MÜSLÜMANLARIN İLETİŞİM VE ETKİLEŞİM SORUNU

Cevdet IŞIK; Genel olarak insan ilişkilerinin üzerine oturduğu zemine, iletişim ve etkileşim zemini diyoruz.

MÜSLÜMANLARIN İLETİŞİM VE ETKİLEŞİM SORUNU

 

Genel olarak insan ilişkilerinin üzerine oturduğu zemine, iletişim ve etkileşim zemini diyoruz. Buradaki zeminin elle tutulur, somut bir şeye karşılık gelmediği açıktır. Öncelikle bir iletişim içinde olmak gerekir ki, bir etkileşim sağlanabilsin. Bunu tersinden ifade ettiğimizde, sonuç yine aynı olacaktır. Yani iletişim de etkileşim de birbirlerini gerektiren bir geçişlilik özelliğine sahip olgulardır.

İletişim ve etkileşimde aynı dili kullanmanın önemi aşikârdır. Burada bilhassa gözden uzak tutulmaması gereken husus, aynı dili konuşanların kelimelere verdikleri anlamların birbirlerine yakınlığıdır. Kürtçe, Türkçe, Arapça, Farsça, İngilizce veya herhangi başka bir dili konuşabilen insanlar, yani aynı dili konuşan insanlar, gerçekte aynı dili konuşmuş oluyorlar mı? Bunun bir ölçüsü veya ölçütü var mıdır? Bu konuda ortak anlam ve anlayışların bize bir fikir verebileceğini düşünebiliriz.

Aynı dili konuşmanın en doğal sonucu, aynı anlamlarda buluşmaktır. Onun içindir ki, aynı dili konuşmanın paydasını, birbirini anlama paydası oluşturmaktadır. Bu hükmü dikkate aldığımızda aynı dili konuşan insanların birbirlerini anlama hususunda sorun yaşayıp yaşamadığına bakmak gerekir. Buna göre rahatlıkla şunu söylemek mümkündür: Aynı dili konuşan insanlar, tıpkı aynı dili konuşamayan insanlar gibi, birbirlerini anlamakta sorun yaşayabilirler. Yani demek istiyoruz ki, iletişim ve etkileşim sorunu, aynı dili konuşan insanlar arasında meydana gelir. Konuyu genelden özele indirgeyerek söyleyecek olursak, aynı dine, aynı dile, aynı kültüre ve aynı cemiyete mensup kimseler arasında da iletişim ve etkileşim sorunları yaşanmaktadır.

Nicelik bakımından dünyanın en büyük topluluklarından birini oluşturan Müslümanlar, iletişim ve etkileşim bakımından, belki de dünyanın en gerisinde kalan bir topluluk durumuna gelmiştir. Çünkü İslam’ın gerekliliklerini yerine getirmeleri halinde, Müslümanların iletişim ve etkileşimleri en üst düzeyde olacaktı. Pek tabi Müslümanların dilleri, renkleri ve etnik aidiyetleri farklı farklıdır. Fakat bu farklılıklar, ümmet olmanın önünde bir engel teşkil etmiyor. Kerim Kur’an bu farklılıkları birer ayet olarak niteliyor. Öyle ise meselenin ne olduğu ve neden kaynaklandığı sorulmalıdır ki, ona göre çelişkilerden de uzak durulsun.

Dil konusunu, sadece kelimelerin telaffuz edildiği, konuşulan dil ile sınırlamak da doğru değildir. Bununla ilgili tamamlayıcı bir unsur olarak beden dilini hatırlamak gerekir. Haddi zatında bazı durumlarda hiç konuşmamak konuşmak anlamına gelebildiği gibi, bazı durumlarda ziyadesiyle konuşmak da konuşmamak anlamına gelebilir. Bütün bu ve buna benzer durumlar, konuşmanın veya konuşmamanın verdiği mesajlarla ilgilidir.

Yaptığımız bu genel izahlardan sonra Müslümanların iletişim ve etkileşim sorununa değinebiliriz. Vahyin indirildiği ilk zamanlardan günümüze ve günümüzden de kıyamete kadar, iletişim ve etkileşimin bir sorun olarak varlığını sürdüreceğini söylemek bir kehanet sayılmamalıdır. Tabi kimi zamanlar bu sorun ağır hasarlar oluşturabildiği gibi, kimi zamanlar da hafif hasarlarla geçiştirilebilir. Bakın burada bir hasar durumundan söz ediyorum. Bir hasar durumundan söz etmek demek, bir tahrip, bir yıkım ve bir çöküş durumundan söz etmek demektir. Aslında bütün hasarlar, ferdi ve toplumsal bazda yaşanan kopuşların bir sonucudur. Burada ele aldığımız konu bakımından oluşan kopuşu anlamla ilişkilendirmek mümkündür.

Peygamber zamanında bile, Müslümanlar iletişim ve etkileşimde sorunlar yaşamışlardır. Yaşanmış olan düşünsel devrimin anlamıyla ilgili olarak düşülen gaflet sebebiyle, zaman zaman karanlık ve zulumat olarak nitelenen cahiliyede var olan ama terk edilmiş yaşantılara dönüldüğü olmuştur. Bilal, sahip olduğu geçmiş üzerinden aşağılanma ve hakaretlere uğrayabilmiştir. Medine’de Evs ve Hazreç’in, geçmişteki kan davalarına dönme durumları yaşanabilmiştir. Hz. Peygamber’in varlığı, iletişim ve etkileşimde önemli bir avantaj olarak, sorunları büyümeden çözebilme imkânını sağlamıştır.

Hz. Peygamber vefat ettikten sonra, daha naşı yerde iken başlayan sorunların oluşturduğu izler, ne yazık ki günümüze kadar varlığını korumuştur. Eğer Müslümanlar olarak sağlam bir iletişim ve etkileşime sahip olsaydık, söz konusu sorunlarla hala boğuşuyor olmayacaktık. Bugün irili ufaklı demirden bloklar halinde karşımızda durmakta olan “kütlesel” gruplar sebebiyle ne bir iletişim ve ne de bir etkileşimi gerçekleştiremiyoruz. İlahi Vahyin dikkate alınmadığı iletişim ve etkileşimler sebebiyle cahiliye Mekke’sini aratan hayatlara sahip olduk. Ya geçmişteki kültürel prangaların kutsallığı ya da gelecekteki pembe cennetlerin sarhoşluğu ile bir türlü yaşadığımız dünyaya uyanamıyoruz.

Öncelikle bir insan olarak ve daha sonra da bir Müslüman olarak yaşadığımız dünyaya uyanmamız, uyanabilmemiz gerekir. Yaşadığımız dünyaya uyanmak demek, bizatihi kararlar verme, sorumluluğunu almak demektir. Herhangi bir konuda karar alma aşamasına gelmek için, doğru tanıma ve tanımlamalara ihtiyaç vardır. Doğru tanıma ve doğru tanımlama için de her şart ve durumda hakikatten şaşmamak gerekir. Yani Müslüman için hakikat kaygısı bütün kaygıların üstünde bir kaygı olmalıdır.

Müslümanlar olarak bizim için hakikatin şaşmaz adresini İlahi Vahiy yani Kur’an oluşturmaktadır. Müslümanlar için en korkunç kopuşu, Kur’an’dan kopuş oluşturmuştur. O sebepten öncelikle Kur’an’la sağlıklı bir iletişim ve etkileşimi gerçekleştirmek gerekir. Yani Müslümanım diyen herkesin, Kur’an’la bir bağ ve bağlantı içinde olması gerekir. Bunun anlamını, iki öznenin el ele tutuşması olarak söyleyebiliriz. Kur’an’la olacak sağlıklı bir iletişim ve etkileşim, peşinden Müslümanlar arasındaki iletişim ve etkileşimi sağlıklı hale getirecek ve akabinde de diğer insanlarla sağlıklı bir iletişim ve etkileşimin imkânlarını oluşturacaktır. Zaten olması gereken en doğal durum da bundan başka bir şey değildir.

UfkumuzHaberSitesi