Tarih: 24.01.2022 12:39

Kutuplaştırma Siyaseti

Facebook Twitter Linked-in

Popülist söylem, toplumdaki bölünme çizgilerini derinleştirmekte, mahalleler birbirleriyle iletişim kuramaz hale gelmektedir. Önümüzdeki seçimler bir iktidar değişimi ile sonuçlansa dahi, bu hastalığın tedavisi zaman alacaktır.

 

Türkiye siyasi rejimine ârız olan en önemli hastalık kutuplaştırma siyasetidir. Bu hastalık geçmiş dönemlerde de zaman zaman görülmüş olmakla birlikte, son yıllarda, özellikle iktidar blokunun bilinçli tercihi ile had safhaya ulaşmıştır.

Aslında kutuplaştırma siyaseti, bütün popülist rejimlerin ortak özelliğidir. Bu rejimler üzerine önemli bir eserin sahibi olan Jan Werner-Müller’e göre, “popülistler, kendilerinin ve yalnız kendilerinin halkı temsil ettiğini iddia ederler… Rakiplerini ahlâk düşkünü, yolsuzluğa batmış elitlerin bir parçası olarak tasvir ederler, iktidarı kullanırken her türlü muhalefeti meşru olarak tanımayı reddederler. Popülist mantık, popülist partileri desteklemeyen hiç kimsenin, her zaman dürüst ve ahlâken saf olarak tanımlanan halkın gerçek bir parçası olamayacağı anlamına gelir.” (Jan Werner-Müller, What is Populism? Philadelphia, University of Pennsylvania Press, 2016, s. 4).

Günümüzde popülist rejimlere, dünyanın çeşitli coğrafî bölgelerinde, birbirlerinden çok farklı tarihsel gelişme süreçlerine, sosyolojik yapılara ve siyasal kültürlere sahip ülkelerde rastlanmaktadır. Bu rejimlerin başlıca çağdaş örnekleri arasında Hindistan, Brezilya, Venezuela, Macaristan, Polonya ve Trump yönetimindeki ABD zikredilebilir. Birbirinden bu kadar farklı ülkelerde popülist iktidarların kullandıkları taktiklerin hemen hemen aynı olması, gerçekten ilginç bir olgudur.

Kutuplaştırma/Şeytanlaştırma Eğilimi

Türkiye, özellikle Gezi Parkı olaylarından ve 17-25 Aralık 2013 krizinden bu yana, popülist rejimlerin bütün tipik özelliklerini göstermektedir. Bu eğilim, 2017 Anayasa değişikliği ile daha da ileri bir noktaya ulaşmıştır. Diğer bir deyimle, AK Parti’nin popülist söylemi, bu anayasa değişikliğinin kabulünü kolaylaştırmış; bir tek-adam rejimi yaratmış olan anayasa değişikliği ise popülist söylemi daha da güçlendirmiştir. Son yıllarda bu söylemdeki radikal milliyetçilik ve dincilik dozu giderek yükselmiştir. Muhalefet partilerine ve her türlü muhalif düşünceye karşı kullanılan şu ifadeler, bu eğilimin açık kanıtlarıdır: Terörist, hain, dış güçlerin maşası, provokatör, vesayetçi, din düşmanı, geldikleri yere kadar kovalamak, dillerini koparmak vb. Son günlerde değerli sanatçı Sezen Aksu ve CHP Grup Başkanvekili Sayın Özgür Özel’e karşı uyduruk dinsel gerekçelerle yürütülen linç kampanyaları, kutuplaştırma/şeytanlaştırma eğiliminin vardığı korkutucu noktanın tipik örnekleridir.

Müller’e göre (a.g.e, s. 3-4) popülist rejimlerin ana özellikleri, anti-elitist (seçkinler karşıtı) ve anti-plüralist (çoğulculuk karşıtı) olmalarıdır. Her iki özellik, Türkiye örneğinde de açıkça gözlemlenmektedir. AK Parti, daha çok CHP ile özdeşleştirdiği, modernleşme yanlısı, laik, Atatürkçü, iyi eğitim görmüş toplum kesimlerine karşı duyduğu husumeti her vesile ile ifade etmiştir. İktidar sözcülerinin gözünde bu elitler, halktan kopuk, otoriter, vesayetçi ve din düşmanıdır. Dolayısıyla onlara karşı alınacak kısıtlayıcı tedbirler, aslında anti-demokratik değil, aksine demokrasinin gereğidir. Son günlerde Sayın Cumhurbaşkanının, köpek sahipleri hakkında kullandığı “beyaz Türkler” deyimi, bu elit karşıtlığının bir ifadesidir.

Popülist söylemin vardığı bu nokta, gelecek bakımından haklı endişelere yol açmaktadır. Her şeyden önce bu söylem, toplumdaki bölünme çizgilerini derinleştirmekte, mahalleler birbirleriyle iletişim kuramaz hale gelmektedir. Önümüzdeki seçimler bir iktidar değişimi ile sonuçlansa dahi, bu hastalığın tedavisi zaman alacaktır. Daha yakın bir tehlike, iktidarın şeytanlaştırıcı söyleminden tahrik olan bazı müfrit taraftarların hedef gösterilen muhaliflere karşı şiddet eylemlerine girişmeleridir. Yakın zamanlarda bunun da birçok örneği görülmüştür. Aslında iktidar çevrelerinin bu tahrik edici ve hedef gösterici beyanlarının, Türk Ceza Kanunu’nun 216’ncı maddesi ile yasaklanan bir nefret suçu teşkil ettiği de düşünülmelidir.

Engebeli ve Tehlikeli Yol

Bu endişe verici tablonun vahametini bir ölçüde hafifleten bir faktör, muhalefet partilerinden hiçbirinin, bu söyleme aynı şekilde mukabele etmemeleri, aksine iktidar yöneticilerini eleştirirken AK Parti ve MHP üye ve seçmenlerini bunun dışında tutmaya özen göstermeleri, siyasal tartışmaların daha çok yakıcı ekonomik sorunlar üzerinde cereyan etmesini sağlamaya çalışmalarıdır. Bu kucaklayıcı söylemin bir örneği Sayın Kılıçdaroğlu’nun ortaya attığı helâlleşme politikasıdır. Benzer şekilde Sayın Davutoğlu, Fikret Bila’ya verdiği röportajda Türkiye’de Tanzimat döneminden bu yana mevcut olan dört damarı (modernleştirici seküler, muhafazakâr, milliyetçi, liberal) kucaklayıcı bir üslup izlenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Diğer muhalefet partilerinin de farklı görüşte olmadıkları açıktır. Her şeye rağmen önümüzdeki yol, çok dikkatli hareket edilmesini gerektiren engebeli ve tehlikeli bir yoldur.

 

Kaynak: Farklı Bakış




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —