Kurtlu bulgur tartışmaları

Hayrettin Hoca 'Zaruret halinde kurtlu bulgur da yenilebilir' fetvası ile 'bulgurun kurtlandığını' zımnen kabul etmiş; ancak bulgurun kurtlanmaması için üzerine düşeni yapmamış...

Kurtlu bulgur tartışmaları

Altan Tan yazdı;

En geç Haziran 2023'te yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili sürmekte olan hararetli tartışmalara bir de 'kurtlanmış bulgur yenilir mi, yenilmez mi' tartışması eklendi.

Hemen her konuda mevcut iktidara destek veren 87 yaşındaki ilahiyat profesörü Hayrettin Karaman'ın AK Parti'yi özellikle yolsuzluk, hırsızlık, haksızlık üzerinden eleştirerek muhalefet eden bazı dindar yazar ve siyasetçilere hitaben;

"Dikkat edin! Dimyat'a giderken evdeki bulgurdan olmayın" beyanatı ciddi bir polemiğe neden oldu.

Başta Taha Akyol ve Ahmet Taşgetiren olmak üzere birçok kişi Hayrettin Karaman'ı eleştiri bombardımanına tuttu.

"Hocam, Dimyat'a pirince gideyim derken evdeki bulgurdan olmamak lazım diyorsunuz; peki evdeki bulgur kurtlanmışsa ne yapalım?" sorusuna Hoca'nın cevabı "Zaruret halinde kurtlu bulgur da yenilebilir" oldu.

Hayrettin Karaman'a yöneltilen eleştirileri birkaç ana başlıkta toplamak mümkün:

1. 'Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olma' metaforu daha iyiyi isterken eldekini de kaybetme ihtimali ve korkusu ile daha iyisini istememe ve çoğu kez de eldeki 'kötüye' razı olma sonucunu doğuruyor.

Bu endişe ve korku bir müddet sonra yapılan ve yapılmakta olan tüm yanlışları bir şekilde onaylama anlamına geliyor.

Bu yanlışları yapanlar da bu durumu istismar ederek yanlışlarına devam ediyorlar.

İşin özeti bu.

Bu konuda İslami kesimin en büyük travması Sultan Abdülhamid'in tahttan indirildiği İttihat ve Terakki süreci.

Sultan Abdülhamid'i devirenlerin neredeyse tamamı, sonradan pişman olup Süleyman Nazif gibi;

'Pâdişâhım gelmemişken yâda biz,
İşte geldik senden istimdada biz,
Öldürürler başlasak feryada biz,
Hasret olduk eski istibdada biz'
 dediklerinden; 

1909-1918 yılları arasında yaşanılan büyük felaketler ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması ile sonuçlanan olaylar zinciri millet hafızasında çok derin etkiler bırakmış bulunuyor.  

Sultan Abdülhamid'in tarihi kişiliği, samimiyeti ve olumlu yanları inkar edilemez.

Ancak Said-i Nursi ve Mehmet Akif gibi Müslümanların Sultan'ın hiç de az olmayan yanlışlarına yaptıkları itiraz ve uyarıları saraydan beslenen tüm Ulema, tekke ve tarikatlar da yapabilseydiler durumun başka türlü olabileceğini saray yanlıları nedense sorgulamamaktalar.

Bunların en önde gelen temsilcilerinden biri olan Kadir Mısıroğlu bu konuda ölene kadar Said-i Nursi ve Mehmet Akif'i karaladı.

Said-i Nursi'nin dediği gibi;

'Mevcut durumda eski düzenin sürdürülebilmesi muhaldi (imkansızdı).'

'Yeni bir hal olmazsa izmihlal (yok oluş, yıkılış) kaçınılmazdı.'

'Yeni hal olmayınca/olamayınca, izmihlal da kaçınılmaz oldu.'

Bir farkla ki çok sancılı ve çok acılı oldu.

Müslüman alimler ve aydınlar yaşadıkları dünyayı ve ülkedeki yapısal sorunları doğru analiz ederek el birliği ile doğru çözümler üretebilseler ve Sultan Abdülhamid de etrafındaki dalkavuk ve yeteneksizleri bir yana iterek onlara kulak verseydi durum çok farklı olabilir; çökmekte olan devlet  kurtarılabilinirdi.

Ne yazık ki körü körüne Sultan Abdülhamid yandaşlığı yapanların aymazlıkları çöküşü daha da hızlandırmaktan başka bir işe yaramadı.


2. Tarihte güvenliği adalete önceleyen klasik Sünni anlayışa sıkça rastlansa da başta yine Ehli Sünnet'in 4 büyük imamı olmak üzere ulemanın önemli bir kesimi haksızlıklara karşı siyasi nedenlerden dolayı susmadı.

İmamı Azam'ın hem Emevi ve hem de Abbasi dönemlerinde muhalefetinden dolayı zulme uğrayarak işkence sonucu ölmesi, İmam Malik'in kolunun sakatlanması, İmam Şafii'nin tutuklanarak zincire vurulması, İmam Hanbel'in 28 ay zindanda kalması, İmam Gazali'nin Sultan Sencer'in davetine icabet etmemesi ilk akla gelen örnekler.

Şii alimlerin muhalefetleri, direniş ve isyanları ise başlı başına ayrı bir tarih.

Özetle Şii olsun, Sünni olsun müstakim bir alimin birinci görevi 'Hakkı' söylemek ve haksızlığa karşı çıkmak olmalı.

'Daha iyisi, daha kötüsü' gibi siyasi mülahazalar ise alimlerin değil siyasetçilerin işi.


3. 'Zaruret halinde kurtlu bulgurun da yenilebileceği' meselesinin ise konu ile doğrudan bir ilişkisi bulunmamakta. 

Fıkhi tabir ile 'Bu tam bir kıyası maal farık.'

Hayrettin Hoca böyle davranarak yaşına ve kendisine yakışmayacak bir polemiğe girmiş bulunmakta. 

Hayrettin Hoca 'Zaruret halinde kurtlu bulgur da yenilebilir' fetvası ile 'bulgurun kurtlandığını' zımnen kabul etmiş; ancak bulgurun kurtlanmaması için üzerine düşeni yapmamış, en son seçeneği en başa alarak en kolay yolu seçmiş ve peşinen 'kurtlu bulgura' razı olmuştur.

Alim önce tüm haksızlık, hukuksuzluk, yolsuzluk, hırsızlık ve yanlışlara karşı çıkarak kötülükten sakındırır, iyiliği emrederek doğru yolu gösterir. Birinci vazifesi budur. 

Buna rağmen bir netice alınamıyor ise alternatif üzerine kafa yorulur ve nihayet en sonunda hiçbir yol ve çözüm yok ise ve ayrıca alternatif olarak sunulanlar gerçekten de tam bir 'felaket' ise kurtlu bulgura razı olunur!

İktidara muhalif alternatiflerin baştan ve peşinen felaket olduğunu iddia etmek, mevcut tüm muhalifleri hain, zalim ve İslam düşmanı olarak yaftalamaktır ki en basit bir ifade ile haksızlıktır.

Unutulmamalıdır ki AK Parti'ye 'Siyonist uşaklığı' dahil en ağır eleştirileri Necmeddin Erbakan yapmıştır.


4. Hayrettin Hoca önce üzerine düşen eleştiri ve uyarıları yerine getirmeli, arkadaşlarını uyararak İslami doğruları söylemelidir.

'Kurtlu bulgura razı olmaya' kadar gidecek/gidebilecek süreç bundan sonra işlemelidir.

Hoca ile ilgili eleştiriler bunlar.

Basında kimin ne dediği ayrıntıları ile mevcut.

Bakalım bu tartışmalar nasıl ve nereye kadar devam edecek!

 

Kaynak: Farklı Bakış