Logoterapi

Mustafa Öztürk; İnsanoğlu hata ve nisyan ile malul bir varlıktır. Bu yüzden, her insan hayatta çok kere yanlış hesap yapar, yanlış kararlar alır ve er ya da geç bu yanlışların dramatik ve trajik sonuçlarını gayet ıstıraplı şekilde yaşamak zorunda kalır.

Logoterapi

 

İnsanoğlu hata ve nisyan ile malul bir varlıktır. Bu yüzden, her insan hayatta çok kere yanlış hesap yapar, yanlış kararlar alır ve er ya da geç bu yanlışların dramatik ve trajik sonuçlarını gayet ıstıraplı şekilde yaşamak zorunda kalır. Bu sebeple insan geç de olsa yanlışını anlamak, bundan dolayı kendini sorgulamak ve bir daha benzer yanlışlar yapmaması gerektiği konusunda kendisiyle hesaplaşmak zorundadır; fakat kimi insanlar ya kendi hatalarını kendilerine dahi itiraf edemeyecek kadar yüksek bir gurur ve onur katsayısına sahip olduklarından, kimi insanlar da hayatta mağdur olmanın ve kendilerini kurban gibi algılamanın acısını mazoşistçe yaşamaktan haz duyduklarından olsa gerek, “Hayatta yaşadığım tüm kötü tecrübeler benim yazgımmış, bu yüzden mutlaka yaşanacakmış…” diyerek saçma sapan bir kaderciliğe sığınırlar. Kader ya da alın yazısına sığınmak insanın geçmişte attığı yanlış adımlardan dolayı kendisini hesaba çekmek, hatta pişmanlıktan dolayı öz benliğiyle didişip kendi kendini yiyip bitirmek söz konusu olduğunda, iyi bir kaçış yolu ve az çok rahatlatıcı bir formül olarak görülebilir. Fakat bu yol ve formül afyon yutmaktan çok farklı bir şey değildir. Yani alın yazısına sığınmak, insanın kendini hayatta kurban olarak seçildiğine inandırması ve bu suretle kendi kendini kandırması sayesinde yaşadığı kısa süreli bir keyif hâlidir.

***

İnsan ne kadar hata yaparsa yapsın, hatalarını itiraf etmeyi, onlarla yüzleşmeyi ve bir daha benzer hatalar yapmamaya azmetmeyi bilmek zorundadır. İnsanın bizzat kendi zatına veya hayatında önemli yer tutan başka bir insana karşı geçmişteki hatalarını açıkça itiraf etmekten kaçınıp bunu yüksek gurur/onur meselesi yapması gelecekteki hayata esaslı bir anlam yükleyerek asılmayı çok zorlaştıran anlamsız bir tavırdır. Pek çok insanın zaman zaman hayattan yana kendisini çok yorgun ve yılgın hissettiği, varoluşsal boşluk duygusuyla yaşamaya başladığı anlar olabilir. Bu noktada yapılması gereken iş, behemehâl uğruna yaşanacak yeni bir anlam arayışına koyulmak ve ne yapıp edip o anlamı bulmak olmalıdır. Hayat ancak uğruna yaşanacak anlam ya da anlamlar mevcut olduğunda yaşanmaya değer bir hâl alır. Gerçi hayatı kendisine bağlayarak yaşadığımız kimi anlamlar, düşünüp taşınmadan attığımız yanlış adımlardan dolayı anlamsızlaşabilir. İşte burada alın yazısına sığınıp mağdur ve kurban rolüne talip olmak veya hayata havlu atmayı çıkar yol saymak yerine, belki sil baştan hayata asılmayı sağlayacak yeni anlamlar bulmak gerekir. Hayata yüklenen anlamlar değişebilir; fakat anlam hiçbir zaman tümüyle yok olan bir şey değildir.

Bu bağlamda Viktor E.Frankl’ın “İnsanın Anlam Arayışı” adlı eserinde tarif ettiği “logoterapi”den (hayata anlam kazandırma yoluyla terapi) kısaca söz etmek faydalı olabilir. II. Dünya Savaşı’nda Nazilerin toplama kamplarındaki inanılmaz acılara tanıklık etmiş ve fakat buna rağmen “Bütün bu acıların, çevremizdeki bunca ölümün bir anlamı var mı? Çünkü eğer yoksa hayatta kalmanın kesinlikle hiçbir anlamı yok! Çünkü anlamı böyle bir rastlantıya bağlı olan yaşam, nihai anlamda yaşanmaya değmez” diye düşünmekten de vazgeçmemiş olan Frankl adı geçen eserinde şöyle der: “Yaşamın anlamı insandan insana, günden güne, saatten saate farklılık gösterir. Bu nedenle önemli olan, genelde yaşamın anlamını değil, daha çok belli bir anda bir insanın yaşamının özel anlamıdır. Sorunu genel terimlerle ortaya koymak, bir satranç şampiyonuna sorulan soruyla kıyaslanabilir: ‘Söyleyin ustam, dünyadaki en iyi hamle nedir?” Bir maçtaki belli bir durumdan ve rakibin özel kişiliğinden bağımsız bir en iyi hamle ya da iyi bir hamle diye bir şey kesinlikle yoktur. Aynı şey insanın varoluşu için de geçerlidir.” (Frankl, İnsanın Anlam Arayışı, s. 122-123).

***

İnsan biyolojik, ruhsal ve toplumsal koşullara tabi bir varlıktır. Kalıtımsal özellikler, içgüdüler ve çevre gibi harici faktörler insan hayatını büyük ölçüde etki altına alır. Ancak bunlar insanın değişmez kaderi olarak kodlanmamalıdır. Evet, insan bu üç etki kaynağına sahiptir. Fakat bunlar insanı tümden belirleyen şeyler değildir. Yani insan önceden belirlenmiş veya neticelenmiş bir varlık değildir. Unutmamak gerekir ki aklı başında her insan dinî açıdan da mükellef olmak için özgür, özgür olduğu için mükelleftir. Bu sebeple, insan tahayyül edilebilecek en kötü şartlara bile direnerek yaşamayı başaracak güce sahip bir varlıktır. Ancak insanın hayata asılması için, yaşamı ve ölümü anlamlı kılacak bir nedeni, uğruna yaşayacak bir hedefi olmalıdır. Hayata anlam kazandırmaya çalışmak yerine, hayatın anlamsızlığından dem vurmak söz konusu olduğunda “varoluşsal boşluk/vakum” kaçınılmaz hâle gelir. Varoluşsal vakumda sürgit yaşamak pek mümkün değildir. Hayattaki anlam spektrumu hayli geniştir. Esas mesele bu spektrumu görünür hâle getirmektir. Aslında hayata dair yeni anlam arayışlarında uzun boylu felsefi uğraşlara filan da hacet yoktur. Anlam denilen şey bazen gayet kolay ve basit şekilde bulunabilir ve tahmin edildiğinden çok daha etkili sonuçlar verebilir. Sözgelimi tatsız tuzsuz ve ruhsuz bir inancı canlı kanlı imana dönüştürmek, bir insana bağlanmak ve adanarak sevmek, bir eser meydana getirmek, sanat ve estetik değerleri fark etmek ve hatta gerçek yaşamın içinde keskin mizah duygusunu kullanabilmek gibi dolaysız, dolambaçsız yollarla hayat yeniden canlı kanlı, anlamlı hâle gelebilir ve bu sayede kenarından köşesinden tutunarak değil, basbayağı asılarak yaşanabilir.