“Kürt demokrasisinin de Kürt askeriyesine ‘haddini bil’ diyebilmesi lâzımdır”

Sema Kılıçarslan City University of New York, John Jay College Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi olan yazar Mücahit Bilici ile, HDP-PKK ve Demirtaş geriliminden hareketle Türkiye siyasetinde Kürtlerin ve HDP’nin durumunu konuştu.

“Kürt demokrasisinin de Kürt askeriyesine ‘haddini bil’ diyebilmesi lâzımdır”

Bilici: “Kürtler eğer kazanım istiyorlarsa, başarı istiyorlarsa oylarını direkt CHP’ye verirlerse hem Türkiye’yi daha demokratikleştirirler, hem verdikleri oyların karşılığını alırlar, hem de CHP’liler terbiye olur, medenileşirler.”…“Kürt oyu boşa akan su gibi sürekli akıp hiçbir şeye dönüşmemektedir.”… Türkiye’nin en loser partisi HDP’dir. HDP siyaset yapan bir parti değildir. Eylemcilerin siyasi partisidir.”…“Türkiye’de ordunun siyasete müdahalesine siyasi partiler, itiraz edebiliyorlarken, Kürt demokrasisinin de Kürt askeriyesine ‘haddini bil’ diyebilmesi lazımdır. Diyemiyorsa siyaset yapıyorum dememesi lazım. Ya askerlik yapacaksın, ya siyaset yapacaksın.”… “Devlet HDP’yi değil, PKK’yi muhatap alıyor. Çünkü Demirtaş bir şey söyler. Oradan bir tane silahlı adam onun kulağını çeker. Bu o zaman muhatap olamaz. Kürt toplumu aslında rahatsızdır bu durumdan. Fakat sesini çıkaramıyor.”

Konu ile ilgili videonun linki: https://youtu.be/S6l8tgl7B50

City University of New York, John Jay College Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi olan yazar Mücahit Bilici ile, HDP-PKK ve Demirtaş geriliminden hareketle Türkiye siyasetinde Kürtlerin ve HDP’nin durumunu konuştuk.  


Bugün sizi Türkiye siyasetinin içerisine çekeceğim, hiç istemediğiniz halde. Birincisi, 30 Eylül de yaşanan polis evine yapılan saldırıdan sonra HDP, PKK ve Demirtaş arasında bir gerilim ve bir kırılma yaşandı. Bu bir kırılma mı sizce?

Evet, olması gereken bir kırılma, çoktan yaşanması gereken bir gerilim. Selahattin Demirtaş kamuda yankı bulmuş bir siyasetçi. Kamuda yankı bulmak sorumluluk demektir. O kamuya karşı, oy veren insanlara karşı ve hakikate karşı sorumluluk demektir. Bu konuda Selahattin Demirtaş’ın çok geç kaldığını düşünüyorum. Ve tepkisinin de cılız olduğu kanaatindeyim şahsen. Çoktan yapılması gereken bir tepki ve sınır koyma, limit belirleme işinin bu noktada yapılıyor olması yine de kazançtır. Kendisine teşekkür etmemiz lâzım. Fakat bunun ne kadar sonuç verici olduğu da ayrıca tartışmaya açık. HDP’nin bazı yapısal sorunları var. HDP dediğimiz siyasi oluşum PKK’den bağımsız bir oluşum değil. Şimdi buna insanlar genelde çok itiraz ediyorlar.

Ben kavramsal seviyede şu kanaate vardım: HDP bağımsız bir parti değil. Dolayısıyla PKK’den bağımsız bir parti de değil. Bu da demokrasi söylemlerinin altını boşaltan bir şey. Mesela HDP milletvekilleri nasıl seçiliyor? Elbette ki seçimle seçiliyorlar ama bir merkezden seçiliyor. Hiçbirinin halkta yankısı ve temsil kabiliyeti olduğu için aday gösterildiğini söyleyemeyiz. Yani HDP’liler AKP’yi eleştiriyor değil mi? Tek adam rejimi, tek adam herkesi seçiyor vesaire. Ondan farklı bir tarafları yok. Üstelik en azından tek adam var ve o adam sorumlu kişi. HDP’de sorumlu bir odak yoktur. HDP’nin genel başkanı bile çocuk gibi azarlanabiliyor. Nitekim Demirtaş’a “münafık” dendi. Ona münafık diyen kişi kimdir diye sorarsanız, hiç kimse. Anonim. Yani sıradan silahlı bir adam muhtemelen bunu ona diyebiliyor.

