Tarih: 12.11.2018 10:47

Marksizm ve Ahlâk (7) Formalistler ve Araçsalcılar

Facebook Twitter Linked-in

Marksizm ve Ahlâk (7) Formalistler ve Araçsalcılar

7 Kasım 2018] ?Bizim ahlâkımız eski sömürücü toplumu yıkmak için bir araçtır; Komünist ahlâkın temeli, Komünizmi gerçekleştirme ve pekiştirme mücadelesidir.?

Yukarıdaki cümle, 1919 tarihli bir fotoğrafını solda (daha doğrusu aşağıda.Editör) gördüğünüz Lenin´in Toplu Eserler´inin (İngilizcesinin) XXVI. cildinden. Richard Overy´nin ?Diktatörlüğün Manevî Evreni? başlıklı 7. Bölümünde, başlık altı alıntısı olarak yer alıyor.

En temel nokta da bu zaten. Bu söylenebiliyorsa, başka herhangi bir açıklamaya gerek var mı, doğrusu bilemiyorum. Ortak ve mutlak ahlâk diye bir şey tanımadığını; ahlâka bakışının tamamen siyasî ve araçsal olduğunu; Komünizm mücadelesini ahlâkın temeli saydığını, gayet net ve kesin bir ifadeye kavuşturuyor.

Olası alternatiflerini düşünün. (a) Naziler: Bizim ahlâkımızın temeli saf Alman ırkının üstünlüğünü gerçekleştirme ve pekiştirme mücadelesidir. (b) Kemalistler: Bizim ahlâkımızın temeli Cumhuriyetin ve Ulu Önderinin inkılâpçı, modernist otoritesini kurma, koruma ve pekiştirme müücadelesidir. (c) Bir zamanlar TSK; 12 Mart 1971 darbesinin MGK´sı (Tağmaç ve diğerleri); 12 Eylül 1980 darbesinin MGK´sı (Evren ve diğerleri); 28 Şubatçılar, Batı Çalışma Grubu, Çevik Bir; diğer bazı genelkurmay başkanları (Büyükanıt, Başbuğ ve benzerleri): Bizim ahlâkımızın temeli sivil toplumdan gelebilecek sağ veya sol bütün meydan okumalara karşı ordunun tartışılmaz prestiji ve hayatın her alanı üzerindeki Bonapartist vesayetini sürdürmektir. (d) 1970´lerin sonlarındaki herhangi bir sol fraksiyon: Bizim ahlâkımızın temeli devrim mücadelesini ilerletmek ve dolayısıyla (gerçek sosyalizmi sadece biz temsil ettiğimize göre) her durumda kendi örgütümüzü yaşatmak, ayakta tutmak, hâkimiyet alanını genişletmektir. (e) PKK: Bizim ahlâkımızın temeli Kürt milletine egemen olabileceği bir coğrafya kurmak ve dolayısıyla (Kürtleri de sadece biz temsil ettiğimize göre) hangi yöntemle ve ne pahasına olursa olsun bölgemizde kendi rakip tanımaz iktidarımızı tesis etmektir.

(f) Günümüzün 60 veya 70´lerindeki bazı eski solcuları: Dev-Yolcuyum, doğruyum, çalışkanım. Kurtuluşçuyum, doğruyum, çalışkanım. (Tarihsel) TKP´liyim, doğruyum, çalışkanım. (Tarihsel) Maocuyum, doğruyum, çalışkanım.  Bizim ahlâkımızın temeli, gene de hep en haklı olmuş olduğumuz inancını ayakta tutmaktır. Artık yükselecek, ileri gidecek halimiz kalmadı. Ama varlığım kutsal anılarımıza feda olsun.  

Bu söylem denemelerinden biri, ilki, aynen vaki. Overy´nin Diktatörlüğün Manevî Evrenibölümünün başlık altında bir değil iki alıntı var. Lenin´den sonra ikincisi (yukarıda sağda, Reichsmarschall üniformasıyla ve en muzaffer edasıyla gördüğünüz) Hermann Göring´den. Nazilerin artık mutlak çoğunlukta olduğu ?parlamento?nun (Reichstag´ın) başkanlığına geldiği ve bu fotoğrafın da çekildiği tarihlerde, Ağustos 1934´te aynen şöyle demiş: ?Esas olan formel hukuk değil ırktır; hukuk ve ırkın yaşamı birbirinden ayrılmamalıdır.?Diğerleri benim yakıştırmalarım. Farazî -- ama tümüyle uydurma anlamında gerçek dışı veya gerçek karşıtı değil. Çünkü söz konusu parti, örgüt, hareket veya ideolojilerin satıraralarının okunması, söz konusu ifadeleri pekâlâ olabilir, bu kadar çıplak biçimde dahi telâffuz edilebilir kılıyor.   

Öyle veya böyle; bir ?büyük dâvâ? var sonuçta. Her şey ona göre tanımlanıyor. Dâvâya hizmet eden tutum ve davranışlar ahlâkî. Karşısında yer alan tutum ve davranışlar ahlâk dışı. İyi, güzel, doğru, haklı, âdil ? hepsi bu ölçüte göre belirleniyor. Dâvâya hizmet, nelerin mübah sayılacağı açısından çok, ama çok geniş bir çerçeve oluşturuyor.

Ahlâktan sonra hukuk da bir enstrümana indirgeniyor. İster Nazilerin ırk hukuku, ister proletarya diktatörlüğünün hukuku, ister Takrir-i Sükûn´un ve İstiklal Mahkemelerinin hukuku. Dâvâya, partiye, rejime, o ânın çıkarlarına tâbi olması doğal, meşru, âdetâ sorgulanamaz, değiştirilmesi teklif dahi edilemez bir hal alıyor.  

Bu da işte, Lenin ve Göring gibi çok kötü ve şaşırtıcı akrabalıklara; bir zamanlar düşünmek dahi istemediğim akrabalıklara yol açıyor.

_____________________

Marksizm ve ahlâk (8) Kimlik inşası (yarı-otobiyografik notlar)

10-11 Kasım 2018] Peki öyleyse, nedir Marksizmin veya Marksistlerin ?Komünizm mücadelesi?ni temel alan proleter ahlâkı?  Lenin´in formülünün satıhtaki ve sonra biraz daha eşelendiğindeki anlamları nelerdir?

İlk bakışta nisbeten iyi, normal, ya da en azından kabul edilebilir boyutları kapsar. Çıkış noktasında, güçsüzden yana, ezilenden yana, aşağı ve yoksul sınıflardan yana olmayı; madalyonun diğer yüzünde ise, kapitalizmin getirdiği sefalete, haksızlığa, eşitsizliğe, yalana ve zulme karşı olmayı içerir. İkinci kertede, tek tek bireyleri aşan bir ülkü olarak sosyalizm dâvâsı bir örgütlenme, topluca davranma ve kollektif direnme çağrısıdır. Bu aşamada tâc ve taht sahiplerine meydan okuma; sansüre rağmen düşüncelerini söylemek ve yazmaktan geri durmama, polisi ve mahkemeleriyle devlete boyun eğmeme; birlik içinde dayanma, fedakârlık ve çok zor koşulların üstesinden gelme gibi değerler ağırlık kazanır.   

Hâlâ ve çok kuvvetle bir isyan duygusudur; Marx´ın Fransa´da Sınıf MücadeleleriLouis Bonaparte´ın 18 Brumaire´i veya Fransa´da İç Savaş gibi güncel tarih yazımlarında gözlemlediği her şeydir. Ama ilâveten, mağduriyet kökenli bir aidiyet de kuvvetle gelişmektedir.  Kendilerinin doğrudan katıldığı büyük bir dalga, bir kitle hareketi yoksa, çoğu solcu bunu aileden erken yaşta edinir. Hemingway, sanırım Paris: A Moveable Feast´te (Türkçesi Paris Bir Şenliktir), 1920´lerde ilk karısıyla yaşadığı yoksul mahallelerin işçilerinden (gene hatırımda kaldığı kadarıyla) ?Komünarların [= 1871´de Ulusal Muhafizların kurşuna dizdiği ve kılıçtan geçirdiklerinin] çocukları olduğundan, siyasette nerede duracaklarının öğretilmesi gerekmiyordu? diye söz eder.

They did not need to be taught their politics. Ben de çok küçükken yaşadım bu sosyalleşmeyi.  Beş yaşımdaydım; bir gün (erken başladığım) ilkokuldan eve geldim ve annemi ütü yaparken ağlar buldum. ?Babanı götürdüler? dedi. 1951-52 tevkifatıymış meğer. Ondan sonra hayatım epey bir süre polis kavramıyla, mahkeme devam ederken İzmir-İstanbul arasında gidip gelmelerle, cezaevi ziyaretleriyle (Konak, Harbiye, Sultanahmet -- şimdi yok hiçbiri), hattâ bir seferinde içeri kabul edilip bütün bir gün koğuşta kalmakla geçti. Soğuk Savaş yıllarıydı; 141-142. maddelerin gölgesinde, solun her türü toptan yasaktı. 1950´lerin Demokrat Parti döneminde, azınlığın azınlığı bir kimlik edindim; ailemden ve babamın ?eski tüfekçi? yoldaşlarından ibaret, çok küçük bir çevreyle özdeşleştim; onların acıları ve sevinçlerini kuşandım; genellikle iyimser, açık ve dışa dönük tabiatıma son derece aykırı olduğu halde, içime kapanmayı, olmadık yerlerde olmadık şeyler konuşmamayı, hele okulda ağzımdan hiçbir şey kaçırmamayı, duygu ve düşüncelerimi belli etmemeyi öğrendim.

Hayatı ve toplumu ikiye böldüm, ilericiler ve gericiler diye. Hep biz haklıydık, dürüsttük, doğruyduk, insanlık için iyi şeyler istiyorduk. Hep onlar haksızdı, alçaktı, namussuzdu. Bir mazlumlar ve mağdurlar enternasyonaline intisap ettim. Azınlık ve marjinalliğimin telâfisi oldu. Yalnız değildim, çünkü her yerde vardık. Sanat ve edebiyat üzerinden, solun kollektif hafızasını olduğu gibi benimsedim; bütün epik ve tragedyalarını okudum, bütün zafer ve yenilgilerinin içinde yaşadım. 1961-64 yıllarında lisede, Robert´teyken, hafta sonları aile dostlarımız Mekin amca ile (resmen velim olan) Evinç teyzenin evine çıkardım. İkisi de hayatta değil artık. 1940´ların ikinci yarısındaki Nâzım Hikmet´i kurtarma kampanyasının bütün dergilerini saklamışlardı. Oradan ince ince defterlerime kopyalardım, Nâzım´ın bulabildiğim bütün şiirlerini; gizlice okula götürür, dolabımda saklar, geceleri bazen etüde (late study) kalkıyorum diye, ki hiç ihtiyacım yoktu, ders kitaplarımın içine yerleştirip tekrar tekrar okurdum. (En tepede, başlık resmi niyetine, o defterlerden birinin kapağını, birinin içinden bir sayfayı, bir de 1950 yılından bir kampanya afişini bulacaksınız.)

Tam aradığım realiteydi:?O duvar, / o duvar, / o duvarın dibinde /  bizimkiler kurşunlanıyorlar.? İspanya İç Savaşı´nda Franco´ya karşı savaşan Cumhuriyetçiler: ?Aramızda denizler, dağlar, / benim kahrolası aczim / ve ?Ademi Müdahale Komitesi? var. / (...) Halbuki biliyorum, / bu soğuk karlı havalarda / iki çıplak çocuk gibi üşümektedir /  Madrid kapısını bekleyen ıslak ayakların.? Mussolini, İtalyan Faşizmi ve Habeşistan saldırısıTaranta-Babu´ya Mektuplar. 1946-49´un bir yanda Çin ve diğer yanda Yunanistan iç savaşları:  ?Yarısı buradaysa kalbimin / yarısı Çin´dedir, doktor. Sarınehre doğru akan / ordunun içindedir. / Sonra, her şafak vakti, doktor, / her şafak vakti kalbim / Yunanistan´da kurşuna diziliyor....? Sırf Nâzım da değildi tabii -- Nazizm ve Bertolt Brecht (şiirler, Arturo Ui´nin Önlenebilir YükselişiCarrar Ananın Silâhları); Picasso, Guernica; Neruda, Espana en el corazon [Yürekteki İspanya]; Vallejo, Espana, aparta de mi este caliz[İspanya, bu kâseyi al benden]; Hemingway, For Whom the Bell Tolls [Çanlar Kimin İçin Çalıyor]; Steinbeck, The Moon is Down [Ay Battı]; Ignazio Silone, FontamaraNazi işgali ve Fransız Mukavemeti: Eluard ve Aragon´un şiirleri, Joseph Kessel´den Gölgeler Ordusu... Peki, Sovyetler Birliği neresindeydi ?iyi? ile ?kötü?nün boy ölçüştüğü bu muazzam, alabildiğine Maniheist 20. yüzyıl dramının? Kestirmeden söylersek, Hitler´i durduranlardı, 1941 sonlarının Moskova savunmasında, 1941-1944 arasının Leningradkuşatmasında ve 1942-43 kışının Stalingrad zaferinde.  Büyük Vatan Savunması Savaşı(Velikaya Otechestvennaya voyna): buydu, insanlığa paha biçilmez katkıları. Memleketimden İnsan Manzaraları´nın Dördüncü Kitap´ının son 35-40 sayfasında da yaşıyorlardı: bir taşra hapishanesinde Moskova Radyosunu dinleyen Halil (= Nâzım Hikmet), Ressam Ali ve Bethoven Hasan; Nazilerin kurşuna dizdiği Fransız direnişçisi, Komünist matbaacı Gabriel Peri; 22 Haziran 1941 (Barbarossa Harekâtı) karşısında sıradan Sovyet askeri İvan; partizan kızı Zoe/Tanya; Moskova önlerinde, Panfilov Tümeni´nin Volokolamsk Şosesinde savaşan ve ölen kahramanları... Ki bu da son tahlilde, (Stalin dahil) sosyalizmin genel mağduriyetine eklemleniyor, dolayısıyla tarihsel haklılığına (haklılığıma, haklılığımıza) büsbütün güç kazandırıyordu.

Devrimci romantizm dolup taşıyordum. 1960´lar, 70´ler ve 80´lerde, bilmiyorum bırakmış mıyımdır, ya da kaç tane bırakmışımdır, okunmadık toplama kampı öyküsü, İkinci Dünya Savaşı romanı, ya da Kore, Cezayir, Vietnam anlatısı? Hepsi çok güzeldi -- ama yarısıydı (yarısıymış) hikâyenin. Bir bağımsızlık, özgürlük ve demokrasi feryadıydı, muhalefettekisosyalizm. Kimin için? Herkes için mi? Yoksa sadece kendisi için, kendine ahlâk ve kendine demokrasi mi? Bir, modern Türk ulus-devletinin başka mağdurlarına yer var mıydı bu öyküde (Müslümanlar gibi)?

İki, sosyalizm iktidara geldiğinde ne oluyor, neye dönüşüyordu? (a) Türkiye´de 1925-27´nin İstiklâl Mahkemelerini, Sovyetlerde 1936-38´in Moskova Duruşmaları izlemiş; Stalin hemen bütün eski yoldaşlarını NKVD işkencehanelerinden geçirtip Başsavcı Vişinsky´ye teslim etmişti. (b) Gene Türkiye´de, 1949´da Nâzım´ı kurtarma kampanyası yaşanırken, Macaristan´da yeni Komünist rejimim iki numarası Laszlo Rajk, bir numaradaki Matyas Rakosi tarafından tasfiye ediliyor, inanılmaz işkence görüyor, akla gelebilecek bütün dış düşmanların ajanı olduğu itiraf ettiriliyor ve alelacele idama yollanıyordu. (c) Son olarak, Türkiye´de 1951-52 TKP tevkifatı sürerken, tamı tamına aynı sıralarda, ama bu sefer Çekoslovakya´da rejimin bir numarası Klement Gottwald, iki numaradaki eski arkadaşı Rudolf Slansky´ye çullanıyor, tutuklatıyor, keza felâket işkencelere maruz bıraktırıyor, ezberletilmiş bir sözümona itirafla mahkûm ettirip astırtıyordu Pankrac hapishanesinde. Stalin ve Sovyet gizli servisleri, istihbarat ve sorgu uzmanları vardı, Rakosi´nin de, Gottwald´ın da arkasında.

Üç. Haberimiz var mıydı bütün bunlardan? Vardıysa da, resmî ideolojinin esiri miydik; Sovyet (ve Çek ve Macar) makamlarının ?karşı-devrimci?lerin ezilmesine dair açıklamalarını kabulleniyor muyduk -- kabullenmiş miydik, olduğu gibi? Öyleyse bu da bizi, Türkiye ölçeğinde ve dar anlamda muhalefette, ezilen konumunda olduğumuz halde, dünya ölçeğinde ve daha geniş bir anlamda iktidarın -- Sovyet iktidarının, Çin iktidarının, Macar ve Çek iktidarlarının, Arnavutluk iktidarının paydaşı ve suç ortağı kılmıyor muydu? Rosenbergler Ölmemeli´ydi, evet. Yüzde yüz masum olmasalar da, Soğuk Savaşın başlangıç yıllarına, İkinci Kızıl Panik (the Second Red Scare) dalgasına ve McCarthyciliğe kurban gittiler. Peki, Buharin, Troçki, Zinovyev, Kamenev, Radek, Rykov, Pyatakov ve diğerleri neyin kurbanıydı? Özellikle Türkiye´de, faraza Buharin Ölmemeli diye bir piyes yazan oldu mu şimdiye kadar? (Birileri Troçki Ölmemeli/ydi diye iki cümle kaleme alacak olsa, Şefik Hüsnü ve Reşat Fuat´tan İsmail Bilen ve Zeki Baştimar´a kadar tüm TKP hiyerarşisi, kimbilir neler yapardı!) Annem, hapishane kapılarında babamın yolunu bekledi. Sovyetlerde de şair Anna Akhmatova, kocası ve oğlunu aradı çok daha uzun yıllar, Lubyanka kuyruklarında. Neden ikincisini bilemedim, tanıyamadım? Çok uzun süre, içime ve yüreğime dokunmadı?

Çünkü mutlak değil göreli bir ahlâk inşa etmiştim. Beni ve benim gibi bütün solcuları kuvvetle bağlıyordu. Tersten söylersek; sorgulamak, nasıl oluştuğu ve pekiştiğini kendimden hareketle anlatmaya çalıştığım o çok güçlü mağduriyet kimliği ve aidiyetinin dışına çıkıp başka bir ahlâk bulmayı gerektiriyordu

___________________________

Editörün Notu: Şimdi İbni Haldun Üniversitesi´nde öğretim elemanı olarak akademik sahadaki çalışmalarını sürdüren Prof. Dr. Halil Berktay, 12 Eylül öncesi dönemde sol hareketlerin içerisinde bulunmuş; kendini Maoist olarak tanımlamış, Çin´in komünist lideri Mao Zedung saikiyle davranış sergilemiş ve bu çizgiye uygun olarak ?sosyal emperyalist´ olarak tanımlana gelen Sovyetler Birliğine ve özellikle de Stalin´e karşı ?üçüncü dünyacı´ fikirleri savunan ve Aydınlık grubu çevresinde sol mücadeleye gerek düşünsel ve gerekse de eylem bazında katkı sunmuş bir entelektüel ve aydın olarak hizmet etmiş bir kişidir.

Geçmişte sol blok içerisinde bulunan birçok kişiye nazaran, genel anlamda Marxizm´e ve özelde d sosyal emperyalist olarak tanımladığı Sovyet düşüncesine karşı çıkarak, ona yönelik eleştirilerini her zaman ve zeminde sürdüren Halil Berktay, uzun bir zamandır liberal çizgide yayın yapan Serbestiyet.com´da, özellikle de ?Marksizm ve Ahlak? başlığı altında eleştiri yazılarını sürdürmektedir.

Bizde, İslamcı saiklerle yayın yapan Haberdurus.com ailesi olarak, kendisi geçmişte sol(Maoist) çizgide bulunan, aynı zamanda da entelektüel yanı bulunan bir yazarın, sola yönelik eleştirilerinin üzerine atlamak değil, doğru davranmak ve o minvalde refkleks gösterme iddiası adına yanlış yapan insanların, grupların yanlışlarına parmak basıp, konu açısından kendi görüşlerini bir ciddiyet içerisinde dile getirme suretiyle düşünce dünyamıza ?değerli´ katkı sunduğu için, konu ile ilgili olarak, yazar tarafından numarandırılıp yayımlanan yazılarını siz değerli okuyucularımıza sunmaya çalıştık.

Bugünde, yazarın aynı konu ile ilgili olarak kaleme aldığı (7. Ve 8.) yazılarını,aynı zamanda Serbestiyet.com´da aynı zaman diliminde yayımlandığından ötürü, bizde numaralarını belirtmiş olduğumuz iki makaleyi bir arada vermeye çalıştık.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —