Tarih: 25.04.2020 23:42

Kur’ân Ayı

Facebook Twitter Linked-in

Yeni Şafak Gazetesi yazarı Yasin AKTAY ANALİZ ETTİ...

Ramazan ayı 11 ay aradan sonra, zaman içindeki devrini tamamlayıp tekrar alemimizdeki baş köşesine kuruldu.

Bize misafir olarak geldi demeyelim bence, kendimizi ev sahibi görme hadsizliğine düşmeyelim. Misafir olan biziz, o asıl ev sahibinin elçisi olarak geliyor. Bize aslında belki de yaşadığımız dünyada misafir olduğumuzu hatırlatıyor.

Bir saniye bile sekmeden, bütün kurallarıyla, havasıyla, iklimiyle, bereketiyle, ona eşlik eden dualarıyla, ibadetleriyle, alışkanlıklarıyla geliyor ve bize sabitelerimizi hatırlatıyor, unutmuşsak tekrar öğretiyor.

Sabit olan, değişmeyen o, hareketli olan, sürekli değişim kaydeden de biziz. Gerçi onun da bütün yılı 33 senede gezmek gibi bir istidadı var, belki bir elçi olduğundan. Yine de temsil ettiği sabitelerle Mutlak Varlık sahibini öğretiyor.

Her geldiğinde onda pek bir şey değişmiyor ama bizde bir şeyler değişmiş oluyor. Her zaman onu aynı heyecanla, aynı mana ve ruh iklimiyle karşılayamıyoruz, ama o yine de gelip kendi iklimini, kendi heyecanını, kendi manasını sökün ettiriyor.

Ramazan hayatın gailesi içinde yaşayan insanın nefsin elinde oyuncak olmamasını, canının her arzuladığını yapmamasını öğretiyor. Sadece kendi arzularının değil, başka kulların heva ve heveslerine de, tarihin, toplumun, coğrafyanın ve benliğinin zindanına da mahkum olmadığını aşk ve iradesiyle bu zindanların duvarlarını yıkabileceğini ve ancak o zaman eşrefi mahlukat seviyesine ulaşabileceğini anlatıyor.

Kendi benliğine bir aşk uğruna hakim olabilen zaten tarihi de coğrafyayı da toplumu da bir kader olarak görmekten kurtulur, Allah’ın arzının, kendisine sunduğu imkanların haddinden fazla geniş olduğunu idrak eder özgürlük göçüne koyulur. Bu göç, bu hicret, önce insanın kendi içinde başlar. Oruç bu göçün ilk adımıdır, insanın nefsinden, dolayısıyla coğrafyasından, tarihinden ve toplumundan özgürleşmesinin ilk adımıdır.

Ancak bu göç benlikten, toplumdan, tarihten ve coğrafyadan yola çıksa da yine onlara döner, aldığı derslerle, merhametle, diğerkamlıkla. Kendine merhamet eder, toplumda kendinden daha zayıf insanların varlığını görür, başka coğrafyalardaki insanların varlığını, kendinden farksızlığını tanır, anlar, bağ kurar, merhamet eder. Kendinden önceki zamanlarda da insanların aynı tecrübeden geçmiş olduğunu fark eder, onlarla da ayrı bir bağ kurar. “Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı”. Bunun hem tarihsel olarak hem coğrafi olarak bütün insanlarla bu merhamet bağını kurmaya dönük anlamını kavrar.

Oruç insanın dünyadan bir nebze çekilmesiyle başlar ama bu çekilme tam da insana, tarihe, dünyaya ve Rabbine daha fazla açılmasına yolu açar. İnsanın her sene hayatın gaileleri içerisinde bu çekilmeyi yaşamadan yaşadığı açılımların, verdiği mücadelelerin, girdiği kavgaların, başka insanlarla farklılaşmalarının unutturduklarını Ramazan tekrar ve böylece hatırlatmaya geliyor.

Her sene bizi yoklamasında farklı bir hal üzere buluyor Ramazan. Malum bu sene bizi çok farklı bir hal üzere buldu. Bir süredir dünya neredeyse zorunlu olarak, Ramazan’dan bağımsız olarak oruç hali yaşıyor. Normal zamanlarda yapabildiği bir çok şeyden kendini ya gönüllü olarak veya zaman zaman uygulanan sokağa çıkma kısıtlamaları dolayısıyla zorunlu olarak yapıyor bunu. Eve kapanmış olanlar, her ne kadar evde hayatı hiçbir şey olmamış gibi devam ettirseler de bu kapanmada orucu anımsatan, onun görevini bir nebze yerine getiren bir şeyler vardır.

Yaşamakta olduğumuz bu sosyal kapanma yüzünden Ramazan’ı yoğun bir sosyalleşmeyle tezahür eden büyük bir heyecanla karşılayamıyoruz bu sene. Ramazan’ın giderek kaçınılmaz alışkanlıkları haline gelmiş olan toplu iftarlar, teravihler, alışverişler, ve toplanmaların atmosferinden uzağız. Bu alışkanlıklardan uzaklaşmış olmanın yarattığı hüzünlü havayı soluyoruz. Oysa belki de oruçta Ramazan’ın arazı olan o alışkanlıklara da sıra gelmişti, onların da bizde Orucun anlamından bizi uzaklaştıran boyutlar üzerinde düşünmemiz ve onun da orucunu tutmamız gerekiyordur.

Hiç kuşkusuz Ramazan’la birlikte tarihsel ve kültürel olarak ortaya çıkan sosyalleşmenin çok işlevsel özellikleri olsa da bir noktadan sonra işin manasını giderek yozlaştırıcı bir etki de yapabilmektedir. Esas itibariyle Ramazan sosyalleşme değil, çekilme vesilesidir, insanın kendine dönmesi, kendini tanıyıp anlamaya ve olumlu yönde değiştirmeye çalışmasıdır. Haddi zatında teravih namazı Peygamber Efendimiz’in cemaatle değil münferiden kıldığı bir namazdır. Mutlaka bazı hayırlar umarak Hz. Ömer kendi hilafeti döneminde cemaatle kıldırmıştır, ama bu onu farz kılmamıştır.

Bugün teravih namazının kültürel olarak almış olduğu şekle hiçbir itirazım yoktur, kültür tam da böyle yollarla gelişip farklı formlar ortaya çıkarır, ancak işin aslı için referans noktasını yok etmemek şartıyla.

Bu arada Ramazan’ın yine en önemli, ama pek yaygın olmayan ibadetlerinden birisi de itikaftır. İtikaf, insanın bütün dünya bağlarından bir süreliğine tamamen koparak ibadete ve tefekküre odaklanmasıdır. Asrımızda idrak ettiğimiz Ramazanlarda itikaf en çok ihmal edilen ibadetlerden birisi. Zorunlu olarak girdiğimiz bu kapanma durumunun onu daha da kolaylaştırması mukadder.

Tabii daha önemlisi ve en önemlisi Ramazan’ın aslında bir oruç ayı kadar Kur’an ayı olmasıdır.

Kur’an elbette hayatımızın her safhasında bize yön vermesi gereken bir hidayet kitabı. Ancak Ramazan’ı tebrik eden, bu ayda Kur’an’ın indirilmiş olmasıdır. Onu en iyi idrak etmenin yolu da Kur’an’ı üzerinde iyi düşünerek, tedebbür ve tezekkür ederek okumaktır.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —