Mahir Çayan, “O güzel insanlar”…

Celalettin Can 78'liler Girişimi Sözcüsü

Mahir Çayan, “O güzel insanlar”…

Mahir Çayan’ı, Deniz Gezmiş’i, İbrahim Kaypakkaya’yı, Hüseyin İnan’ı, Sinan Cemgil’i ve o beyaz atlarına binip giden insan harikası genç 71 Devrimcileri, eminim bilmeyenimiz, duymayanımız yoktur.

Toprağa düşmelerinin üzerinden 48-49 yıl geçse de bizleri hala etkiliyorlar.

Yeni genç devrimci nesiller onların fotoğraflarıyla yürürken, yaşlılarımız yüreklerinin bir parçası kopup gitmişçesine başkalığını anımsıyor, anlatıyorlar.

Türkiye halkı onları gerçekten sevdi. Onların dokusu bu halkın dokusuyla uyuştu.

Parlak, lafını bilir, özü sözü bir, bir grup üniversiteli genç (üniversiteli olmak o dönem saygındı) tüm istikballerini, hatta en kutsal varlıkları olan canlarını ortaya koyarak yola çıkmışlardı.

Tek amaçları halkın kurtuluşuydu ve özgür, mutlu ve refah içinde yaşamasıydı.

Yiğit ve cesurdular; “yenilmez”, “yıkılmaz” devlete başkaldırmışlar, kimileri darağacında, kimileri Kızıldere’de, kimileri Nurhak’ta, kimileri Diyarbakır’da işkencede korkusuzca ölüme yürümüş, gerçek bir dava insanı olmanın etkileyici ve vurucu timsalleri olmuşlardı.

Öncülleri Hızır Paşa’nın zulmüne karşı ipe giderken “Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” diyen Pir Sultan Abdal; insanın özünde Tanrıyı bulan “Enel Hak” demekten sakınmadığı için yakılan Hallacı Mansur; gerçekte direndiği ve “mihnet eylemediği” için derisi yüzülen Nesimi; “Yarın yanağından başka her şey ortak” diyen bir “ortakçı” dünya arayışında olan Şeyh Bedrettin idi…  

Tarih unutulmuyor

Tarihi yaşanmışlıklar unutulmuyor. Tarihin karmaşık labirentlerinde kaybolmuyor da.

Halkın derinlerdeki belleğinde birikerek nesilden nesile bugünlere kadar akıyor; aynı özü taşıyan eşitlikçi başkaldırışların öncülerinde suret buluyor.  

Halk, Mahir Çayanlarda Pir Sultan’ın, Hallac-ı Mansur’un, Nesimi’nin, Şeyh Bedrettin’in suretini gördü.

Onların tarihi olarak erken ama doğru ve meşru olan direnişi, 71 Devrimcilerinin tarihi olarak haklı, meşru güncel başkaldırışı ile birleşti ve de baskıya, zulme, haksızlığa, sömürüye karşı koyuş olarak algılandılar ve öyle kabul edildiler.

İlkler unutulmuyor, ilk arkadaşlıklar, ilk dostluklar, ilk aşklar unutulmuyor.

Bu bahtsız halk, tarihte nice aşklar ve arkadaşlıklar görmüş, nice can bedeli fedakarlıklara tanıklık etmişti.

Böylesine doğru ve etkileyen sözler eden, ettiği sözü yere düşürmeyen, gerçekten enternasyonal, ezilen ve sömürülen halklara karşı duyarlı ‘halk için devrimcilik’ diyen ve bunu duruşuyla, ahlakıyla, yaşamıyla kanıtlamış güzel insanları çok olmuş görmemişti.

Halkın onları anlayabilmesi için zamanda uygundu. Amiyane deyimle zamanın ruhu diye bir şey varsa, zaman eşitliğin, adaletin, özgürlüğün, dayanışmanın, hep beraber kurtuluşu düşünüşün zamanıydı.

İnsanlığın bu yüce idealleri o tarihi koşullarda sosyalizm ve devrimcilikte ifadesini buluyordu.

Dünya hareket halindeydi. Dünyanın dört bir yanını, emperyalizme ve “yerli” işbirlikçi oligarşiye karşı ulusal ve sosyal kurtuluş hareketleri sarmıştı.

Küba’dan başlayarak, Gine’de, Vietnam’da, Laos’ta… bir bir sömürünün ve baskının başka bir kalesi düşüyordu.

Batı metropollerinde, Amerika ve Avrupa’da ise 68 kuşağının sesi arş-ı alaya yükseliyordu.

Türkiye de dünyanın bir parçasıydı. Dünyadaki gelişmeler kaçınılmaz olarak Türkiye’nin iç dinamiklerini etkiliyordu.

Etkiledi,1960’lı yıllarda, Türkiye halkı kendine özgün bir hareketlilik içine girmişti.

Kemalist aydın tipi ve aydınlanmacılığın “halka rağmen, halk için”, devletçi millet” kurma girişimi yerini proleter devrimci aydın tipi ve aydınlanma girişimine  bırakmaya başlamış, halk politikleşme sürecine girmişti.

Sokaklar “Kahrolsun Amerikan emperyalizmi” sloganları ile inliyordu.  

İşçiler sendikalarda, köylüler kooperatiflerde, gençler DEV-GENÇ’te mücadele ediyor; işçi-köylü mitingleri, grevler, hak arayışları almış başını gidiyordu.

Çok geçmemiş “Doğu’da milli zulme son” mitingleri boy göstermeye başlamıştı.

Türkiye gibi her şeyin devletle başlayıp devletle bittiği bir coğrafya da bunlar çok kıymetli tarihi toplumsal gelişmelerdi. Ancak bir o kadar da tehlikeli gelişmelerdi de…


Mahir Çayan

İşte Mahir Çayan, böylesine kapsamlı gelişmelerin yaşandığı iç ve dış tarihi/toplumsal koşulların ürünü bir kuşağın, 68 Kuşağının ideoloji/politik olarak en yetkin, kitlesel olarak en geniş gençlik, işçi, köylü, subay tabana dayanan kesimlerin lideri olarak öne çıkmıştı.

Dedim ya ‘tehlikeli gelişmelerdi’ bunlar. Nitekim daha 1969 yılında Amerikan başkonsolosu, Hür Dünyanın Türkiye’deki çıkarları bakış açısından doğru, dönemin başbakanı Süleyman Demirel’den ‘bu tip önder devrimci gençlerin yok edilmesinin’ olurunu alacaktı.

Bunu Amerikancı Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç’ın ‘ekonomik gelişmeyi eşen sosyal gelişmenin önünün kesilmesi' buyruğu ve Amerikancı 12 Mart 1971 Askeri darbesi takip edecekti.

Darbe ile uzlaşmayan, darbeye karşı direnen Mahir Çayan, on arkadaşı ile birlikte 30 Mart 1972 yılında Kızıldere’de katledildiklerinin akşamı, cunta başbakanı Nihat Erim'in, saat 19.00’da radyoda yaptığı açıklama manidardı, hiç unutmam;

Kızıldere’de solun beyni ezildi.


Gövde 1973-74’lerde topraktan fışkıracaktı…

yasarkemal.jpg

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish