Tarih: 02.11.2022 13:47

Mahir Ünal Mezardan gelen ses

Facebook Twitter Linked-in

Ölmüş-bitmiş, anlamı ve değeri kalmamış, tabutu çivilenmiş, nisyan çukuruna yerleştirilmiş ve üzerine bir yığın toprak atılmış bir düşüncenin, davanın veya ideolojinin mezardan gelen sesiydi Mahir Ünal’ın sözleri. Yanlış anlaşıldı ve cehaletle malul bir dikotomiye yerleştirilip basit sloganlara ve polemiğe boğuldu. Dil ve alfabe konusunda asgari düzeyde teknik bilgiye ve Cumhuriyet’in kültür politikalarına dair sade bir birikime ihtiyaç vardı. Bir de 20 yıllık AK Parti iktidarının bu fasıldaki icraatlarını, Mahir Ünal’ın itirazlarına göre gözden geçirmeye.

Muhafazakârlık Batı’da hâkim sınıfların ideolojisi iken bizde, toplumu modernleştirmeye çalışan yönetici seçkinlere karşı geniş yığınların sesi olmuş ve hep çoğunluk olarak kalmıştır. Üstelik ekonomik çıkarlar yerine sarıldığı dinî olmaktan çok kültürel sembollerle kendini siyasî alana taşımıştır. Laiklik, Harf Devrimi, Dil Devrimi, Kılık-Kıyafet Devrimi, Türk musikisinin yasaklanması gibi Cumhuriyetin bürokratik elitlerinin kimliğine-kişiliğine dönüşen mevziler, aynı zamanda Muhafazakârlığın siyasî program olarak aşmaları gereken engelleri temsil etmiş ve zamanla bir alışkanlığa dönüşmüştür. Ta ki AK Parti’nin yalın-katıksız muhafazakâr iktidarına kadar.

Arap alfabesi yerine Latin alfabesinin benimsenmesinden ibaret olan Harf Devrimi’ne nedense en çok Osmanlıca bilmeyen muhafazakârlar itiraz eder. Fonotik alfabeler hakkında biraz bilgisi olanlar Latin alfabesinin Türkçe ses düzenine daha uygun, öğrenmesi ve kullanılması daha kolay bir alfabe olduğunu tartışmaya bile gerek duymazlar. 1928’de Harf Devrimi, Tanzimat’tan başlayan modern iletişim ve okuma-yazmanın kitleselleşmesi ihtiyacının vardığı kesin sonuçtan ibarettir. Dille birlikte düşününce ihtiyaç öyle bir hale gelmiştir ki, Tanzimat’ın muktedir sadrazamlarından Mehmet Emin Âlî Paşa, resmî yazışmaların önce Fransızca kaleme alınmasını, sonra Türkçeye tercüme edilerek dolaşıma sokulmasını emretmek zorunda kalmıştır.

Enver Paşa’nın sesli harfleri eksiksiz dahil ettiği bir alfabeyi dolaşıma sokması da benzer zorlukların eseridir. Arapça gibi Sami dilleri sesli harfleri yazıda kullanmaz. Arap harfleriyle yazılan Türkçe kelimelerde sesli harf kullanımının bir kuralı olmadığı için, doğru imla adına kelimelerin tek tek yazılışını bilmek gerekir. Çok uzun zaman alan bir çaba. Bazı kelimeler de yazıldığı gibi okunmaz. “Nerdiban” yazılıp “merdiven”, “dürre bin” yazılıp “dürbün” şeklinde okunması gibi. Latin alfabesi bu sorunların hepsini kökünden çözmüştür. İtiraz edilecek yegane husus, alfabede Türkçe seslerin tamamının temsil edilmemesidir. Neşet Ertaş’ın hançeresinde duran “nazal” harfi (ڭ) örneklerden biri. Bizim gibi Oğuz Türkçesi konuşan ve dil konusunda daha hassas davranan Azerbaycan’ın kullandığı alfabede yer alan ilave harfler bu konuda fikir verebilir.

Cumhuriyet Mahir Ünal’ın öne sürdüğü gibi “lügatimizi, dilimizi, düşünce setlerimizi” yok etmemiştir. 1933’de başlayan Dil Devrimi, geçici bir macera olarak kalmış, tutmadığı için fabrika ayarlarına geri dönülmüştür. Sadece, bugün hala kullandığımız “Sayıştay”, “Danıştay”, “Savcı”, “Yargıç” gibi kelimeler o maceranın izleri olarak dilimize yerleşmiştir. Dilde asıl devrimi Bülent Ecevit tek başına yapmıştır. Eskiden olmayan, bugün kullandığımız “olanak”, “olasılık” gibi kelimeler ve “sel-sal” ekleri onun eliyle dile yerleşmiştir. 70’li yıllara ait solcu ve sağcı ayırımının “Öztürkçe” ve “Yaşayan Türkçe” diye farklı iki dili kullanmak olması büyük ölçüde onun eseridir.

“Türkçe ezan” felaketi, Muhafazakârların Cumhuriyet tarihinde geride kalmasına rağmen hala kullandığı en yaygın isyan sebebidir. Ancak “Türkçe Hutbe” uygulamasının aynı reformun bir parçası olarak başladığının ve bugün de devam ettiğinin farkında olanlar çok azdır.

“Bugün konuştuğumuz Türkçe ile düşünce üretemeyiz” sözü ise slogan düzeyine bile çıkamayacak, cahilce bir söz. Dil düşüncenin evidir, o evi tanzim eden yazar-çizer-düşünür erbabıdır. Dil edebiyatçının elinde rafine hale gelir. Tek başına Tanpınar, Cemil Meriç, Sabahattin Ali, Yaşar Kemal dururken, Türkçe ile düşünce üretemeyenin kendi yetersizliğinden söz edilebilir ancak.

Şimdi asıl soruna gelelim.

20. yılın sonunda Cumhuriyet’in kültür devriminden şikayet etmeyi sürdürmek, yolsuzluklardan şikayet etmekten daha elim bir durum olsa gerek. Serveti, yargıyı, kamu bürokrasisini, eğitimi, askeri-diplomatik bütün alanları rakipsiz bir şekilde elinde tutan güç, muhafazakârlığın kültürel sembolleri adına acaba neler başardı? Fiili durum muhafazakâr değerlerin 20 yıl öncesinden daha geride, itibar kaybetmiş durumda olduğunu gösteriyor. Mahir Ünal, belki de sezgisel olarak bu duruma itirazını dile getiriyor.

İstatistiklere ve araştırmalara göre dindarlık geriledi, aile bağları zayıfladı. Son 20 yılda yetişen nesil dili, öncesine göre çok fakirleşmiş halde kullanıyor. Daha ötesi iktidar muhafazakâr değerleri elverişli bulmadığı için milliyetçiliğe dört elle sarıldı. Cumhuriyetin kültür devrimleri bir ulus devlet yaratma gayretinin merhaleleriydi. Şimdiki iktidar bu alanda onun kültür devrimlerine de sahip çıkarak çok daha ileri geçti.

Neredeyse on yıla yaklaşan, liselerde Osmanlıca eğitiminin sonuçları hakkında fikri olan var mı? Tanıdığınız yeni kuşak içinde mezar taşlarını okumayı bir kenara bırakın, matbaa harfleriyle sade bir metni okuyabilene rastladınız mı? En iddialı muhafazakâr proje, hatta tek projenin akıbetinden 20 yılın muhassalasını çıkartabilirsiniz.

Mahir Ünal’ın sözleri muhafazakârlık adına tutarlıydı; ürkütücü ve korkutucu olması bu sesin mezardan gelmesindendi. Hem yanında ikinci bir AK Partilinin veya muhafazakârın durduğunu gördünüz mü?

Şu tezi öncelikle muhafazakârlar kabul etmeli: Cumhuriyetin kendi diyalektiği içinde gelişen ve dengesini bulan kültür değerleri 20 yıllık muhafazakâr iktidarı, bütün itirazları, sembolleri ve ideolojisi ile tek söz edemeyecek şekilde yere serdi.

 

Kaynak: farklı bakış




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —