Tarih: 03.11.2019 07:07

Mehmet Gündoğdu; İslam Aleminin Anarşistleri, Hariciler ve Işid/Deaş

Facebook Twitter Linked-in

Hâriciliğin doğuşu

İslam tarihinde Hariciliğin başlangıç noktası olarak Hz. Ali ile Muaviye arasındaki Hakem Olayı gösterilir. Ama aslında Hakem Olayı’na yapılan itiraz Hariciliğin başlangıcı değil, patlama noktasıdır. 

Haricilik, ondan önce Hz. Osman’a karşı organize edilen isyanın özünde, o isyanda pek çok kişilerin tutumlarında vardır. 

Muaviye ve taraftarları, Kur’an-ı Kerim’i mızrakların ucuna takıp Hz. Ali’nin ordusunun karşısına çıktıklarında Hz. Ali, bunu bir hile ve oyun olarak gördü ve onlara karşı savaşın sürdürülmesini istedi. Ancak Harici eğilimliler, konuyu zahiri ile değerlendirip savaşın sürdürülmesine karşı çıktılar.

Bu kargaşa karşısında savaş durdurulup Hz. Ali (ra) hakem tayinine razı edilince bu sefer de, “Sen nasıl olur da hakem tayin edersin, ‘Hüküm ancak Allah’ındır’, sen Allah’ın hükmüne karşı hakem tayin ederek kafir oldun’’ dediler ve onun ordusundan ayrıldılar. 

“Haricî “ kavramı, onların bu tutumuyla ilgili olarak “çıkmak, itaatten ayrılıp isyan etmek” anlamındaki hurûc kökünden “ayrılan, isyan eden” mânasında bir sıfat olarak türetilmiştir. Bu topluluk, Hariciyye ve Havaric olarak adlandırılmıştır. 

Haricilere karşı fikir belirtenler onların bu isimlerinin terim anlamını “insanlardan, dinden, haktan veya Hz. Ali’den uzaklaşan ve yönetime karşı ayaklanarak cemaatten çıkanlar” anlamında kullanmışlardır. 

Kendileri ise Havâric ismini, “kâfirlerin arasından çıkarak Allah’a ve peygamberine hicret edenler” (en-Nisâ 4/100), “kâfirlerle her türlü bağı koparanlar” anlamında kullanırlar. 

Hârici Zihniyeti

Hâricîler, erken dönem İslam tarihinde ortaya çıkan olay ve gelişmeleri ciddi anlamda yönlendirmiş olan radikal siyasi terörize olmuş mezheplerden biridir. 

Zira İslam dünyasında ilk toplumsal şiddet olayı olarak kabul edilen Hz. Osman’ın öldürülmesini toptan üstlenmişler; arkasından Sıffîn ve Nehrevân savaşlarının ortaya çıkmasında etkin biçimde rol oynamışlardır. 

Nihayet bu sürecin sonunda Hz. Ali’yi de şehid eden anarşist bir terör örgütüdür.

Emevîler ve Abbasîler gibi siyasal iktidarlara karşı çetin bir mücadele  ermişlerdir.

Bu yüzden Hâricîler, Müslüman toplumun ana bünyesinden koparak ayrışan ilk farklılaşma hareketidir. 

Hâricilerin özellikleri

Hâricî gruplar, Müslüman toplumların genel olarak yoksul, varlıksız ve bu yüzden hoşnutsuz tabakalarından gelen kesimlerini oluşturuyorlardı. Bunlar, Arap toplumunun geleneksel yapısı içinde sosyal ve ekonomik bakımdan en mahrum ve en alt düzeydeki toplumsal sınıflardan geliyorlardı.

Ayrıca, toplumsal taban olarak şehirli olmayıp önemli ölçüde bedevî bir kültür ve yapıya sahip olmaları, onların hemen hemen tüm tarihlerine damgasını vuran önemli bir özelliktir. Bu yüzden onlar, çölde göçebe bir hayat yaşayan ve medeni hayata intibak etme güçlüğü çeken hatta medeni olmaya direnen bedevî Arap karakterinin belirgin ögelerini bünyesinde taşımaktaydı. 

Bedevîliğin öne çıkardığı imaj, cahil, katı, sert ve inatçı bir insan tipidir. Bu yüzden olsa gerek, onlar da aynı özellikleri sergilemişlerdir. Ayrıca kendi içlerinde istikrarlı bir yapıları yoktu ve adaletsiz olarak algıladıkları siyasal sistemlere karşı sürekli bir şekilde mücadeleyi savunuyorlardı. İçinde bulundukları zor hayat sartları onları kabalığa, sertliğe ve şiddete yönlendirmişti. Coşkulu ve atılgan bir ruha sahiptiler. 

İslamiyete samimiyetle inanmış olmalarına rağmen ufukları dar, düşünceleri yüzeyseldi. Derin bilgiden yoksun bu inanma şekli onları bağnazlığa, katılığa ve hoşgörüsüzlüğe sürüklemişti. 

Kendilerini bilgi değil sarıldıkları üç beş tane slogan ve heyecanları yönlendiriyordu. Kur’an’ın zahiri (görünüşteki) anlamına takılıp kalıyor yani kabuğu kırıp öze inemiyorlardı. Kendi anlayışlarının dışında başka bir anlayışı da asla kabul etmiyorlardı. Kendileri gibi inanmayan herkesi kafir sayıyor ve öldürülmeleri gerektiğine inanıyorlardı.

Önüne gelen kişilere Hz Ali’ yi, Hz. Osman’ı ve Muaviye’yi lanetlemelerini söylüyorlar, onları lanetlemeyip kafir olduklarını söylemeyenleri acımasızca öldürüyorlardı. 

Başlangıçta tek bir slogan “Allah’tan başka kimse hüküm veremez” etrafında toplanmışlardı. İnanç adına söyledikleri çok bir şey yoktu. Büyük günah işleyenleri ebedi cehennemde kalacak kafirler olarak görüyorlardı. Hz. Ali o zaman sayıları 12000’i bulan bu insanlarla öncelikli olarak savaşmak zorunda kaldı. 

Hariciler, görüşlerinde o kadar samimi idiler ki, kendileri için en çok beğendikleri isimlerden biri “Allah yolunda savaşıp O’nun rızâsı için canlarını ve mallarını satan ve Allah’ın da bunları cennete karşılık satın aldığı kimseler” anlamındaki ( et-Tevbe 9/111) ayette mülhem “Şurrat” tır.

Onlar, yaptıklarının kendilerini cennete götüreceğine yüzde yüz inanmışlar; amaçlarına ulaşmak için bütün varlıklarını harcamaktan, kendilerini göz göre göre tehlikeye atmaktan asla çekinmemişlerdir. Onlar açısından “fedakârlık”, davalarının hak olduğunun tek delili gibi olmuş, fedakârlığı “kendilerine çağrı” aracı edinmişler, bu delili ispatlamak için canlarını feda etmişlerdir. Gecelerini ibadetle geçirmişler, öyle ki alınlarında secde izi oluşmuş; başkaları onları görünce itidal üzerine olan Müslümanlardan daha samimi zannetmişlerdir.

Hariciler, takıntılı bir topluluktur ve Müslümanlarla uğraşmak onların en bilinen takıntısıdır. Kılıçları/silahları, küfre dönük değil, Müslümanlara yöneliktir.  

Haricilere göre kendilerinden başka yeryüzünde Müslüman yoktur. Kendilerine katılmayıp kendilerine Müslüman diyenler yeryüzünün en kötü insanlarıdır, onların, hanımlarının ve çocuklarının katli caizdir. Yeryüzü diğer kâfirlerden önce onlardan temizlenmelidir.

Bu tutumlarındaki aşırılıkları ile pek çok hikâyeye konu olmuştur. Onlarla karşılaşan Müslümanlar, “Biz, Müslümanız dersek bizi mutlaka imtihan ederler, onların mantığınca muhakkak bir yerde imtihanı kaybeder ve öldürülürüz” diye düşünmüşler; hile-i şeriyeye başvurarak “Biz ehl-i kitabız” diyerek onların şerrinden korunmuşlardır. Yine kimi âlimlerin onlara denk gelince onların şerrinden korunmak için “Ben, müşrikim, henüz Müslüman olmadım” diyerek ellerinden kurtulduğu rivayet edilir.

Hariciler, haram konusunda hassas ama Müslüman kanı dökme konusunda cömerttiler. Bununla ilgili rivayet edilen olaylar arasında en korkuncu, büyük sahabe, Hz. Resulullah (S. A. V.)’ın muhibbi Hz. Habbab bin Eret’in oğlu Abdullah’ın başına gelenlerdir.

Abdullah bin Habbab, hamile cariyesi ile birlikte onlarla karşılaşır; onu şehid etmekle kalmazlar, cariyesinin karnını deşerek onu ve karnındaki çocuğunu da şehid ederler. Bir süre sonra bu topluluk bir Hristiyan’a ait bir hurma bahçesine denk gelir, onlardan biri oradan bir hurma alır, ağzına koyar, arkadaşı “Allah’tan kork, o bir zimminin hurmasıdır” deyince hurmayı ağzından atar, hatta bir habere göre bir domuza denk gelir ve onu vurmak isterlerken onun yabani değil, bir Hristiyan’a ait olduğunu anlayınca onu öldürmekten vazgeçerler.

Hariciler, itirazcı yapılarıyla önce başkalarını, sonra arkadaşlarını tekfir etme hastalığı yüzünden hiçbir zaman büyük yapılar oluşturamamışlar; bölünmüşler, birbirlerini katletmişler ve dağılmışlardır.

Hariciler, beşeri topluluklarda olduğu gibi davalarını kendilerinden katledilenlerin intikamı üzerinden sürdürdüler. Bedevi gelenekle de örtüşen bu tutum, onlar arasında küçük dayanışma gruplarının oluşmasına sebep olmuştur.

Kimi Harici grupların kadınları da cephede onlarla birlikte savaşırdı. O kadınların en ünlülerinden biri Şebîb b. Yezîd eş-Şeybânî’nin hanımı Gazale’dir.

Hariciler, bütün Bedevi toplumlarındaki “eşitlik” hastalığına müptela idiler; kendilerini onlarla eşit gördüklerinden düşünme haklarını İslam emirlerine ve âlimlere devretmeye karşı çıkar; bu eşitlik hastalığı onları isyankârlığa götürürdü.

Eşitlikçi tutumları, Haricileri temsilci seçmekten alıkoyar. Bu da onların büyük devletler kurmalarına daima engel olur, kurdukları yapılar kantonları asla geçmez. 

Hariciler, “Hüküm ancak Allah’ındır” iddiasıyla ortaya çıksalar da kendilerini Allah’ın eri olarak gördüklerinden hükmü nihayetinde kendilerinde görürler. İnsanı farkında olarak veya olmayarak ilahlık iddiasına götüren bu eğilim, Hariciye “Her şeyi bilirim ve dilediğimce hükmederim” özgürlüğü sağlar. Harici bu özgürlükle çoğu zaman birkaç dakikayı geçmeyen mahkemeler kurar, o an muhatabının kalbindeki imanın yokluğuna karar verir ve hüküm sahibi olarak onu derhal infaz eder. 

Hâricilerden etkilenen gruplar

Öte taraftan Haricî zihniyetinin İslam tarihinin belli bir döneminde zuhur edip sonradan kaybolup gittiğini söylemek de imkânsızdır. Bu zihniyeti ortaya çıkaran benzer şartlar teşekkül ettiği her zaman ve her zeminde, dinî motifli şiddeti esas alan grupların Hârici düşünceleri taşıdıkları görülmektedir. Bunlarda ikisini ele alalım.

Vehhâbiler

Haricilik düşüncesi ekseninde ortaya çıkan oluşumların başında Vehhabilik gelmektedir. Ana tema olarak kendilerini Selefi olarak da tanımlayan Vehhabilerin ileri sürdükleri değerler ile Selef olgusu birbirlerinden farklıdır. Şöyle ki:

Selef: Geçmiş, öncekiler, öndekiler demektir. Selef, Hz. Peygamber bir hadislerinde “En hayırlı nesil benim dönemimde yaşayanlardır. Sonra onları izleyenler, sonra onların ardından gelenlerdir (Buhari, “Fezailü’l-Ashab”, 1; Müslim, “Fezailü’s-Sahabe”, 212) şeklinde buyurduğu kesimi temsil etmektedir.

Selef-i Salihin ise, Müslümanların öncüleri olan Sahabiler, Tabiiin (İslam Düşüncesinin önderleri) ve Tebe-i Tabiin (İslam düşüncesini sistematikleştirenler) şeklinde tanımlanabilir.

Ancak Vehhabilik düşüncesinde Selefilik anlayışı; siyasi algının ağır bastığı ve erken dönem Harici görüşlerinin etkili olduğu hatta esas kabul edildiği bir anlayıştır.

Vehhâbi zihniyeti 

Vehhâbî hareketinin Müslüman toplumlarda ortaya çıkan her çeşit gelişme ve yeniliğe bid’at gözüyle bakıp karşı çıkması, son derece katı ve hoşgörüsüz bir anlayışın ortaya çıkmasına yol açmış; öyle ki bu bakış tarzı, sadece kendi din anlayışının mutlak doğru olduğuna inandıkları için kendi dışındaki toplum kesimlerine yönelik şiddeti meşrulaştırmışlardır.

Vehhâbîler kendileri dışındaki her çeşit inanç, fikir ve sembole hayat hakkı tanımamış, şirk ve küfür ile itham etmişlerdir. Ele geçirdikleri şehirlerde tarihi eserleri (özellikle Türk ve Osmanlı kültürünü)  temsil eden mimari eserleri tahrip etmiş olmalarından da bu anlaşılır.

 Süreç içerisinde aşırı bir mezhep taassubuyla birlikte katı bir şekilciliğe ve kuralcılığa bürünen Vehhâbîlik, başkalarını tekfîr etmeyi öne çıkaran dinî bir ideolojiye dönüşmüştür. 

Her ne kadar özellikle siyaset alanında bir güç haline gelmiş olsalar da, Vehhâbî çevrelerin dinî metinlerin sadece zahirlerine bağlı kalarak yüzeysel ve katı bir din anlayışını öne çıkarmaları, bu çerçevede akla, fikir hürriyetine ve hoşgörüye yer vermeyen özelliklerinden dolayı Hârici anlayışı benimsedikleri görülmektedir.

Onun için Osmanlı uleması da selef söylemi ile Harici eylemleri arasındaki bu farklılığın farkında olduğunu göstermek amacıyla Vehhabiliğe, “Yeni Haricilik” demişlerdir.

Işid/Deaş

Aynen bunun gibi Işid/Deaş da kendilerinin Selefi olduklarını idda etseler de, görüş ve düşünceleri,  Vahhabi’lerin hârici anlayışı ile örtüşmektedir.

Vahhabiliğin kurucusu Şeyh Muhammed bin Abdülvahhab’ın görüşleri ile Deaş’ın kurucusu Ebu Ömer el-Bağdadi’nin görüşleri aynı düzlemdedir.

Yakın geçmişte öldürülen el-Bağdadi’nin kaynaklarda geçen görüşleri; Işid/Deaş hareketinin temel düşünce yapısı ve itikadi görüşlerini ortaya koymaktadır. Şöyle ki;

1.Şirkin her türlüsünü ve şirke ileten yol ve araçların hepsini ortadan kaldırılacaktır. Şiiler/Rafiziler, şirk ve ridde taifesindendir.

2.Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendileridir.

3.Endülüs’ün yıkılmasından itibaren, İslam ülkelerinin kurtarılması için cihad, farz-ı ayndır.

4.Mevcut İslam ülkelerinin yönetim ve ordusu mürted ve kâfirdir. Ancak halkı kâfir değildir. 

Mevcut İslam ülkelerinin yönetim ve ordusuyla savaşmak, Haçlılarla savaşmaktan ‘daha vacip’tir.

Sonuç

İslam dünyası, içerisinde bulunduğu siyasi, askeri, ekonomik ve yönetim biçimi açısından ciddi sıkıntılar yaşamaktadır. Birçok alanda çöküntü yaşayan Müslümanlar, bazı bölgelerde, buhranlarından kurtuluş yolları, dini ve siyasi çeşitli alternatifler ve bu doğrultuda bazı  arayışlar içine girmişlerdir.

Mevcut durum itibarıyla küresel  güçler altında ezilmiş olan Müslümanlar, inançlarının gerçekliğini kanıtlamak istercesine, dar alanda ve yerel bağlamda söylemlerini gerçekleştirmek amacıyla özel oluşumlar gerçekleştirmek isteklerine, cevap yine küresel güçler tarafından gelmiştir.

Hârici düşünceler temelinde, şiddet öncelikli, dini görünümlü örgütler kurmak, lojistik destek ve finansmanını sağlamak şeklinde gerçekleştiği görülmektedir.

Günümüzde “Haricilik” diye bir mezhep yoktur. Fakat İslam alemine baktığımızda o ruhun hala canlı olduğunu görüyoruz. Bilgiden önce hamasetle, sloganlarla hareket etme isteği o gün de vardı bugün de var. Fütursuzca Müslümanlara yönelik kafirlikle ve müşriklikle suçlamak hala devam ediyor. Alçakça Müslümanları katlediyorlar.

Sizce kimin yanında yer alıyorlar? 

Kaynaklar:

Halil İbrahim Bulut, Dini Şiddetin Arkaplanı olarak Hariciler ve Günümüze yansımaları.

Harun Yıldız, Temel Fikirleri Açısından Vehhabilik.

Dr. Abdülkadir Turan, Haricilik ya da Müslümanların Anarşistleri.

Prof. Ramazan Biçer, Işid Düşünce Yapısının Teolojik Arkaplanı.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —