Netanyahu İsrail’i giderek daha fazla Hitler Almanya’sına benzemeye başladı. Onun kadar planlı olmasa da soykırım yapıyor, bir o kadar da saldırganlık sergiliyor ve “yaşam alanını” genişletmeye çalışıyor. Hamas’ın 7 Ekim saldırısı İsrail’e hiçbir kuralı tanımama fırsatı verdi, Trump Amerikası da bu fırsatı sonuna kadar kullanması için elinden geleni yaptı.
Gazze’yi yerle bir edip yaşanamaz hale getirdi, Batı Şeriayı ilhak adımları attı. Hemen hemen eş zamanlı olarak da Hizbullah’ın komuta kontrol yapısını tasfiye etti. Lübnan, Yemen, Suriye ve İran’da önemli gördüğü hedefleri yok etti, Hamas yöneticilerini nokta atışı vurdu. Salı öğleden sonra da müzakere ettiği heyeti ortadan kaldırmak amacıyla Katar’ın başkenti Doha’ya saldırdı.
Heyet kimilerine göre Türkiye ve Mısır’ın uyarıları, kimilerine göre Amerika’nın son dakikada haber vermesi sayesinde kurtuldu. Ancak beş Filistinli ve bir Katar güvenlik görevlisi hayatını kaybetti. Hepsinden önemlisi de İsrail bu kez topraklarında Amerikan üsleri bulunan bir ülkeye saldırdı, Amerika da bu saldırıyı durdurmak için hiçbir şey yapmadı. Sonradan ayıplasa da hedefi meşru gördüğünü ima etti.
Katar başta olmak üzere pek çok ülke de saldırıyı “en güçlü şekilde” kınadı, Amerika’yı ayıpladı. Ancak bugüne kadar ne Katar ne de başka bir Arap ülkesinden İsrail’e ya da Katar’ı koruması gereken Amerika’ya yönelik bir yaptırım kararı çıkmadı. Bugün ve yarın Doha’da Arap-İslam toplantısı yapılacak, İsrail saldırısı tartışılacak ama korkarım oradan da ciddiye alınacak bir tepki çıkmayacak.
Özellikle Arap dünyasının liderleri sorunu yine Amerika üstünden yönetmeye, Trump’ı borçlu bırakarak kendi çıkarlarının korunmasını sağlamaya, İsrail’in Hamas’ı yok etmesine değil bunu kendi toprakları üstünde ve liderlerini aşağılayıcı bir şekilde yapmasını engellemeye çalışacak. Muhtemelen ortaya uzun bir bildiri çıkacak fakat kimse İsrail’le normalleşme bitti, diplomatik ilişkiler kesildi demeyecek.
Ayrıca saldırıya uğrayan, egemenliği ihlal edilen Katar’dan da bizi koruyamayan Amerika’yı topraklarımızda, denizlerimizde istemiyoruz cinsi bir açıklama gelmeyecek. Körfez zengilerinin paraları bundan önce olduğu gibi bundan sonra da New York’a, Londra’ya, Paris’e akacak, lobi şirketleri marifetiyle ve verdikleri tavizlerle çıkarlarını korumaya, Amerika’ya ve İngiltere’ye hoş görünmeye çaba harcayacak.
Belki bazıları dünkü Washington Post’ta yer alan sızdırma habere sevinecek, Mossad’ın Katar’ı kızdırmamak, Katar istihbaratıyla kurduğu özel ilişkileri sekteye uğratmamak için kara operasyonu yapmadığına şükredecek. Çoğunluksa durum tespitiyle, İsrail ve Amerika politikalarının ne olduğunun tesciliyle ve gerçekleşmesi artık iyice imkansızlaşan iki devletli çözüm talepleriyle yetinecek.
İran kışkırtmasıyla başladığına inandıkları bu savaşın kendilerini içine çekmeden bitmesini, Filistin sorununun bölgesel gündemin arka sıralarına düşmesini beklemeyi tercih edecek. Bu da çok olasıdır ki İsrail’i saldırganlığa teşvik edecek, yatıştırma politikasının kendisine büyük bir fırsat penceresi açtığını düşündürecek, bir yandan Gazze’yi Gazzelilerden açlık, sürgün ve ölümle arındırırken, diğer yandan daha büyük riskler almaya yöneltecek.
Türkiye’ye saldırmaya cesaret edebileceğini zannetmesem de bu şartlar altında Türkiye’nin hazırlıklı olmasında yarar olduğu, istihbaratı ve askeri imkanlarıyla İsrail’in her hamlesini yakından takip etmesi gerektiği kesin. Amerika ve hatta NATO üyeliğinin çok fazla fayda sağlamayacağını söylemek için de sanırım kâhin olmaya gerek yok. Tecrübeyle sabit, Amerika “müttefikleri” arasında seçime zorlanınca her zaman İsrail’i seçer.
Bu gerçek doğal olarak bizim NATO’dan çıkmamızı ya da Amerika ile olan ilişkilerimizi gözden geçirmemizi gerektirmez. Askeri teknoloji alanındaki atılımları hızlandırmamızı, Amerika’ya güvenmeleri artık giderek imkânsız hale gelen Körfez ülkeleriyle bu alandaki iş birliklerini derinleştirmemizi, onların hissedeceği güvenlik açığını aşama aşama kapatmak amacıyla uzun erimli düşünmemizi gerektirir.
Tüm bunların ötesinde de güneyinde İsrail kadar kuzeyinde Rusya genişlemesiyle karşı karşıya olan, Ege ve Akdeniz’de Yunanistan’la sorunlarını yönetmeye çalışan, Kıbrıs’ta mülkiyet kaynaklı bir krize doğru sürüklenen, Libya’da, Suriye’de, Somali’de stratejik kazanımları bulunan Türkiye’nin öncelikle kendi içindeki kavgasını sonlandırması, hukukun üstünlüğü konusundaki kuşkuları ortadan kaldırması şarttır.
Çünkü böylesi gergin bir ortam siyasi zafiyet kaldırmaz. Türkiye sadece PKK’nın araçsallaştırılmasını engelleyerek toplumsal kırılma noktalarını, sosyolojik fay hatlarını tahkim edemez, dış siyasi ve askeri müdahalelerden, örtülü operasyonlardan kendisini yeterince koruyamaz. Kollektif aklını kullanmakta, rasyonel davranmakta zorlanır. Oyuna ve tuzağa çekilmesi kolaylaşır…