Tarih: 04.02.2023 20:25

Küreselleşme Ve Güç Yarışı

Facebook Twitter Linked-in

Tarihe baktığımızda egemenlik ve güç yarışının sürekli devam ettiğini görürüz. Bunlardan bazıları egemenlik alanlarını genişletmeye çalışırken insanî değerlere ve ahlaki ölçülere riayet duyarlılığını nispeten de olsa göstermişlerdir. Ama tarihi kaynaklardan, birçoklarının böyle bir duyarlılığa ya çok az sahip oldukları ya da hiç sahip olmadıkları anlaşılmaktadır. Bazıları ise insanî değerlerden tamamen soyutlanmış adeta katliam makinelerine dönüşmüşlerdir. Moğol İmparatorluğu’nun kurucusu Cengiz Han ile Nazi hareketini başlatan Hitler bu kategoriye girenler arasında ilk akla gelen isimlerdir.

Dünyadaki güç ve hakimiyet savaşı tarih boyunca çeşitli evreler geçirmiştir. Ancak biz olayın tarihi sürecini anlatmayı değil günümüzde yaşananlara ışık tutmayı amaçladığımız için özellikle bugünkü durumun arka planından kısaca söz etmekle yetineceğiz.

Batı emperyalizmi bir dönem doğrudan sömürgecilik politikasıyla hakimiyet altına aldığı topraklardaki doğal ve beşeri serveti yıllarca çeşitli şekillerde sömürdükten sonra buraların halklarının onları kovmak için başlattığı başkaldırı hareketleri karşısında daha fazla dayanamayacağını anlayınca, oralardan çekilirken o toplumların kendi aralarında bir ittifak kurarak emperyalistlerle bilek güreşine girebilecek bir güce kavuşmalarına fırsat vermemek amacıyla kavmiyetçilik ideolojisini yaygınlaştırmaya çalıştı.

Özellikle Müslüman toplumların “ümmet” kimliği etrafında ve bu kimliğin ortak değerlerini savunma duyarlılığına sahip bir merkezi sistemle karşılarına çıkmalarını önlemek için onların arasında kavmiyetçilik anlayışının büyük rağbet görmesini sağlamaya çalıştı ve bu amaçla muhtelif ideologlar ortaya çıkardılar.

Kavmiyetçilik temelli ideolojilerin Müslüman halklarda tutması ve taraftar bulması için bu halklar inanç temelli kültür ve değerlerinden uzaklaştırıldı. Kavmiyetçi ideolojilerin fikir önderleri de bu halkları İslam öncesine ait gelenek ve hurafelere geri döndürebilmek amacıyla tarihin çöplüklerinde kalmış mitleri kutsal değerler haline getirdi.

Ne yazık ki bu tür anlayışların az da olsa taraftar bulması ve bu anlayışları temsil eden siyasi oluşumların emperyalist güçlerin destekleriyle yönetimlerde etkili konumlara gelmesi İslam coğrafyasını sadece küçük parçalara ayırmakla kalmadı, aynı zamanda yine emperyalizmin ektiği fitne tohumlarının zehirli ürünlerini vermesiyle birlikte onları birbirine düşman etti.
Ortaya çıkan bu durum emperyalizmin doğrudan sömürgecilik aşamasından dolaylı sömürgecilik aşamasına geçmesini kolaylaştırdı. Ama emperyalist güçler de kendi aralarında bir hakimiyet kavgası içindeydiler ve bu kavga bütün insanlığa çok ağır külfetler yükleyen iki büyük dünya savaşının yaşanmasına neden oldu.

İkinci Dünya Savaşı’nda bayağı yıpranan bu emperyalist güçler böyle devam edip gitmenin kendilerini çok sıkıntıya sokacağını düşünerek bir uluslararası sisteme geçmenin yollarını araştırmaya başladı. Birleşmiş Milletler teşkilatı da bu amaçla kuruldu. Dolayısıyla bu teşkilat milletlerin birleşmesiyle değil emperyalist güçlerin birleşmesiyle kurulmuş bir teşkilattır. Bu teşkilatın sadece Güvenlik Konseyi’nin kararlarının bağlayıcı olması, bu konseyin de 5 daimi üyesinin bulunması ve onların veto hakkına sahip olması bunun en açık göstergesidir.

Fakat böyle uluslararası bir çatı kuruluşun kurulması küresel çapta güç ve egemenlik savaşının son bulmasını sağlayamadı. Şu var ki savaş artık cephede silahlı çatışmalarla değil dünya genelinde alan genişletme yöntemleriyle sürdürüldüğünden buna “soğuk savaş” adı verildi. Bu alan genişletme savaşında bir ipleri tutanlar bir de o iplere tutunanlar vardı.
Soğuk savaşta birinin ipine tutunmayanın diğerinin hedefi olabileceği korkusu sadece küçük devletleri ve zayıf güçleri değil neredeyse tüm dünya ülkelerini sırtını bir tarafa yaslamaya zorluyordu. İşte bu zorlama iki kutuplu bir dünyanın ortaya çıkmasına neden oldu.