Bu yeni bir durum da değil. HDP bu anlamda bir siyasi parti olamamıştır. Çünkü bir silahlı örgütten bağımsız değildir. Peki bu silahlı örgüt özgürlükçü söylemleri yok mu? Kürt özgürlük hareketi vesaire deniliyor. Değil, son derece totaliter bir harekettir. PKK totaliter bir hareket olduğu için HDP’nin ondan bağımsız olmaması HDP’yi bir siyasi parti olmaktan büyük ölçüde uzaklaştırıyor. Samimi olmaktan çıkarıyor. Büyük bir riyakarlık içinde Kürt kamuoyuna, “işte sizi temsil ediyor ve sizin için uğraşıyoruz”, bazısına “Kürdistan için çalışıyoruz” vesaire deniliyor. Türk kamuoyuna ise “biz Kürtlerin partisi değiliz, herkesin partisiyiz” deniliyor. Biliyorum bunlar düzgün parti kıtlığında HDP’nin ilerici söylemlerine hasretle ve ihtiyaç hissederek sarılan insanlar açısından çok rahatsız edici sözler. Ama gerçeğe olan sadakatimiz duygularımızın beklentilerimizin, ümitlerimizin ağırlığı altında ezilmemeli. Yani HDP’nin birinci olarak PKK’den yeterince özerk olamaması, bağımsız olamaması, sınır çizememesi en büyük sorun. Bu sorun sandığımızdan da daha derin bir sorun aslında. Çünkü HDP bağımsız değil. Uzantı. Bu bir gerçek. Ve bunu kriminalize etmek için söylemiyorum. Ama Kürt siyasetinin sürekli kriminallik içinde, suç ve yasa dışılık içinde ve tehdidi altında Demokles’in kılıcı gibi tepesinde durmasının sebebinin temelinde bu mesele var. Türkiye’de eğer HDP siyaset yapıyorsa bu sorunu çözmüş olması lâzımdı. Bu temel sorunu görmüş olması lâzımdı.

Bakın, bunu sorun olarak göremiyorlar, görmüyorlar. Çünkü bütün varlığını PKK’ye borçlu bir hareket. Bu da neye, ne tür sonuçlara yol açıyor? HDP bir memur partisidir. Genel başkanları, atanmış insanlardır. Hitabet kabiliyeti olan Selahattin Demirtaş bu konuda kazara bir istisnadır. Daha önceki çoğu eş başkanın siyasetçilik niteliği bile yoktu. Çok değerli insanlardır. Mesela şimdi genel başkan Mithat Sancar. Şahsen tanımıyorum ama bir entelektüel, bir akademisyen ve aydın bir insan olarak çok değerli bir insan. Fakat hitabet ve siyaset başka bir şeydir. Bunun ne olduğunu işte Selahattin Demirtaş örneği gösteriyor. Tayyip Erdoğan örneği gösteriyor. Devlet Bahçeli örneği gösteriyor. Ve Meral Akşener örneği gösteriyor.

Mesela siyasetçi dediğin zaman akla gelmesi gereken insan tipi budur. Diyebiliriz ki yeniçağda işte daha modern, Avrupa tarzı daha bürokrat tarz siyasetçi bize lazım. Bu denebilir. Türkiye kamuoyu açısından mazur görülebilir bir ümit olarak kabul edilebilir. Ama Kürtler açısından kabul edilemez. Kürtlerin çok acil ihtiyaçları var, sorunları var. Bu açıdan HDP’nin bir siyasi parti olarak performansına baktığımız zaman temsil kabiliyeti noktasında büyük bir sıkıntı var. Toplumun tabanını kültür olarak, değerler itibariyle temsilden uzaktır.

Siyasi partilerin toplumları terbiye etmek gibi derin bir görevleri yoktur. Bir sorumluluk ve ciddiyetleri olmalıdır. Fakat öncelik  temsildir. Demokrasi açısından bu böyledir. Eğer siyasi partilerin toplumu terbiye etme, onlara değer dayatma, onları adam etme, ileriye götürme gibi bir sorumluluklarını kabul edersen, o kapıyı açarsan gideceğimiz yer Sovyetler Birliği’dir. Totaliter rejimlerdir. İdeallerin iyi ve güzel olması, kendini topluma değer dayatan konuda görmeyi meşru kılmıyor. Yani ne kadar ilerici, çağdaş olursa olsun, işte kadın haklarıdır, çevredir vesaire çok güzel şeyler söyleyebilirsin. Ama bunları söyleyen insanlar ellerinde silah olan insanlar ve onlarla aynı fikirde olmazsan, IŞİD’den farkı olmayan bir totaliter eda ile seni yok etmeye hazır bir insan malzemesi, örgütsel kültürle karşı karşıyasın.

HDP, şiddetle arasına mesafe koyamadığı için sürekli bir meşruiyet krizine mahkum bir oluşumdur. Bu da talihsizliktir. Türkiye toplumu açısından talihsizliktir. Kürtler açısından da talihsizliktir. İkincisi, bu partinin siyasetçilerine baktığımız zaman kimisi işte filancanın yeğenidir. Amcasının oğludur. Öcalan soyadlı insanlar milletvekili yapılmıştır mesela. Yani hiç kimsenin tanımadığı, tanımayacağı, işte bir köşede entellik yapmak için Marksizm ile meşgul olacak insan malzemesi HDP’de milletvekili konumundadır.

HDP’nin siyasetçilerine baktığımız zaman, ne yapıyor bu insanlar? Edebiyat yapıyorlar. Roman yazıyorlar, şiir yazıyorlar. Şimdi daha faydalı işler yapanlar da var. İnsan haklarıyla ilgili işler yapanlar var. Mesela Ömer Faruk Gergerlioğlu.

Bakın bunların hiçbiri siyaset değil. Bunlar sivil toplumun yapacağı işler. Bunlar derneklerde yapılacak işlerdir. Mesela biri roman yazıyor. Bir tane yetmedi ikincisini yazıyor. Öteki de romanı yazmış. Hangi Türk siyasetçi Türkiye’de roman yazıyor? Allah aşkına?

Dünyanın neresinde bir siyasetçi oturup roman yazıyor? Bu siyaset değil. Çok güzel şeyler. Estetik şeyler. Dünyada nerede hafif bir kitle potansiyeli varsa, bir şikayet konusu varsa, ona sarılan bir sol var, dünyada ve Türkiye’de. Yani dünyadakileri yine bir parça daha insan anlıyor. Saygıyla karşılıyor.
Türkiye’deki bu solun, Kürt toplumunun ihtiyaç ve temsil meselesini kullandığını düşünüyorum. Diğer tarafta dünyaya iyilik yaptığını düşünüyorlar. Ve bu ikisi birlikte Kürt toplumunu demokratik ihtiyaçlarının karşılanmasını imkansızlaştıran bir temsiliyetsizlik üretiyor. Bu açıdan HDP’ye baktığım zaman bir siyasi parti görmüyorum. HDP eylem yapmak isteyen, eylemci insanların partisi olarak karşımıza çıkıyor. Samimi eylemci olanlar bu partiden ayrıldılar. Türkiye İşçi Partisi bana göre HDP’den daha saygın bir partidir.

Ben Ahmet Şık’a mesela çok daha büyük saygı gösteririm. Çünkü davası o, davası eylem yapmak. Bağırmak, çağırmak ve bunu samimi bir şekilde yapıyor. HDP, Türkiye’nin üçüncü büyük partisi. Bakınız bu unutulan bir şey. Türkiye’nin üçüncü büyük partisi. Peki başarısı nedir? Sıfır. HDP’nin başarısı sıfırdır. Bakınız AK Parti, Türkiye’nin birinci partisi ve iktidar.

Ve kendi tabanına helali, haramı bol kepçeden doldurup dağıtıyor ama kendi tabanını mutlu ediyor. Kendi tabanını muktedir yapmıştır. Aşağılanan başörtüsünü önünde titrenecek hale getirmiştir. Saygısızlığı kırmıştır. Bu bir gerçektir. İkinci partiye bakalım. Cumhuriyet Halk Partisi. İktidardan uzun zaman önce düşmüş. Çağdaşlık, ilericilik gibi bir takım ezberlerine tutunan, eski kuşak, geride kalmış, günümüzün değerleri açısından ilkel bir siyasi parti. Fakat orada bile bir şey var. Burası Türkiye. Biz buranın sahibiyiz. Bir aidiyet duygusu var, bir anlamlılık var. En azından kendilerini ifade ediyorlar. Bağırıp çağırıyorlar. Bunu Kemal Kılıçdaroğlu’nun son yıllardaki değişim dönüşüm katkılarını şu anda hesaba katmadan söylüyorum. Onlar çok değerli çalışmalardır bana göre, Kılıçdaroğlu’nun yaptığı açılımlar. Şimdi CHP’nin de bir anlamı var Türkiye’de, bir katkısı var. Yani zayıf muhalefet diyebiliriz ama toplamda Türk siyaseti içinde siyaset yapıp da karşılığında bir şey alabilen insanlar var. Üçüncü parti HDP, HDP’nin katkısı nedir? Başarısı nedir? Bu kadar oy alıp bununla sıfır iş yapan tek parti. Ondan sonra gelen partilere bakıyoruz.
İYİ Parti diye başında faşist bir liderin olduğu -çok iyi bir siyasetçidir, onu söylemek lazım- Meral Akşener var. Bu parti neredeyse patron gibi hareket ediyor. Büyük bir özgüvenle memleketin sahipliği edasıyla hareket ediyor. Bütün HDP’lileri toplayın. Bir Akşener kadar özgür insanlar değillerdir, rahat konuşabilecek insanlar değillerdir. Hepsi apolojetiktir, mahcuptur. Özür dileyici bir konumdadır. Neden? Sebeplerini konuştuk. Çünkü suçlular. MHP lideri, Devlet Bahçeli ki küçücük bir partidir. Onun önünde nasıl saygıyla eğilirler? Ama herhangi bir Kürte karşı da aslan kesilirler.

Bunlar demokrasi açısından önemli ölçütlerdir bana göre. MHP’ye bakıyoruz küçücük bir parti ve iktidar ortağı. Hükmediyor, istediğine bağırıp küfür edebilen çirkin bir siyasi oluşum. Şimdi bu fotoğrafta hiçbir şey kazanmayan, elinde hiçbir şey olmayan, küçük bir parti olsanız eylemcilik yapabilirsiniz. Türkiye’de bir dini azınlık olsanız, ideolojik bir formasyon olsanız eylemcilik yapabilirsiniz. Yani üniversitelerde öğrencilerin yaptığı eylemden bahsediyorum veya işte bir protesto eyleminden bahsediyorum.

Bakın bunlar sivil toplumda vuku bulması gereken güzel ve doğru şeylerdir. Fakat siyaset eylem yeri değil. Bu anlamda eylemcilik yeri değildir, siyaset yeridir. HDP siyaset yapan bir parti değildir. Eylemcilerin siyasi partisidir. Hakiki eylem yapmak isteyen samimi eylemci insanlar bu ikiyüzlülüğü kaldırmamak için oradan ayrılıp kendi partilerini kurdular ve siyaset yapıyorlar. Bence, Türkiye İşçi Partisi HDP’den daha iyi siyaset yapıyor.

Burada müsaade ederseniz araya girmek istiyorum. HDP’nin bu zamana kadar özellikle 2015’den başına gelenleri de belki hesaba katmak gerekir mi? Siyaset alanında sıfır dediniz. Yani ben de aslında zayıf kaldığının farkındayım ama burada başına gelen de bir sürü gerçekten bela var HDP’nin. Bunu bir değerlendirmenizi istiyorum. İkincisi; sizce PKK’yla HDP’nin ilişkisi konusunda, Türkiye’de yaşayan Kürt tabanda, oy verdikleri parti olan HDP’den böyle bir beklentileri olabilir mi? PKK’yla olan ilişkilerini tamamen koparsınlar gibi bir beklenti var mı? Yoksa acaba tam tersine bir beklenti mi var? Ve bu beklenti dolayısıyla HDP de burada net pozisyon alamıyor olabilir mi?

Devlet zaten HDP’yi muhatap almıyor ki. Devlet PKK’ye muhatap oluyor. Hakiki patrona muhatap oluyor. Doğru olan da budur. Eğer patron PKK ise ki HDP bunu söylüyor. O zaman HDP siyasi olarak muhatap değildir. Olmamalıdır da. Çünkü Selahattin Demirtaş bir şey söyler. Oradan bir tane silahlı adam onun kulağını çeker. Bu o zaman muhatap olamaz. Muhatap ciddi olmak zorundadır. Kürt toplumu aslında rahatsızdır bu durumdan. Fakat iki açıdan sesini çıkaramıyor.

Bir HDP, PKK, Kürt siyasetini tekelleştirmiştir. Bunda şiddetin çok ciddi rolü vardır. Silahlı olmanın. İkincisi, AKP’yi devleti, MHP’yi eleştiriyoruz. Her eve bir şehit düşürerek insanları milliyetçileştirip sömürüyorlar diye. PKK de bunu yapıyor. PKK’nin en büyük hayali her Kürt ailesinden birinin ona asker olup ölmesidir. Ta ki bütün aile topluca katılsın. Herhangi bir demokratik eleştiri karşısında karşınıza çıkarılan şey şudur: Biz bu dava için şehitler verdik. Sen kim oluyorsun da konuşuyorsun deniliyor.

Bu anti-demokratik totaliter bir şeydir. Bu şeriat adına insanları susturmaktan, IŞİD’çilikten, ulu Türk milleti adına Türk milliyetçiliği adına insanları susturmaktan, bastırmaktan farkı olmayan bir şeydir. Eskiden askerin siyasete müdahalesine karşı çıkardık, Türkiye’de ordunun siyasete müdahalesine. Niçin? siyasi partiler, “arkadaş sen tamam bu ülkenin ordususun, bir kurumusun ama haddini bileceksin. Biz de bu ülkenin siyasi partisiyiz” deyip itiraz edebiliyorlarken, Kürt demokrasisinin de Kürt askeriyesine haddini bil diyebilmesi lazımdır.

Diyemiyorsa siyaset yapıyorum dememesi lazım. Gidip askerlik yapması lazım.  Ya askerlik yapacaksın, ya siyaset yapacaksın. Bu, çok net. Bir şeyler kaçırılıyor, gözden kaçırılıyor. O da şudur. Eğer askeri mücadele yapıyorsan, dünyada bunun karşılığı var. Savaş ilan ediyorsun ve savaş kurallarına riayet ederek savaşırsın. Buna herkes saygı gösterir ve ne istediğin de bilinir. Fakat hem “demokrasi istiyorum, Ortadoğu’ya özgürlük getireceğim” vesaire gibi şaşaalı, güzel ideallerden bahsedip sonra çok adi terör eylemlerine girişiyorsan, evinde oturan polisi gelip habersiz öldürüyorsan bu terörizmdir. Bu çok net bir şeydir. Savaş ilan ettiğin zaman isterse iki kişi ol. Koca bir devlete savaş ilan edebilirsin. Savaş hukuku geçerlidir. Birbirini öldürmeniz caizdir. Hangi anlamda caizdir? Savaşıyorsunuz.

Ağlamak vesaire, bizi eziyorlar vesaire denmez. Savaşıyorsan adam gibi savaşacaksın. Mertçe. Senin düşmanın bile sana saygı duyar. Şu anda PKK ve HDP’ye Türk milleti saygı göstermiyor. Saygı duymuyor. HDP, Türklerin desteğini alabilmiş midir? Bunca ağlayışa karşın hayır. Çok sınırlı bir oydur Türklerden alınan oy. Peki Kürtlerin oyuna ne oluyor? Bakınız Türkiye’de kurucu unsur olan, Türkiye devletinin muhatabı, vatandaşı, garibanı, entegre olmuş göçmeni olmayan — ki onların da devlete sahiplik hakkı var — Türkiye’nin bir cüzü ve devletin sahipliğinin ortağı olan Kürtlerin yüzde yirmilere çıkabilecek bir oy potansiyeli var. Bu oy paketleniyor HDP isimli bohçada. Ve kullanma süresi geçecek şekilde orası sürüncemede dolaştırılıyor. Etkisiz hale getiriliyor. Bu kadar Kürt oyu hiçbir kazanıma dönüşmüyor Türkiye’de.

Peki ne isteniyor?

Mesela HDP milletvekili polis tarafından sokakta dövülüyor. Bakın bu imkansız bir olaydır. Eğer bu oluyorsa sen milletvekili değilsin demektir bu. Sen siyasi parti değilsin demek. Eğer genel başkanın tutuklanıp hapse konuyorsa ve sen bunu sıradan bir şey olarak görüyorsan sen bir siyasi parti değilsin. Senin genel başkanını hiç kimse hapse atamaz. İmkansızdır. Yeri yerinden oynatırsın. Kendini lağvedersin. Demokrasiyi kilitlersin. Halkınla sivil, şiddete başvurmayan toplu bir şeye girişirsin. Bunların hiçbiri olmamıştır. Niye? Çünkü HDP bir memur partisidir, görevliler partisidir; görevliden kastım şudur, emir alan insanlar, inisiyatif sahibi insanlar değildir.

