Kürtçe, başta Türkiye olmak üzere bölgemizde çeşitli komşu ülkelere yayılmış milyonlarca insanın anadilidir. Türkiye’de, Türkçeden sonra en çok konuşulan anadilidir. Milyonlarca yurttaşımızın anadili. Kendi Divan şiirinin, kendi modernlerinin, kendi halk şiirlerinin taşıyıcısı.
Anadili Kürtçe olanlar için “milyonlarca” diyoruz ama, tam sayısını bilemiyoruz, çünkü Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) her şeyi sayıp döküyor, Kürtçe konuşanları saymıyor. Yurttaşlara sorsa bile baskılardan ötürü doğru yanıt verecekleri kesin değildir.
Kürtçe aynı zamanda başta Türkiye olmak üzere çeşitli bölge ülkelerinde dilbilimcilerin çoğunlukla ve hâlâ görmezden geldiği bir dildir. Baskılar herkes gibi, dilbilimciler için de geçerli. Mahkemelerin ve daha başka resmî makamların da, bu durumun yol açtığı bir sıkıntıyla, “bilinmeyen dil” diye geçiştirmekte sakınca görmediği bir dildir Kürtçe. Oysa Lozan Antlaşması’nın 39. maddesi bile söylemiştir:
“Madde 39 – Herhangi bir Türk yurtdaşının gerek özel ya da ticaret ilişkilerinde, gerek din, basın ya da her türlü yayın konusunda ve gerek toplantılarda herhangi bir dili serbestçe kullanmasına karşı hiçbir sınır konulmayacaktır.
“Resmi dilin varlığı kuşkusuz olmakla birlikte, Türkçeden başka dil ile konuşan Türk yurttaşlarına yargıçlar önünde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için gerekli kolaylıklar gösterilecektir.”
TBMM’de bu maddenin çiğnegeldiğini biliyoruz. Geldiğimiz noktada bu madde, bırakınız kürsü dokunulmazlığı olan milletvekillerini, bugünlerde artık herkesin duyup bildiği “Komisyon”un davet ettiği konuşmacılar konusunda bile çiğnendi. Meclis’in ve Komisyon’un Başkanı Numan Kurtulmuş baskılara boyun eğmeye devam etti ve 20 Ağustos 2025 günkü Komisyon toplantısında, Kürtçe konuşmak isteyen Cumartesi Annelerinin bu talebini reddetti CHP mv. Sezgin Tanrıkulu’nun müdahalesine ve Kürtçe bilen milletvekillerinin çevirmenlik yapabileceklerini bildirmelerine rağmen izin vermedi,
Numan Kurtulmuş Has Parti Genel Başkanı iken, Barış Meclisi’nden arkadaşlarla kendisini ziyarete giderek barış konusunda desteğini istemiştik. Verdiği yanıt bire bir aklımda değil ama, şaşılacak kadar bilinçli bir tavırla konuşmuştu bizimle. AKP’ye geçeli artık tanık olamadığımız bir tavır…
Kurtulmuş’un Komisyon’daki yasakçılığı epey eleştirildi. Barış Vakfı ve Barış İçin Toplumsal Girişim gibi gruplar birer açıklamayla durumu protesto ettiler. Tahir Elçi Vakfı Başkanı Mahsum Batı, şunları söyledi:
“Bunun için yasal bir düzenlemeye gerek yok. Oradakilerin bir kısmı Arapça ya da İngilizce konuşsaydı aynı tepki olur muydu? Tabii ki olmayacaktı. Komisyonun orada gösterdiği şey Kürtçeye dönük bir reflekstir. Dolayısıyla eğer demokrasi sağlanacaksa buradan başlanmalı. Bir insanın anadilinde kendini ifade etmesine izin vermeyecekseniz demokrasiyi nasıl tesis edeceksiniz?”
Konuyu en iyi toparlayanlardan biri de, insan hakları savunucusu Osman İşçi’nin 26 Ağustos tarihli yazısı oldu.
Gerçekten de, eğer kalıcı barış diyorsak, bunun altyapısını kurmak zorundayız. Erdoğan Aydın’ın dediği gibi, “siyasal yaraları sarmak açısından”.
Başlarken Kürtçe nedir diye sormuştum. İrani dillerden, güzel ve zengin bir dildir. Farsça ve Fransızca ile aynı dil ailesindendir (Hint-Avrupa).
Kişisel gözlemlerime göre Kürtçe güneyde, Araplarla komşu olduğu coğrafyalarda, ses olarak Arapçayla yakınlaşmış. Kurmançi lehçesinde gırtlak sesleri daha çok işitiliyor. Daha kuzeyde ise, Tunceli civarlarında yoğunlaşan Zazaki, biraz Türkçe gibi daha çok ağzın ön taraflarıyla konuşuluyor.
Ama bu konularda en iyisi, Zana Farqînî ve Dilawer Zeraq gibi Kürt dilbilimcilere başvurmaktır. “Komisyon”a onların da davet edildiklerini görmek gerçek bir şölen olur.
Kalıcı barış için mücadele biraz da, hatta birazdan da çok, dillerin ve dilbilimcilerin özgürlüğü için mücadele anlamına geliyor.
Kaynak: farklı bakış