Mülakat, Resmî Anlatı ve Kronikleşen Sorunlarımız

Eğitimci yazar Abdülbaki Değer, giderek kronikleşen, öğretmen adaylarının, çözüm getirmesi mümkün olmayan uygulamalar sonucunda kendileriyle yapılan mülakatlardan dolayı oluşan mağduriyetlerine işaret ediyor.

Mülakat, Resmî Anlatı ve Kronikleşen Sorunlarımız

Kamusal işleyişimiz gündelik hayatın akışında başvurduğumuz “boş jestler’i, yani ciddiye alınması beklenmeyen teklifleri andırır şekilde işliyor. Gündelik hayatın işleyişinde durumu şöyle örneklendirir Žižek: “Terfi almak için en yakın arkadaşımla sıkı bir rekabete girdikten sonra kazanan taraf ben olduğumda, yapılması gereken, terfii ona bırakmayı teklif etmem, onunsa bu teklifi reddetmesidir.” İki tarafın da gerçekliğin ağırlığını hafifletmek ve gündelik akışı sürdürmek için başvurduğu bir simgesel alışveriş oyunuyla karşı karşıyayız. 

Boş jestleri ciddiye alırsanız, onlara gerçeklik muamelesi yaparsanız, o zaman bu simgesel alışveriş oyunu ciddi bir kriz odağına dönüşür. Bireysel, gündelik iletişimin seyrinde hem makul hem işlevsel olan bu gerçekliğin kamusal işleyişte hayat bulması ise büsbütün bir krizin yansıması olarak görülmelidir. Türkiye’de son dönemlerde devlet, adeta tüm işleyişini bir tür “boş jest” mantığı üzerinden hayata geçiriyor denilse yeridir. Birkaç yıl önce gerçekleşen bir devir teslim töreninde yapılan “Rasyonel zemine dönmekten başka çaremiz yok” açıklaması bunun çarpıcı örneğidir. Ancak bu ifadenin dile getirilmesi, ifadenin içeriğine paralel bir işleyiş tesis ettiğimiz anlamına gelmiyor. Hükümet, toplumla, toplumsal işleyişle “boş jest” mantığına dayalı bir ilişki tesis edip bu ilişkinin beklediği şekilde itirazsız kabulünü istiyor. Ne söylendiyse, nasıl söylendiyse ona rıza gösterilmesini bekliyor. Bunun çarpıcı örneklerinden birisi de yeniden gündemimizde olan mülakat mevzusudur. 

 

Mülakat Mağduru Öğretmenler

Öğretmen alımı için mülakat uygulaması tam da rasyonellik zemininin yitirilişini çağrıştırmaktadır. 23 Haziran itibarıyla Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), 15 bin öğretmen alımı için mülakata başladı. Uygulama ile üniversiteden mezun olmuş, öğretmen olabilme yeterliliğine sahip ve KPSS’ye girip belirli bir puan almış adayların yeniden değerlendirmesini yapacağını belirtiyor. Buna neden ihtiyaç duyduğunu ise öğretmen yetiştirme performansımızın düşüklüğü üzerinden gerekçelendiriyor. Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, ÖSYM alan testi istatistiklerine bakıldığında öğretmen adaylarının başarılarının nasıl düşük olduğunun görüleceğini ifade ediyor. Sayın Tekin’in işaret ettiği ÖSYM alan testi istatistikleri gerçekten de facia görünümünde. Ancak burada da iki temel soru karşımıza çıkıyor. Birincisi ÖSYM alan testindeki başarısızlık ile mülakat arasında nasıl bir ilişki tesis edilmektedir? Alan testindeki başarı düşük olduğunda bundan mülakata geçmek nasıl mümkün oluyor? İkincisi ise ÖSYM alan testi verileri sadece öğretmenlik mesleği ile ilgili mi yoksa Türkiye’deki yükseköğretim sisteminin genel manzarasını mı veriyor? Bağlantılı diğer önemli bir husus, yapılan ÖSYM sınavı verileri izaha muhtaç ise yapılan sınavın ölçme-değerlendirme niteliğini sorgulamak, bunun üzerinde durmak gerekli midir? ÖSYM alan testi sonuçları büyük bir facia görünümündeyse o zaman öğretmen yetiştirme sürecinin en kritik basamağı olan üniversiteyi, üniversitedeki mevcut yapılanmayı köklü bir dönüşüme uğratmak için çabalamamız gerekmez mi?  

Türkiye’de bürokratik geleneğin en karakteristik niteliği, kimsenin itiraz etmeyeceği açıklıkta birtakım gerçekleri paravan kılıp keyfe keder işlemler tesis etmesidir. ÖSYM alan testi verilerindeki korkunç başarısızlığı gösterdikten sonra hangi mantıksal işlemlerle mülakata varıldığını anlamadan bu uygulamanın yürürlüğe girdiğine şahitlik ediyoruz. Toplumun akli melekelerinin felç edilerek dile getirilen sorunların hiçbirisine anlamlı bir çözüm getirmesi mümkün olmayan uygulama, sorunları kronikleştirme pahasına hayata sokuluyor. Artık “mülakat mağduru öğretmenler” diye bir sorun başlığımız var ve patenti tamamıyla MEB’e ait.

Türkiye’de mülakat yıllarca uygulanmış ve iltimasa, suiistimale, kayırmacılığa alenen hizmet ettiği görüldüğü için de yürürlükten kaldırılmıştı. Nitekim 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yeniden kullanılmaya başlanmış olmakla birlikte örtük bir güvenlik aygıtı olarak yapılandırılmıştı. Güvenlik soruşturmasında problem görülmeyen adaylara KPSS’de aldıkları puanların aynısının verildiği işlevsiz bir mekanizma olarak hayat bulan mülakat, yine ciddi dedikoduların, şaibelerin, huzursuzlukların kaynağına dönüştüğü için kaldırılması Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın adaylık sürecinde öne çıkan vaatlerden birisi olmuştu. Seçimlerin ardından Bakan Tekin, mülakatı kaldırmak yerine “mülakatı mülakat gibi yapacağız” diyerek sahiplendi ve gerekçelendirmeyi de ÖSYM alan testindeki başarısızlıklar üzerinden temellendirdi. “Öğretmen adaylarımızın niteliği çok kötü, ÖSYM alan testi sonuçları bunu apaçık gösteriyor, nitelikli öğretmen istihdam etmek istiyoruz onun için de mülakat yapacağız!” 

Bakan’ın mülakata götüren sözleri, cehenneme giden yolun iyi niyet taşlarıyla döşeli olmasına benziyor. ÖSYM alan testi sonuçları çok kötü, doğru. Nitelikli öğretmen istihdam etmek gerekir, bu da doğru. Onun için mülakat uygulayacağız dediğinizde ya ne dediğinizi bilmiyorsunuz veya bile bile mülakat üzerinden başka bir amaca dönük çalışmak istiyorsunuz. Çünkü söylediğiniz doğru şeylerden hareket ettiğimizde mülakatı gerektiren bir yola çıkmamız mümkün olmuyor. Arada ima ettiğiniz üzere ne bir bağ var ne bir ilişki ne bir bağlantı.

Burada ciddiyetle birkaç hususa değinmekte yarar görüyorum. Mülakat uygulaması 2025 yılı Türkiye’sinde yapılıyor. Şaibe oluşturan, karmaşık ilişkilere ve karanlık söylemlere alan açan uygulamalar yerine kimsenin itiraz edemeyeceği “nesnel ölçütler”e yaslanmış iş ve işlemlere ihtiyaç duyuyoruz. Bunu görmezden gelip birtakım kifayetsizin ihtiraslarına alan açmak, adayları ve ailelerini angaryalara boğmak ülkemize yapılacak en büyük kötülüktür. En makul insanı bile tahrik eden bu sistemin dolambaçlı söylemine sözcülük etmek yerine en doğru yaklaşım; yanlışlığı, işlevsizliği, hukuksuzluğu apaçık olan uygulamaya son vermektir. Sayın Bakan, uygulama sürecine ilişkin nasıl titizlendiklerine yönelik güven verici beyanlarda bulunsa da devlet-toplum ilişkimizin genetiği ve uygulamanın doğası gereği şaibe ve dedikodu sarmalından çıkamayacağını biliyoruz. Sayın Bakan’ın kendisinin nasıl istisnai şekilde rektör olabildiğine ilişkin biyografik hikâyesi de bu durumun çarpıcı bir örneği olarak önümüzdedir.

İkincisi, Sayın Bakan’ın ima ettiği gibi mülakatın nitelik açığını gidermek gibi bir işlevi söz konusu değil. MEB, niteliğini beğenmediğini iddia ettiği aday havuzundan KPSS’nin yaptığı sıralamanın dışında yeni bir sıralama yapıyor mülakatla. Ancak tekrar belirtmek gerekiyor ki mülakat ile yapılan yeni sıralama KPSS’nin yaptığı sıralamadan ne daha iyi ne de daha nitelikli. Doğası gereği mülakatın böyle bir şey yapması mümkün değil. İkincisi, geçen yıl yapılan mülakat sıralaması göstermiştir ki oluşturulan yeni sıralama KPSS sıralamasıyla yüzde 98’in üzerinde örtüşüyor. Bu veri bile tamamen gereksiz, anlamsız bir uygulamada ısrar edildiğini göstermeye yetiyor. Mademki KPSS verilerine güven duymuyoruz, istediğimiz şekilde bir ölçüm vermiyor. Nasıl oluyor da yaptığımız mülakatın ardından ortaya çıkan sonuçlar ile KPSS sonuçları yüzde 98’in üzerinde örtüşüyor? Bu verinin kendisi bile fiilen mülakat uygulamasına yönelik oluşturulan resmî anlatıyı çözen, çökerten, geçersiz kılan niteliktedir. Aynı zamanda bu veri, dile gelen iltimas, adam kayırma söylentilerinin pekâlâ geçerli, kuvvetle muhtemel olduğunu teyit ediyor. Öyle ya, adayların yüzde 98’inin üzerinde sıralamada değişiklik olmuyorsa sıralaması değişen yaklaşık yüzde 2’lik kesim için kuşkulanmak aklın gereği değil mi?

Üçüncü husus, gerçekten de mülakatın güvenli, geçerli ve gerekli olduğuna kanaat getirdiğimizi düşünelim. O zaman da haklı olarak şu soruları cevap bulmamız gerekiyor: Dört yıllık üniversite programının, yani diplomanın, pedagojik formasyonun ve KPSS’nin yapamadığını fiilen 10-15 dakika süren mülakatların nasıl yaptığının izahı var mı? Mülakatı yapan kimler, hangi ayırt edici formasyondan geçtiler ve nitelikli öğretmen açığını giderecek bir ölçümlemeyi yapabilecek durumu nasıl gerçekleştiriyorlar?

Dördüncüsü, Cumhuriyet’in hatta modern eğitim hayatımızın başından bu yana değişmeyen bir dogma olarak varlığını sürdüren nitelikli öğretmen açığı tespiti üzerinde durmak gerekliliğidir. Nitelikli öğretmen açığımız var denildiğinde tespiti nasıl yapıyoruz ve tam olarak neyi kastediyoruz? Nitelikli öğretmen açığını gidermek ile mülakat uygulaması arasında tesis edilen ilişkinin mantığı, izahı var mıdır? Bu kadar teknik, lokal, indirgemeci bir öğretmen niteliği analizinin kendisi sorunlu, sorunu çarpıtıcı değil midir? Örneğin 2013 yılından beri ÖSYM alan testi verileri dolaşımda ve görünümleri de aynı düzeyde neredeyse. Dolayısıyla sisteme yeni girecek öğretmenlerin niteliği bu halde ise ve sistemde de on yıllardır köklü bir değişiklik gerçekleşmediğine göre sistem içindekilerde de benzer bir nitelik probleminin var olduğunu düşünmekten daha doğal bir şey olamaz. Yeni alım için mülakat uygulamasına yönelen MEB’in aynı zamanda istihdamda olan yüz binlerce öğretmenin nitelik açığını gidermeye dönük radikal hamleler atması beklenmez mi? Böyle bir çaba ve okuma içinde olması gerekmez mi? 

 

Devamı >>>