler boy, göz rengi gibi salt fiziksel özelliklerden ibaret değildir; ruhsal problemler, zeka ve hatta bazı araştırmalara göre sosyal iletişim, popülerlik gibi özellikler dahi ebeveynden intikal eden genetik mirasla çok yakından ilişkilidir. İnsan dünyaya gelirken birtakım olumsuz tutum ve davranışlara ilişkin insiyakları/huyları bünyesinde barındırıyor olabilir ve bu insiyaklar genetik miras ve dolayısıyla ontolojik kader hanesine dâhil edilebilir. İnsanın içine doğup yetiştiği çevre ise sosyolojik kader diye nitelendirilebilir. Bu iki boyutlu kader gerçek yaşamda insanı çepeçevre kuşatıverir ve bu kuşatma çoğu kez mevcut durumun peşinen kabullenilmesi gerektiğini vehmettirir. Ancak insan aklıselim ve sağduyuyla düşündüğünde kendi dahli olmaksızın ontolojik ve sosyolojik kader olarak hazır bulduğu haller ve hasletlere rıza göstermemesi gerektiğini rahatlıkla anlayabilir.

Evet, genetik miras olarak ebeveynimizden bize intikal eden ve dinî açıdan masiyete yol veren birtakım huylarımız bulunabilir veya içinde yetiştiğimiz sosyal çevre de ahlâkî açıdan bizi aşağıya çekecek bir yapıya sahip olabilir. Ancak bu durum kendisine rıza gösterilmesi gereken bir kader gibi görülmemeli, dahası insan hem ontolojik hem sosyolojik kaderiyle mücadeleye girişmelidir. Aslında insan her şeyden önce kendinden razı olmaması gerektiğini idrak etmeli, kendinde sürekli kusur görerek bunları yok etmeyi temel ahlâkî ödev bilmelidir. Yine insan ?şeytan?ı öncelikle kendi benliğinde arayıp içindeki şeytanla baş etmeyi öğrenmelidir. İnsanın çoğu zaman kendinden başka düşmana ihtiyaç duymayacak bir varlık gibi edip eylediği dikkate alındığında, benlikteki şeytanla mücadelenin ne kadar hayati bir mesele olduğu kolayca anlaşılabilir.

Devamı >>>




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —