21’inci yüzyılın güvenlik mimarisi, yalnızca askerî caydırıcılıkla değil, bilgi, zamanlama ve stratejik diyalogla kurulan yeni bir devlet aklı gerektiriyor. 2010’lu yılların başında umut vadeden bir toplumsal vizyona dönüşen, bugünlerde ise “Terörsüz Türkiye” ifadesiyle anılan Kürt sorununa çözüm arayışı ise bu devlet aklının belki de en somut uygulama alanı. Bu sürecin görünen siyasi aktörleri kadar, görünmeyen fakat belirleyici olan kurumsal aktörü ise Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT).
MİT, sadece bir güvenlik aygıtı olarak değil, kriz yöneten ve inisiyatif alan bir yapı olarak da bu sürecin motor gücü haline geldi. Bu bağlamda, proaktif istihbarat ve istihbarat diplomasisi kavramları etrafında yeniden şekillenen MİT, “Terörsüz Türkiye” idealinin hem mimarlarından biri hem de yürütücüsü olarak analiz edilmelidir.
“Terörsüz Türkiye”: Jeopolitik ve Siyasi Vizyon
“Terörsüz Türkiye” ifadesi, sadece silahların susması değil, yapısal reformların da ortaya konulması anlamına geliyor. Bunun için siyasetin, olabilecek en yüksek mutabakatla bu arayışa sahip çıkması önemli. Şimdiye kadar, çözüm önündeki en büyük engellerden biri olarak gösterilen Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) ve onun lideri Devlet Bahçeli’nin bu sürece en yüksek perdeden sahip çıkan aktör haline gelmesinin ardında yatan teknisyenlikte, bizzat MİT ve teşkilatın başkanı İbrahim Kalın’ın da önemli rolü olduğu kulislerde konuşuluyor. Bu çerçevede MİT’in rolü sadece istihbarî operasyonlarla değil, sürecin “siyasi mühendisliğiyle” de tanımlanır hâle geliyor. Elbette bu durumda iç siyasi dengeler kadar dönüşen jeopolitik denklem ve artık neredeyse “hayati” hâle gelmeye yüz tutan güvenlik riskleri de rol oynadı.
Çözüm arayışlarıyla, silah bırakması beklenen PKK’nın, özellikle Suriye’de kendisini de aşacak bir boyuta evrilmesi ve bölgesel/küresel güçlerin etki alanına girerek oradan bir daha çıkmama ihtimali, güvenlik birimlerinin tehdit değerlendirmesi listesinin baş sıralarındaydı. Stratejik istihbarata yoğunlaşan MİT, kısa vadedeki bu tehdidi bertaraf etmek için alanı sadece izleyen değil, sahayı dönüştüren bir aktör olarak devreye girdi. Bu noktada MİT’in çözüm sürecindeki rolü, örgütün silahlı kapasitesini sınırlandırmakla kalmadı, aynı zamanda siyasi çözümün önündeki engellerin aşılmasına katkı sundu. MİT, gerek Kandil hattıyla sürdürülen temaslarda gerekse Oslo ve İmralı görüşmelerindeki teknik koordinasyonda, sadece aracı değil, süreç mimarlarından biri olarak konumlandı.
Suriye’deki gelişmelerle birlikte PKK’nın üst düzey dış destekle PYD ve YPG üzerinden devletleşme kapasitesi elde etmesi, ilk çözüm sürecine yönelik algıları da kökten değiştirmişti. Bu durum, Türkiye açısından hem ulusal güvenliği hem de sürecin toplumsal meşruiyetini tehdit eder hâle gelmişti. MİT, bu yeni tablo karşısında bir yandan bölgesel aktörlerle istihbarat diplomasisi yürütürken, diğer yandan çözüm sürecinin sürdürülebilirliği için örgütün Türkiye içindeki operasyonel varlığını kontrol altına alma çabasını sürdürmüştü.
Dolayısıyla MİT’in rolü yalnızca “terörü bitirmek” değil, aynı zamanda “çözüm koşullarını mümkün kılmak” şeklinde tanımlanabilir. Bu da kurumu, klasik güvenlik bürokrasisinden farklı olarak, hem masa başında hem sahada belirleyici kılan çift yönlü bir aktör hâline getirdi. İlk çözüm sürecinin akamete uğramasının ardından MİT’in operasyonel karakteri yeniden öne çıksa da, bu dönem, kuruma kalıcı bir strateji hafızası kazandırdı.
MİT’in Rolünün Yeniden Tanımlanması: Barışın Gizli Mimarisi
MİT’in 2010’lu yıllardaki rolü, artık sadece tehdit algısını yöneten bir kurum değil, çözüm üreten bir aktör olarak biçimlenmiştir. Bu dönemde MİT;
*İstihbarat diplomasisi yürütmüş, PKK’nın Avrupa yapılanmalarıyla Oslo’da müzakerelere katılmış,
*İmralı trafiğini koordine ederek Öcalan ile devlet arasında sürdürülebilir ve kontrollü bir iletişim hattı kurmuş,
*Silah bırakma sürecini bizzat kontrol ve koordine edecek kurum haline gelmiştir.
Bunların tamamı, istihbaratın artık sadece “gizli dosyalar”la değil, siyasi denge unsurlarıyla çalıştığını ve sahayı dönüştürme gücüne sahip olduğunu gösteriyor.
Operasyonel Derinlik ve Stratejik Caydırıcılık: MİT’in Yeni Savaş Doktrini
Türkiye’nin güvenlik mimarisi son yıllarda önemli bir dönüşüm geçirdi. MİT, bu dönüşümün merkezinde yer alan kurumlardan biri oldu. Özellikle Suriye ve Irak sahalarında üst düzey PKK yöneticilerine yönelik gerçekleştirilen hedefli operasyonlar, klasik kontra-gerilla yaklaşımlarından farklı olarak, yüksek hassasiyetli bir istihbarat temelli mücadele doktrininin uygulamaya geçirildiğini gösteriyor.
MİT’in sahada yürüttüğü bu operasyonlar, yalnızca birer taktik başarı değil, aynı zamanda stratejik bir mesaj niteliği taşıyor. Örgütün komuta kademesine yönelik gerçekleştirilen suikast, yakalama ve etkisizleştirme operasyonları, asimetrik savaş bağlamında “düşmana iradeni kabul ettirme” ilkesinin somut uygulamalarıydı. Bu yönüyle söz konusu hamleler, klasik çatışma dinamiklerinin ötesine geçerek örgütün hareket kabiliyetini, moral üstünlüğünü ve iç hiyerarşisini doğrudan hedef almıştı.