Kürt oyu dolayısıyla boşa akan su gibi sürekli akıp hiçbir şeye dönüşmemektedir. Dövülmekten de zevk alınıyor. Mazoşist bir zevk alıyor HDP’liler. Bakın bunu çok samimi söylüyorum. Bir düşünün. Bakın Tayyip Erdoğan da bunu keşfettiği için bu fetişizmi tecrübe edecek insanlara bu ezilmeyi yaşatıyor. Böyle fıskiye gibi üstlerine serpiştiriyor inanın. Eğer iktidar olmayacaksan yani direnmek için niye siyasi parti oluyorsun ki? Git daha radikal direnişlerini yap. Eğer Meclis’te direniyorsan, Meclis direnme yeri değil ki. Meclis hükmetme yeridir. Ağırlığını ortaya koyma yeridir.

Bugün HDP’ye verilen oy artacaktır. Fakat bu HDP’nin başarısı değildir. Kürklerin demografik genişlemesinin sonucudur. HDP bunu da heder edecektir. Türkiye’nin en loser partisi HDP’dir. Acı bir gerçek olarak bunu söylemek zorundayım. Çünkü aldığı bunca oya, üçüncü bir parti olmasına, genişleyen demografik bir yapı olmasına, Kürk toplumunun genç ve dinamik bir nüfus olmasına, kültürel olarak müthiş bir atılım ve devinim içinde olmasına rağmen aldığı oyları hiçbir şeye dönüştürememe partisi olarak HDP maalesef başarısız bir siyasi partidir.

Onun için Kürtler eğer kazanım istiyorlarsa, başarı istiyorlarsa HDP’nin oylarını direkt CHP’ye verirlerse hem Türkiye’yi daha demokratikleştirirler, hem verdikleri oyların karşılığını alırlar.

Hem de CHP’liler terbiye olurlar, medenileşirler. Kürtlerle beraber hareket etmenin, Kürtlerin varlığını, onlar sayesinde iktidar olmanın vesairenin getirdiği sivilliği tadarlar, tattırırlar.

Kürtler için de, Türkiye için de çok daha iyi olur. Ama HDP’ye verilen oylar ne olacak biliyor musunuz? Alınacak ve saçma sapan bir şekilde boşa gidecek. Yani bir şeye dönüşmeyecek. Bir iktidar ortaklığına bir ağırlığa dönüşmeyecek.

Kürtler adına bir kazanıma dönüşmeyecek. Neye dönüşüyor biliyor musunuz? Siyasi parti kapanmalarına, birilerinin ağlamasına. Bazıları da solculuk eylemi yapmak için fırsat bulmuş olacak. Direniş performansı gösterecekler. Böylece hayatlarını anlamlandıracaklar. Bu insanların çoğu imtiyazlı insanlar ve vicdanlarını solculukla ifade eden iyi niyetli insanlar. Ben onların hani kentli ve elit toplum içindeki solculuğun bir tutum olarak eleştirisini yapmıyorum. Kürt siyasetinin buna indirgenmesine itiraz ediyorum. Kürt siyasetinin çok ciddi temel sorunları var.

Bunların çözülmesi de ancak bu saçma sapan ideolojik eylem performanslarından uzak, daha rasyonel ve sonuç alıcı pragmatik bir siyasi çizginin tutturulmasını gerektiriyor. Bu noktada ben HDP’de böyle bir vizyon görmüyorum.

Gönül isterdi ki Selahattin Demirtaş gibi Kürt toplumunun içinden çıkan insanlar, “Arkadaş artık yeter. Beni dövecekseniz de ben artık bağımsız bir siyasi parti kuruyorum” [diyebilsin]. Selahattin Demirtaş cesur olsa bugün hapisteyken bile dese ki “Arkadaş ben HDP’li değilim. Bundan sonra yeni bir siyasi oluşum başlatıyorum. Tamamen sivil suça bulaşmamış tertemiz herkesin oy verebileceği bir siyasi oluşum yapıyorum” dese uçar. Uçar ve Türkler de oy verir ona. Fakat o cesaret yok. Tabii şu da var. PKK’nin vesayeti devam ediyor Kürt toplumu üzerinde. Kürt toplumu PKK’ye destek veren insanlardan ibaret değil. Ama Kürt siyasetinin iskeleti onun üzerine oturuyor.

Ve onun dışında herhangi bir oluşumun da bir şansı şu an ortalıkta yok. Onun için içeriden düzelmesi lazım. Onun için bütün Kürtler HDP’nin kendini adam etmesini ümit ediyor. HDP’ye destek olmak istiyor. Benim eleştirilerim de hep bu minvalde olmuştur. Fakat benim gördüğüm tepkiler, kesinlikle totaliter bir organizasyonla, bir örgüt ve siyasi partiyle karşı karşıya olduğumuz kanaatini bana vermiştir. O yüzden böyle daha da direkt, daha muhataplarının alınacağı dilden söylemem gerektiğini düşünüyorum.

Şunu da hemen sormak istiyorum. Hem muhalefetin hem de iktidarın HDP’ye karşı olan tutumu, HDP’nin tabanına karşı olan tutumu istenmeyen çocuk gibi. İktidarın zaten bu pozisyonda olmasını anlayabiliyoruz. Ama muhalefet de bu konuda iktidarla aynı çerçevede kalıyor. HDP’yi eleştirdiniz ama bu açıdan da bakmak gerekmez mi?

Yani HDP’nin sadece iktidar tarafından değil aynı zamanda muhalefet tarafından da dışlanıyor olması, muhatap alınmıyor olması, vebalı muamelesi görmesi bir vaka, fakat hırsızın hiç mi suçu yok sorusunu da sormamız gerekir. Nasıl oluyor bir ülkedeki bütün siyasi partiler HDP’den kaçıyor? Bence HDP açıktan bir Kürt partisi olsa bu kadar kaçmazlardı. İkincisi o zaman HDP niye siyaset yapıyor?

Mesela seçiyor, kayyum atanıyor. Bu arada seçilen insanların çok kötü belediyecilik performansı gösterdiklerini de kabul edelim. Çünkü seçilen insanlar topluma değil, onları seçen seçmenlere değil, örgüte hesap vermek konumunda olan insanlar oldukları için de kriminaliteden sakınamıyorlar. Ve asıl verimli olmak, başarılı olmak gibi sorumluluğu hissetmiyorlar.

Bu da bir gerçektir, bütün hırsızlık ve çalmalarına rağmen kayyımların biraz daha kitleleri memnun etme çabası gösterdiklerini görüyoruz. Ama HDP’nin seçilmiş belediye başkanlarının aynı duyarlılıkta olmadıklarını görüyoruz. Çünkü onlar için Kürtler ceptedir. Ve onların amacı işte artık neyse, bir takım kültürel faaliyetlerdir. Ondan sonra işte birileri kamyon, traktör gönder dediyse onu göndermektir. Sonra aleyhte kullanılacak suçlara, suç kapsamında olan işlere girişmektir.

Türkiye’de herhangi bir şekilde Kürtlerle ilişkili bir siyasi oluşuma yönelik baskının var olduğu bir gerçektir. Fakat bunun bu denli kapsamlı bir şey olması muhalefetinden iktidarına irili ufaklı bütün siyasi partilerin tutumu neden böyledir? Burada HDP’nin tutumu nedir? Bir de ona bakalım. HDP’nin tutumu herkese açık, her şeye açık. Bu bir çelişki değil mi? Çok garip bir durum bana göre.

Bir şey doğru yerde değil orada. Ya HDP yanlış ya da bütün sistem yanlış. Dolayısıyla bunun bir problem olarak görülmesi gerekirdi. Ama problem olarak görülmüyor. Şöyle anlaşılıyor. Eziliyoruz. Bu da bütün o sözünü ettiğim direniş mantığıyla bütün siyasal vizyonun direnişçilik üzerine kurulmuş olmasıyla ilişkilidir. Çünkü bu onu besliyor. Ve HDP siyasi eylem içine girdiği zaman mağduriyet üretecek şeyleri istiyor. Böylece oraya meyil ediyor. Mıknatıs gibi oralara geliyor. Ülkeyi yönetmek, patron olmak, iktidardan pay sahibi olmak gibi bir amacı olsa daha pragmatik, daha iş birliği içine girecek, başkalarıyla da çalışabilecek bir çizgiye girerdi diye düşünüyorum.

Evet baskı var. Bu baskı bir yere kadar açıklar. Ama açıklanamayan içsel faktörlerin, HDP’nin HDP olmaktan kaynaklanan sebeplerle başarısız olduğu bir alan var. Ve bu alanı hiç kimse tartışamıyor, konuşamıyor. Mağduriyetin arkasına saklanıp dünyayı mahveden insanlardan ne farkı var? İktidar olsa o mağduriyetin arkasına saklanıp biz ezilmiştik vesaire deyip tam bir diktatörlük kurabilirsin. Kadın mağduriyetin arkasına saklanıp ütopik bir diktatörlük kurabilirsin.

HDP’nin şöyle bir sorunu var. HDP’nin dışa verdiği görüntüyle içteki işleyiş arasında da çok büyük bir uçurum var. Onun için benim kanaatime göre dürüst insanlar duramıyor HDP’de. Kaçmak zorunda kalıyorlar. Veya dışlanıyorlar veya uzun süre duramıyorlar. Sebebi şu: Çünkü iki yüzlü olmak zorundasın. Bir taraftan gayri resmi bir örgütle bağlantı var. Öbür taraftan resmi Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Türkiye toplumuyla muhataplığın getirdiği bir durum var. Halbuki bana göre ne kadar radikal olursa olsun, bir siyasi parti olarak daha dürüst, daha mert bir şekilde Türkiye toplumuyla muhatap olsa, davası ne olursa olsun, ‘Arkadaş, benim davam budur, amacım budur, hedefim budur, buyurun. Bana oy verin’ derse eğer, daha çok saygı görecek. HDP’nin ne istediğini yani PKK’nin ne istediğini kimse bilmiyor.

Bütün dünyayı istiyorlar. Bu totalitarizmdir. Bir orta yolu yoktur bu işin. Demokrasi ve özgürlük getireceğim diyorsun. Bu ne anlama geliyor siyasal olarak? Bir karşılığı yok. HDP’nin sürekli mağduriyette durması lazım. Sürekli gölge boksu. Bir sorumsuzluk alanında durma lüksüne sahip HDP. Şimdi bu Türkiye toplumu açısından sürdürülebilir bir şey mi?

Çağdaş, ilerici, güzel şeylerden bahsediyor. Güzel ama Türk bir siyasi parti bunu yapsa doğru olurdu. Kürtlerin siyasi partisinin bu lüks olan iyilik, çağdaşlık gibi konularda konuşup, herkesin aç ve birbirini boğazladığı bir ortamda kardeş olalım, sevinelim, sevilelim vesaire diye bahsetmesi Kürtlere zulümdür. Haksızlıktır, demokrasiye aykırı bir şeydir.

Demokrasi, böyle çok güzel ve ideal şeyleri anlatmak değildir. Demokrasi, halkın istediği şeyleri güzel şekilde anlatmaktır veya sunmaktır. HDP organik bir parti değildir. Kürt toplumuna empoze edilen bir nitelik taşıdığı için de samimi bir parti değildir. Bütün çağdaşlığı, ilericiliği temelsizdir.

“Ulu önder Tayyip Erdoğan sayesinde bugün böyle konuşabiliyorsun” denmesine benzer bir durum. “Bütün her şeyin müsebbibi, kazanımların kaynağı, tek çözüm adresimiz Sayın Erdoğan’dır…” demesi gibi bunlar da “Öcalan” diyorlar. Birine diktatörlük diyorsunuz, buna niye diyemiyoruz?

Kandil’deki arkaikler, yani dünyayla ve gerçeklikle bağı kalmamış birkaç yobaz insanın ellerinde silah olduğundan; Kürt çocuklarının hukukunu savunmak için, Kürdistan için veya onuru, şerefi için gidip katılmış insanların hayatlarını alıp, bodrumlarda şurada burada, saçma sapan eylemlerde sivilleri hedef alarak, sivilleri kalkan yaparak insanların hayatlarını mahvediyorlar. O aileleri kendilerine taraftar kılmış oluyorlar. Bu çok alçakça bir siyasettir ve Türklere karşı riyakarlıktır. Yani Türkiye toplumuna karşı Kürtler dürüst olmak zorundadır. Türkler kötü değildir. Türklerin vicdanına ve insaniyetine itimat etmek zorundayız ama bunun garantisi dürüst olmaktır. Kürtlerin, Türklere karşı dürüst olmasıdır.

Benim istediklerim şunlardır: Bakın programında bunlar var. Şöyle bir listem olacak ve o zaman Kürt & Türk toplumları, Türk kamuoyu oturup bununla yüzleşmek zorunda kalacak. Ya düşman olacak, ya dost olacak, ya alacak; yani müzakere edecek. Yani düşman olmak bile kötü bir şey değil. Müzakere edersin. Bakın HDP ne dosttur, ne düşmandır, ne olduğu belli değildir. Sadece kendi dediğini yaptırmak isteyen bir siyasi oluşumdur. Bu totalitarizmdir. Menfaat için kıvranıp iş birliği yapan insanlar siyasette daha başarılı oluyorlar. Çünkü siyaset pragmatizmi gerektiriyor.

Çünkü tek bir şey yoktur. Nasıl ki tek bir yani tek parti, tek adam rejimi, totalitarizm ise siyasette çoğulculuk varsa o zaman işbirliği yapabilmen, konuşabilmen lazım. İktidarla konuşabilmen lazım. Muhalefet olanı iktidara taşıyabilen ve başkalarının seni iktidara taşımasını sağlaman lazım. HDP’de bu davranışların hiçbirini görmüyoruz. Çünkü HDP siyasete ve popüler demokratik süreçlere hesap veren bir oluşum değil. Daha başka bir ideolojik ve totaliter bir örgüte hesap verme zorunda olan bir parti olduğu için maalesef Kürtlerin sorunları da çözülemiyor. Hatta ağırlaşıyor. Kürt kamuoyuna karşı bir apati (kayıtsızlık) içine girmiştir. Artık kendi işlerine duygusal olarak bakıyorlar. Bu da aslında hayırlı bir şey. İşte ekonomik olarak zenginleşmeye çalışmaları falan.

AK Parti’nin talan döneminden de Allah razı olsun, en azından etnik milliyetçilik yapmadılar. Dışlayıcılık yapmadılar. Kürtlerden de epey ekonomik ve sosyal imkanları elde edenler, bürokrasiye girenler oldu. Bu da Kürt toplumunda bir parça siyaset dışında hayatın var olduğu duygusunu oluşturmuş oldu. Son tahlilde yine çoğu insan, HDP’ye oy verecektir; ama “Allah kahretsin!” diyerek verecektir. Bir parti eğer böyle isteksizce verilen oyları alıp, götürüp onun üstüne raks edip, sevinip işte “Demokratız!” vesaire diyorsa bundan utanması lazım. Bana göre, HDP’nin bu açıdan şapkasını önüne koyup düşünmesi gerekiyor.

Şimdi yeni bir ittifak olarak da Özgürlük ve Emek İttifakı karşımızda. O ittifaka baktığınızda ne görüyorsunuz?

Özür dilerim ama tam bir komedi! Koskoca HDP’nin ittifak olduğu partilerin yüzde kaç oyu var? Yani bu insanlar, çok samimi söylüyorum saygı duyduğum insanlardır. Yani solcu olan insan var, Ahmet Şık’ı bir örnek olarak verdim ve dediğim gibi hakikaten saygı duyarak söylüyorum: Bu insanların davası solculuktur ve bunu çok güzel yapıyorlar. Bunlar toplumda alabileceği oy potansiyeli, oluşturabileceği taban ihtimali çok düşüktür. Ama zaten onların beklediği şey de böyle bir zeminin olması. Onların yaptığı da kendi içinde anlamlıdır. Saygın bir şeydir. Şimdi bu insanların çoğu HDP sayesinde meclise girdiler ama amaçları siyaset yapmak olduğu için, daha doğrusu kendi siyasetlerini yapmak olduğu için HDP’nin içinde duramadılar. Çünkü HDP siyasetsizliktir. HDP eylemcilik yapıyor ama en azından orada bile PKK’nin baskısı olmadan normal özgür solculuk yapmak isteyen insanları bile rahatsız ediyor. Onları işleyemez hale getirdiği için onların dışında duruyorlar. Dışına çıktıkları zaman çok güzel siyaset yapıyorlar. Özgür insan gibi konuşuyorlar.

Türkiye İşçi Partisi de özgür siyaset yapıyor. HDP, özgür siyaset yapamıyor.

Yani Kürtler açısından baktığımda ben, HDP’de Kürtleri temsil etmeme sorunu görüyorum ve bunun ciddi bir sorun olduğunu düşünüyorum. Bu Türklere ve ilerici demokrat kitlelere görünmeyen bir sorundur. Onlar açısından belki acil bir sorun değildir, fakat Kürtler açısından bence sıkıntılı bir durum. Yani o ittifakın ne işe yarayacağını bilmiyorum. Eğer Türkiye’yi demokratikleştirmek istiyorsan git o muhalefete destek ol. Eğer Türkleri faydalandırmak istiyorsan ya muhalefete destek olup onları iktidara yürüt ya da iktidarla işbirliği yap, Kürtleri faydalandır. Hem de iktidarı adam etmiş olursun ağırlığınla.

Ama ikisini de yapmayıp işte yok “Üçüncü yoluz, biz çok faziletliyiz, biz çok ilericiyiz” dersen HDP olarak kalmaya devam edeceksin demektir. Meclis’in en büyük üçüncü partisi, hiçbir şey kazanamayan bir parti olarak varlığını sürdürecek. Genişleyecek, büyüyecektir HDP.

Bugün itibariyle benim gözlemim bu şekilde. Hiç ümit verici bir şey görmüyorum. Ben Kürtlerin yerinde olsam HDP’ye oy vermem. Gider başka bir partiye oy verirdim. Ağırlıklarının olacağı, yankı bulacakları başka bir partiye oy versinler. O zaman Kürtlerin siyasal temsili tahakkuk etmiş olur. Bir şey elde etmiş olurlar. Birkaç bakanlık karşılığında işbirliği yapsınlar. AKP’yle de yapabilirler, CHP’yle de yapabilirler. Eğer demokratsa zaten o ağırlığın ölçüsünde demokratikleştireceksin.

Ağırlığının ötesinde Türkiye’yi demokratikleştirme boş bir iddiadır. Sen ancak HDP seçmeni kadar Türkiye’yi demokratikleştirebilirsin ve bu da başkalarıyla birlikte bunu yapmanın gerektiği anlamına geliyor. Bunun gerçekleşmesi gerekir.  Kürtlerin; Türkleri kurtarmak, adam etmek, demokratikleştirmek gibi bir ödevi olamaz. Yani bütün Kürt meselesi ilk başta öncelikli olarak Kürtlerin özgürleşmesi meselesidir. Saygı görmesi meselesidir.

Ayhan Bilgen’nin partisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ayhan Bey değerli, beyefendi bir insan. Siyasi olarak şu an çok cılız bir oluşum. Çok etkili olacağını düşünmüyorum ama siyasette opsiyonların oluşması iyi bir şeydir. Genel olarak söylüyorum bunu. Davutoğlu Gelecek Partisi kurdu. Babacan’ın DEVA Partisi ile ilk başta eşittiler. Sonra bir tanesi temayüz etti. Davutoğlu kendi şahsından çok sınırlı bir şeye düştü. Yani siyasette, demokrasilerde toplum ve topluma temasla nicelik şekilleniyor. Kimlerin ayakta kalacağı, kimlerin kalmayacağı aynı zamanda kendini nasıl performe ettiği ile bağlantılı bir iş. Sadece demokratik yankıyla olmuyor, biliyoruz o kadar saf düşünmemek lazım ama toplumda yankısı olan insanların ön plana çıkması önemlidir.

Fakat baktığın zaman, siyaset yapan insanlara bakın. Kimler? Tayyip Erdoğan, Meral Akşener. Hatta Devlet Bahçeli daha berbat küfürlü konuşan bir insan. Fakat bu insanlar konuştukları zaman kitlelerle iletişim kuruyorlar. yankı buluyor sözleri. Selahattin Demirtaş bu kalibrede bir siyasetçidir. Yani siyasetçidir. Gerçek anlamda. Onun siyaseti yapması lazım. Onu nasıl böyle kaybedebiliyor mesela bu parti? Hatta şimdi düzgün bir şey söyledi diye tepesine binebiliyor veya sessiz kalabiliyor. İnsanların bunları düşünmesi lazım.

Aslında Kürt gençlerdeki sekülerleşme eğilimiyle ilgili de sorularım vardı ama çok uzadı. Başka bir sefere diyelim kabul ederseniz. Çok teşekkür ederim vakit ayırdığınız için

 

Kaynak: farklı bakış