Mizah algımız

Nedim Odabaş

Mizah algımız

Yeşilçam´ın duayen isimlerinden Metin Akpınar, geçtiğimiz günlerde sinema üzerine verdiği bir röportajda şunları söylüyordu: ?Esasında daha rafine, daha kalite, daha sanatsal kaygı içeren senaryoların yazılması ve onların çekilmesinden yanayım. Bizim sinemalarımızda son zamanlarda ödüllük filmler çekiliyor. Nispeten ağır tempolu, tek renkli filmler oluyor adeta. Ödül alıyor ama sinemaya kimse girmiyor. Bir de ödül amaçlı değil, gişe amaçlı filmler çekiliyor. Onlar da sinemaya 3 milyon, 5 milyon insan sokuyorlar. Fakat onlar da kalite ve sanatsal kaygı içermiyor. O yüzden ben bunun ikisinin ortasının yapılmasını istiyorum. Hem sanatsal kaygı içeren hem gişe endişesi olan hem de ödül almak üzere rafine işlerin olması Türk sinemasının geleceği açısından daha doğru olur diye düşünüyorum.?

Metin Akpınar´ın 3 milyon, 5 milyon gişe yaptığını söylediği filmlerin başında kuşkusuz Recep İvedik geliyor. Şahan Gökbakar, kalitesizliğin dibini bulduğu bu filmlerinde müthiş bir senaryo saçmalığıyla, sığ, düzeysiz, kalitesiz esprileriyle, birbirinden acayip konularıyla ne yazık ki, 7 milyon izleyiciyi gişeye çekmeyi başarabilmiştir.

 

 

 

Bizim mizah anlayışımız bu mudur? Bu mudur bizim espri anlayışımız? 7 milyon insan bu acayip, garaip filmin neresine gülüyorlar? Ve nesini seyretmek için akın akın sinemalara koşturuyorlar? Maalesef, sadece gişe başarısı için üretilen bu tür filmlerle Türk insanının mizah algısı, deyim yerindeyse çıtanın altına düşürülmüş ve yerlerde sürünür hale getirilmiştir! Mizahın ve ince esprinin üstadlarından Recep Demirkaynak dostumuz kendisiyle yaptığımız bir röportajda, ?Sanatçı, derdi olan insandır? demişti. Elbette, sanatçının derdi olmalı, kederi olmalı, yaptıklarıyla insanlara örnek olmanın derdini yaşayabilmeli, kaygısını duyabilmeli.

Oysa, bugün gişe başarısı için üretilen filmlerde böyle bir anlayışı görebilmek mümkün bile değil. Toplumu dejenere edebilmek, ahlakı dejenere edebilmek, iffeti değil şehveti başrole koyabilmek ve hedonist, egoist, bencil bir insan prototipi oluşturabilmek için bu tür sinemacılar ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.

Sanatçının derdi, sadece gişe başarısı için kalitesizliğe yaslanıp, ortaya garabet yapımlar koymak olmamalı. İşte, hiçbir kaygı içinde olmadığı için, tek derdi para kazanmak ve bu paraları hovardaca harcamak olduğu için Türkiye´de ortaya çıkan sanatçı taifesinin içinde olduğu yapımları da izlemek mümkün olmuyor.

Sadece mizah sanatçıları açısından değil? Tüm sanatçılar açısından durum böyle. Sanat camiası giderek kokuşuyor, çürüyor. Bu çürüme, toplumun derinliklerine nüfuz ediyor. Zira, sanatçı, toplumun önünde yürüyen insandır? Bir düşünürün ifade ettiği gibi, sanatçı toplumun aynasıdır, bu ayna kirli olursa toplum da kirlenir, eğer bu ayna temiz olursa toplum da güzelleşir. Toplum gözlerinin önünde çürürken, içinde bulundukları yapımlarla insanların ahlakı dejenere olurken, iffetin değil şehvetin başrolde olduğu yapımlar insanlarımızın ahlak kodlarını bozarken, bir sanatçı da çıkıp, ?Bizim mizah algımız bu değil. Biz, toplumun önünde yürüyen insanlarız. Onlara güzelliği, hakkaniyeti, hakkı, güzel şeyleri aktarabilmeliyiz? şeklinde tepki veremiyor.

Toplumumuzun temel dinamikleri sarsılıyor?. Toplumumuzun kılcal damarlarındaki temiz kan, ortaya konulan birbirinden rezil yapımlarla kirletiliyor. İnsanlarımız, kendilerine sunulan, tamamen kurgu olan bu ahlaksız dünyaya empatiyle bakıp, ?Şu renkli dünyanın bir parçası ben de olabilsem? diye düşünür hale gelmiş durumdalar. Kötülüklerin ortaya konulmasından daha beter olan, işte bu duygunun zihinlere yerleşmesidir. Zira, bu duygu, kötülüklerin sıradanlaşmasına ve insanlarımızın tepkisizleşmesine yol açıyor.