Tarih: 08.07.2025 18:19

Linç mekanizması nasıl çalışıyor?

Facebook Twitter Linked-in

Türkiye'nin toplumsal atmosferi, düşünce ve tartışma iklimi çok hassas ve kırılgan; her an büyük gerilim ve çatışmalara yol açma ve linç üretme potansiyeline sahip…

Toplumun hassas olduğu konularda, yerleşik değer ve inançlara veya resmi doktrine aykırı en ufak bir söz, bir ima veya davranış; ani öfke patlamasına yol açmaya ve geniş kitleleri galeyana getirmeye yetiyor. Hatta asayiş ve kamu güvenliği açısından kontrol edilemez raddeye varabilecek toplumsal olaylara yol açabiliyor. Tıpkı küçük bir kıvılcımın koskoca bir ormanı yok edebilecek ölçekte bir yangına yol açması gibi…

Ülkemiz, tarih boyunca değişik zamanlarda düşünce ve görüş aykırılıklarının, hayat tarzı farklılıklarının su yüzüne çıkardığı veya hassas olayların doğurduğu pek çok gerilim ve çatışmaya ve bunlardan kaynaklanan linç olaylarına sahne oldu.

Bunların sebepleri arasında çoğunlukla din ve mezhep tartışmaları, inançlara ve kutsal değerlere saygısızlık, ideolojik veya siyasi görüş farklılıklarından doğan uzlaşmazlıklar, popüler resmi görüşe aykırı söz ve davranışlar, kişilerin veya ailelerinin namus ve iffetine yönelik saldırılar, cinsel taciz ve tecavüz iddiaları yer alıyor.

Bu bağlamda, kimileri bir tahrikle galeyana gelen şuursuz ve kontrolsüz kalabalıkların saldırısına uğrayıp bedenen darp edilerek çeşitli derecelerde sakatlıklara uğradılar veya aldıkları ağır darbeler sonucu can verdiler. Kimileri, kendilerine yönelik iddia ve ithamlar nedeniyle çeşitli aşağılanmalara ve hakaretlere uğrayarak halk nezdinde şeref ve itibarlarını kaybettiler ve toplumdan dışlandılar.

Linç nasıl bir mekanizmadır? Fiziki, sözlü veya yayın yoluyla, bir kişiye yönelik suçlama ve saldırının gerekçesini oluşturan beyan veya eylem; gerçekten kutsal bir inanca, toplumsal ve milli bir değere veya kişilerin namus ve iffetine tecavüz niteliği taşıyabilir. Temel bir ahlaki veya cezai normu ihlal etmesi nedeniyle açıkça bir suç teşkil edebilir ve cezalandırılmayı gerektirebilir.

Ancak linç, hiç bir şekilde meşru bir cezalandırma yöntemi ve aracı değildir. Adaletin alternatifi ya da onun boşluğunu dolduracak bir araç da değildir.

Gerçekten bir suç işlenmiş olsa ve işlenen suç çok ağır bir cezayı gerektirse bile; hiç bir ahlaki, vicdani ve hukuki gerekçe linç edilmeyi meşru ve haklı kılamaz.

Eğer kişi bir suç işlemişse, hukuk devleti ilkesinin geçerli olduğu bir toplumda, devletin güvenlik ve adalet mekanizmaları harekete geçer ve gereğini yapar. İşlenen suç, güvenlik ve yargı mercilerinin gözetim ve sorumluluğu altında resmi süreçler izlenerek tespit edilir ve delillendirilir. Suçu işleyen, gerekli emniyet ve adli işlem aşamalarından geçer, yargılanır ve kendisine eyleminin yasalarda karşılığı olan ceza verilir.

Ancak Türkiye’de gerçekleştirilen linçlere baktığımızda, özellikle sosyal ve ideolojik linç örneklerinde; çoğu defa lince maruz kalan kişinin pozitif bir ceza normuna göre suçlu olup olmadığı bile belli değildir. Hatta ortada ne bir suç, ne bir zarar, ne de doğrudan bir hakaret vardır. İthama maruz kalmak ve toplum nezdinde mahkum edilmek için, yalnızca farklı bir görüş, basit görünen bir cümle veya rahatsız edici bir düşünce beyanı yeterlidir.

Bir suçun hukuki ve meşru yöntem ve araçlarla tespit edilip cezalandırılamadığı ülkeler; toplumsal ve kültürel gelişmelerini tamamlayamamış, devletin gücünün ve kamu otoritesinin zayıf olduğu ülkelerdir.

Dolayısıyla, linç kültürü ve linç mekanizmaları özellikle bu tür ülkelerde gelişme ve yaygınlaşma zemini bulur.

Linç olaylarının yaşanması bir ülkede; toplumsal ve kültürel gelişmişlik düzeyinin, kollektif zekânın ve duygusal olgunluğun çok düşük olduğunu; insanların kollektif rasyonaliteden uzak, sürü psikolojisiyle hareket ettiklerini ortaya koyan bir göstergedir.

Linçin, iki ana türü vardır:

Birincisi, herkesin veya toplumun çok büyük bölümünün üzerinde ittifak ettiği ortak değerlere açık saldırı olduğu düşünülen durumlara verilen tepkilerde görülür.

İkincisi ise, toplumun bölünmüş olduğu, farklı görüşlerin, hayat tarzlarının ve inanç sistemlerinin bir arada bulunduğu alanlarda; bir grubun diğerine üstünlük sağlamak, onu bastırmak ya da “ders vermek” amacıyla başlattığı linçtir. İşte bu en yıkıcı olandır. Çünkü burada amaç adaleti sağlamak değil, karşı olunan ve genellikle azınlık oluşturan kesim üzerinde tahakküm kurmaktır. Karşı tarafın düşüncesi değil, varlığı hedef alınır. Ve linç, burada sadece mağduru değil, tüm farklılık alanlarını tehdit eden bir susturma silahına dönüşür.

Sosyal ve psikolojik linç, kişinin haksız yere ve kendisine savunma fırsatı verilmeden benliğinin ve haysiyetinin saldırıya uğraması; onurunun çiğnenmesi, iftiraya veya itibar suikastine kurban gitmesi, toplumdan veya belli bir çevreden dışlanarak yalnızlığa itilmesidir. Bu son derece ağır ve tahrip edici bir sonuçtur.

Linç edenler, kişilik gelişimlerini tamamlayamamış, özgüvensiz, çoğu zaman kişilikleri baskılanmış, ama başkalarına yönelttikleri öfke üzerinden şahsiyet edinebilen kişilerdir. Genel olarak yetersizlik duygusu taşıyan bu kişiler; yalnız kaldıklarında etkisiz, cesaretsiz ve korkaktırlar. Ancak bir grubun parçası hâline geldiklerinde sahte bir güç devşirir, topluluğa katılmanın verdiği güven ve cesaretle saldırganlaşır ve böylelikle bir kimlik ve işlev kazandıklarını düşünürler.

Linçin bireysel bir tepki olmaktan çıkıp zamanla kurumsal reflekslere dönüşmesi, onu yalnızca bir davranış değil bir kültür formu hâline getirir. Türkiye gibi eleştiri kültürünün zayıf, toplumsal empati becerisinin düşük olduğu ülkelerde linç, sadece tepki olarak değil, aynı zamanda bir “hak arama”, “ahlaki üstünlük gösterisi” ve “grup aidiyetini pekiştirme aracı” olarak kullanılır. Bu, linç eylemlerinin zamanla normalleştiği, hatta zaman zaman ödüllendirildiği anlamına gelir.

Linçin kurumsallaşması, özellikle sosyal medya çağında daha da hız kazanmıştır. Artık ayrıca örgütlenmeye gerek yoktur; birkaç etkili mesaj, bir ekran görüntüsü, çarpıtılmış bir başlık, toplumun hassas sinir uçlarına dokunan bir anlatım biçimi, linç edecek kitleyi harekete geçirmeye yeter. Kalabalık çoğu zaman, hedef alınan kişinin ne dediğini tam anlamadan, hatta bağlamı hiç bilmeden saldırıya geçer. Bu noktada sosyal medyanın, linç eyleminin yayılma gücünü “üstel katsayı” ile arttırma potansiyeli vardır. Kısacası linç eylemine katılan kişi, bir “yanlış anlaşılmaya” ya da “organize bir manipülasyona” dahil olmuştur; ama o esnada elde ettiği şey, doğru safta olmanın verdiği sığ memnuniyet ve kendini güçlü hissetmekten ibarettir.

Ne yazık ki, yaşanan olumsuz örneklere baktığımızda, toplumumuzun; olur olmaz ithamlarla insanları linç etmeye yatkın, kollektif sükûnet ve rasyonellikten uzak, olayları soğukkanlıkla değerlendirme becerisinden yoksun olduğunu; kritik durumlarda gelişmelere empati ve olgunlukla yaklaşamadığını kabul etmek durumundayız. Linç eyleminin sadece mağdura yönelmediğini, çoğu defa onu savunmaya çalışanı da hedef aldığını; hatta bazen bir linç mağdurunu savunmanın, doğrudan ayrı bir linç gerekçesi haline gelebildiğini görmekteyiz.

Bu yüzden linçin toplum üzerindeki etkisi, sadece anlık bir öfke patlamasıyla sınırlı değildir. Linç, kuşaklar boyu süren suskunlukların, korkuların, otosansür reflekslerinin zeminini oluşturur. Toplum yavaş yavaş düşünmekten, sorgulamaktan, konuşmaktan uzaklaşır. Düşünce özgürlüğü, yerini şablonlara; ifade özgürlüğü, yerini sessizliğe bırakır. Böylece toplum, linç kültürünün yaygınlaşmasıyla yalnız bugününü değil, geleceğini de karartmış olur.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —