Mardin’den Mezopotamya’ya Bir Yol Hikayesi...

Veysi Dündar'ın yazısı;

Mardin’den Mezopotamya’ya Bir Yol Hikayesi...

 

Bugün Mardin’de kaldım. Gün ortası Midyat yolu üzerinde yeni açılan bir mesire yerinde istirahat edip, doğanın tadını çıkarayım dedim. Doğayla iç içe olunca, çekirgeden yılana, kediden tavuğa, koyundan ata kadar bir sürü hayvan görmek mümkün oldu. Dar alana sıkıştırılmış bir alan değildi burası. Olabildiğine geniş, bağ bahçe idi. Badem, ceviz ağaçları, üzüm asmaları, yöreye ait acur ve tirozi dediğimiz salatalık türleri, incir, sarı ve kırmızı renkte kirazlar yörede en fazla yetişen sebze ve meyveler bu bahçede mevcuttu.

Akşama doğru şehir merkezine döndüm. Yüksekçe bir cafede oturdum. Mezopotamya’nın uçsuz bucaksız ovasını seyre daldım. Kışın yeşeren bu kızıl toprak, bu aylarda sararıyor. Zira hasat yapılmış, buğdaylar stoklara konulmuş oluyor. Önce Ulucami hizasından Kızıltepe istikametine, oradan da Ortaköy, Dara ve Nusaybin tarafına doğru şöyle bir kartal bakışı savurdum. Bu topraklarda yaşananları düşünmeye başladım.

Memleketim olduğundan değil, gelirseniz cidden etkilenerek, olumlu manada ayrılacağınıza söz veririm. Bölgenin en önemli birleşme noktası İpek Yoludur. Çin Seddini büyüklük tarifi olarak kullanırız ya. Onu defaatle katlayan bir uzunluktan bahsediyorum. Gece yolculuğu daha da etkilidir. Gece karanlığın bastırdığı en üst seviyede aracınızı sağa çekin. Motoru susturun. Sevdiklerinizle gökyüzünü, yıldızları seyre dalın. Boyut değiştirmek deriz ya bazen, işte onu deneyimleyeceksiniz. 

İlk defa bir şehre gidecek olsanız, orayı yürüyerek  gezmekle keşfedersiniz. Bu Mardin için en doğru tarif olur, bilhassa Eski Mardin. Burdaki sokakları uzun uzun yürümemiz mümkün. Dinlenmek için Abbara dediğimiz üstü kapalı iki ucu açık bir geçit bir oyuktur bulur, istirahate dalarsınız. Sırtınızı duvara yasladığınızda, kilima serinliğini hissedersiniz. Yeri gelmişken söyleyeyim, her evde klima mevcuttur lakin hasta ettiğinden herkes kendince naturel hayatı tercih eder olmuş. Tahtadan bir oturma alanı, şark usulü döşemelerle ve yatakların serili olduğu bir tapusuz odacıklar kullanıma tekrar girmiş. (Abbara isminde Ahmet Tezcan’ın bir kitabı vardır. Mardin’de 1 yıl kalarak kitabı tamamlayabilmişti.) 

Daracık sokaklar, yukarıya doğru oturanların hayat zorluğu, handikap gibi görünse de; az nüfus, nemsiz hava, enfes Mezopotamya manzaralı bahçeleri, tarihi mimariler manastır/kilise/cami, asırlık Dara harabeleri, elinizi uzatsanız gökyüzüne değecek yükseklikteki kalesi ile, kapalı çarşıları, taştan merdivenleri, gümüş telkari ustaları, özel sabun üretimleri (eşek sütlü sabun vb), eksiksiz kuruyemişçileri, Süryani şarapları ve hurmadan kurabiyeleri, baharat dükkanları ile her derde deva olunması bu şehre büyü katıyor, yaşanmayı kolay kılıyor, kendiliğinden şehri sevdiriyor hatta aşık ediyor. Siyaseti boşverin, erkeği kadınıyla aşık olunası insanı vardır bu kentin, bu bölgenin...

“Mardin kapı şen olur. Buralarda yâr seven mutlaka verem olur” çalıyor aşka davet ediyor. 

Artukbey kahvemi yudumlarken, kahvenin Yemen’den buraya geldiğini ve tüm bölgeye buradan dağıtıldığını belirteyim. Satırlar kendiliğinden akıyor manzaraya baktıkça. İç turizmi canlandıralım diyorum 1 haftadır. Buradaki ‘stres detoksu’ hepinize iyi gelecek. Memnun kalmayana emaneti iade edip, taşlanmayı göze alıyorum.

Buraya yürüyen merdivenler, teleferik, tramway yapılabilir. Şehre bir de film geldi mi değmeyin keyfime... Tabii bu atmosfer anlatılmaz yaşanır diyeceğim. Bende yaşayıp öyle yazıyorum. Yazdığımın yüzde milyon haklılığını birebir siz tecrübe ettiğinizde yaşayacaksınız. 

Her şey toprak renklidir burada. Tarih kokar buralar, sizi tekrar çağırır, “toprak seni çağırıyor” şeklinde değil de, “toprağım gelsene” hemşeri şivesiyle...

Makaleyi yazarken; müziğe eşlik ediyorum. Türkçe, Arapça ve Kürtçe’nin hareketli ve damar parçaları beni diyardan diyara, manzara ise tarihin derinliklerine taşıyor. Süryanice bilmediğimden şarkılarına eşlik edemiyorum, lakin müziğin doğasından olsa gerek duyguda tavan hissi veriyor.

Burada Suriyelilere çok denk geldim. İnsanın üzülmemesi mümkün değil. İnsan olan üzülür. Yaşamaya çalışan insanlar bunlar. Kendi işletmesini açıp yaşamaya gayret eden, mahalle arası en ücra yerde dükkan açmış fakat inanın kulübe daha doğru tarif olur. İçeriye girdiğimde karı koca Peygamber görmüş gibi ayaklanıp, güleryüzle “hoşgeldiniz” dediler. Ne sorduysam yoktu. Olan tek şey çok ucuz bir sigaraydı. İçmediğim halde 2 paket aldım. Ticaret gerçekleşmişti. Fakat içim çok burkulmuştu. Muhtemelen çok kişi onlarda ülkerine geri dönsün diyecektir, fakat sevgili halkım kazın ayağı hiç öyle değil. Yaşamak isteyenlere, gidin orada ölün demek kolaycılıktır. İmkan bulsa güvense kendiliğinden dönecek binlerce Suriyeli tanıyorum. Boş bir kelam değil bu. Aramızda tel örgü var sadece. Öte tarafta savaş devam ediyor. 

“Savaş sözcüğünü duyup panikleyen çok şövalye gördüm.” diyerek bu konuyu başka bir güne saklıyorum.

Bu kentin en hoş rengide küçücük dükkanların varlığıdır. Berberdir, kuruyemişçidir, tesbihçidir, telkaricidir... Ana caddede ya da dar sokaklarda gezerken, karşınıza çıkıverir. Mini mincik sevimli bir yapıdadır. Adeta taşların içinde saklıdır. Ashabı Kehf gibi saklamışlar içlerine, uykuya dalmışlar ve günümüzde uyanmışlar gibi.

Bu arada bakır işleme atölyelerine denk gelirsiniz Eski Mardin’nin bir kaç sokak aşağısında. Ne zahmet, ne sanat, ne emek verilir. İzlemeniz ve hayran hayran seyre dalmanız içten bile değildir, kendiliğinden bir hal alır. Bu arada daracık sokaklarda görüp şaşıracağınız at ve eşekler söz konusu. Kimi sokaklarda belediye bu hayvanlardan çöp toplama işinde istifade ediyor. Emekliye ayırdığı hayvanları ömür boyu en güzel şekilde barındırıyor. Öyle ki; https://www.gazeteduvar.com.tr › m...Web resultsMardin'de kadrolu 3 eşek emekliye ayrıldı - Gazete Duvar haberde de görüldüğü üzere ayakta alkışlanacak bir hareket. 

Burada vakit çok hoş geçer. Yavaş ilerler. Adeta zamanı yudumlarsınız. Sonrada sorarsınız kendinize İstanbul gibi bir metropolde neden ısrarcı olup, kalabalığa trafiğe sese katlanmak zorunda bırakıyorum kendimi diye sorgular bulursunuz. 

25 saatin yetmediği büyükşehir mi, günün 25 saate uzadığı küçük şehir mi yaşamaya daha elverişlidir. Benim kararım bana kalsın.

Siz de gelin görün tecrübe edinin, sorgulamanızı yapın. Kararınızı kendinize saklayın. 

 

Veysi Dündar