Hindistan Başbakanı Modi “yeni nesil” otokrat liderlerden biri. Tam bir popülist. Kitlesini ülkedeki ötekilere karşı kışkırtarak konsolide etmeyi, Hindistan’ı yeniden büyük güç yapma vaatleri eşliğinde beceriyle sürdürüyor. 2014’ten beri iktidarda. Ne var ki çok farklı dini ve etnik grupların mozaiği durumunda olan bu ülkede uygulanan popülist konsolidasyon politikaları iç barış için büyük bir tehlike olarak görülüyor.
Nitekim, ülke çapında ve özellikle Modi’nin liderliği altındaki Hindistan Milliyetçi Partisi’nin yönettiği eyaletlerde etnik ve dini azınlıklara yönelik saldırıların büyük artış gösterdiği uluslararası insan hakları kuruluşlarının raporlarında belirtiliyor.
Hindistan dünyada İslamofobi’nin en güçlü olduğu ülke. Bunun iki büyük sebebi var. Dünyadaki en büyük Müslüman azınlık (200 milyon kişi) bu ülkede yer alıyor. Çoğunlukla ekonomik açıdan daha gelişmiş şehirlerde yaşayan Müslüman ahali ve bu nüfus içinden çıkan başarılı iş insanları “kendi ülkemizde bizi sömüren, ekonominin kaymağını yiyen kesim” diye kolayca şeytanlaştırılıyor. Pakistan’la öteden beri yaşanan gerilimler de hem Hindistan Müslümanlarına hem de genel manada İslam’a karşı öfke ve düşmanlığı besleyen öteki kaynak.
Netice itibarıyla Müslümanların “öteki” olarak konumlandığı bu ülkenin “asıl sahipleri” olarak Hinduları yeniden sosyal ve ekonomik piramidin üstüne yerleştirme vaatleri seçim kazandırabiliyor.
Bir zamanlar, nüfusu dolayısıyla, “dünyanın en büyük demokrasisi” denilen Hindistan son yıllarda demokrasinin en fazla darbe aldığı yerlerin başında gösteriliyor. Basın büyük ölçüde susturulmuş, internet kontrol altına alınmış, muhalifler baskı ve tehdit altında bulunuyor.
Seçimler yapılmaya devam ediyor ama Anayasa Mahkemesinin yetkilerinin kısıtlandığı geçen yılki seçimden önce ise yüksek seçim komisyonunun iktidarın emrine tabi hale getirildiği biliniyor.
Batı dünyası ise Modi yönetiminin demokrasiden uzaklaşıp giderek otoriterleşmesini pek dert etmedi bu süreçte, aksine Hindistan ile ilişkilerini güçlendirmeye çalıştı. Putin’den S-400 alması da sorun olmadı. Zira Hint-Pasifik bölgesinde Çin’in nüfuz alanını genişletme politikalarına karşı Yeni Delhi’de güçlü bir iktidarın mevcudiyeti önemseniyordu. Hindistan halkının neye maruz kaldığı tabii ki önem taşımıyordu. Zaten halkın çoğunluğunun da iktidarın yanında olduğu görülüyordu.
Gelgelelim, okullarda okutulan tarih dersi kitaplarının radikal Hindu milliyetçiliği doğrultusunda yeniden yazdırıldığı, Hindu fanatiklerce yıkılan tarihî caminin yerine yapılan tapınağın başbakan tarafından büyük bir törenle açıldığı ülkede işler eskisi kadar iyi gitmiyor artık.
Daha önce katıldığı bütün seçimleri farklı kazanan Modi, son birkaç yıldır enflasyon ve işsizlik başta olmak üzere halkın sorunlarına çözüm bulamadığı için kan kaybediyor.
Geçen yıl yapılan seçimden önce ana muhalefet partisinin banka hesapları dondurulmuş, birçok muhalif adayın seçime katılması çeşitli “yasal” bahanelerle engellenmişti. Bütün bunlara ve devlet imkanlarının alabildiğine seferber edilmesine rağmen, sandıkta umduğunu bulamadı. Modi’nin partisi iktidarda kalmayı ancak kıl payıyla başarabildi, Hindistan Parlamentosu’nun alt kanadındaki çoğunluğunu ise kaybetti. Seçime ittifakla giren muhalefet partilerinin gücü artarken, iktidar partisi koalisyon ortağına bağımlı hale geldi.
Seçim öncesinde Ayodhya tapınağında gerçekleştirilen muazzam kutsama töreni fazla işe yaramadı, şimdi elinde kalan son kurşunu kullanmaya girişti: Pakistan’la savaş.
Gelinen aşamada umalım ki iki tarafta da sağduyu ve akıl baskın çıksın ve birilerinin ikbal hevesleri uğruna masum insanların kanı daha fazla dökülmesin.