Söz konusu iki kutuptan birinin çökmesi üzerine öteki, artık sahanın tamamen kendine kaldığını düşünerek “tek kutuplu dünya” teorisini ortaya attı ve bunu oturtmayı hedefleyen birtakım politikalar geliştirmeye başladı.

Ama bu teori tutmadı ve zaman içinde dünyada yeni güç merkezleri ortaya çıktı. Bugün dünya bu yeni güç merkezlerinin hakimiyet savaşlarına sahne olmaktadır.
Bu savaşlar çok farklı yöntemlerle sürdürülüyor. İçinde askeri müdahale, siyasi komplolar, müşteri kapma ve belli ortak değerler üzerinden ittifaklar ve kulüpler oluşturma gibi çok farklı uygulamalar var.

Suriye’de Baas rejiminin çökmemesi için İran ve Rusya’nın doğrudan müdahalede bulunmasının arka planında bu hakimiyet savaşını ve güç yarışını görebiliriz.
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik olarak başlattığı savaşın arka planında da bu var.

Bu hakimiyet savaşını ve güç yarışını yansıtan iki önemli gelişme de 2022’nin son ayında biri Arap dünyasına diğer Afrika kıtasına yönelik olarak gerçekleştirilen iki önemli zirveydi.
Bunlardan birincisi Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da 9 Aralık 2022 tarihinde gerçekleştirilen “Çin-Arap Ülkeleri Zirvesi”, ikincisi ise ABD’nin başkenti Vaşington’da 13-15 Aralık tarihlerinde gerçekleştirilen, yani üç gün süren ABD-Afrika Liderler Zirvesi’ydi.

Son dönemde Arap dünyasının üzerinde ABD’nin önemli bir tesirinin olduğu biliniyordu. Bu, özellikle yine Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da 21 Mayıs 2017 tarihinde gerçekleştirilen ABD-Arap İslam Zirvesi’nde o zamanki ABD Başkanı Donald Trump’ın verdiği talimatlar doğrultusunda Arap dünyasıyla İsrail işgal rejimi arasında ilişkilerin normalleştirilmesi sürecinde çok belirgin bir şekilde kendini göstermiştir.

Ancak yeni gelişmeler, ABD’nin dünya genelinde direktif verme gücünü kaybetmesi ve dengelerin değişmesinin Arap dünyasıyla ilişkilerini de etkilediğini gösteriyor. Nitekim şimdiki başkan Joe Biden’ın Ortadoğu olarak isimlendirilen bölgeye yaptığı son ziyaretinde beklediklerini elde edememesi de bunu biraz daha açık bir şekilde ortaya çıkardı.

Gelişmeleri iyi değerlendirmeye ve boşlukları doldurmaya çalışan Çin de ortaya çıkan fırsattan yararlanmakta gecikmedi. Çin’in elini uzatması bir kapının kapanması durumunda kendilerine açılacak başka bir kapının olması için alternatifler oluşturma açısından Arap dünyasının hoşuna gitti.
Çin’in Arap ülkeleriyle daha önce tabii muhtelif ikili görüşmeleri ve özellikle ekonomik alanda anlaşmaları olmuştu. Ama Arap ülkelerini bir blok halinde karşısına oturttuğu ve adına “Çin-Arap Ülkeleri Zirvesi” dediği bir toplantıyı ilk kez düzenliyordu.

ABD, Arap ülkelerine gelirken sürekli “İsrail” kartıyla geliyor ve onları siyonist işgal rejimi yararına birtakım adımlar atmaya zorluyordu. Çin açısından İsrail kartının o kadar önemi yoktu. Dolayısıyla farklı bir kartı kullanarak, İsrail zulmünün böyle sürüp gitmesinin mümkün olmadığı mesajı verdi. Gerçi Arap ülkelerindeki yönetimlerin birçoğu açısından Filistin davası artık çok öncelikli bir konu olmasa da özellikle Katar’daki Dünya Kupası’nda ortaya çıkan manzaralar halkların bu davayı önemsemeye ve öncelikli konumda görmeye devam ettiğini ortaya koyması açısından dikkat çekiciydi. Dolayısıyla Çin Cumhurbaşkanının Filistin kartını öne çıkarmasının amacı aynı zamanda halkların sempatisini kazanmak ve bölgeyle halklar tarafından da kabul gören köprüler inşa etmenin zeminini hazırlamaktı.

Çin’in girişiminin ağırlıklı olarak ekonomik işbirliği temelli olduğu düşünülse de, sonuç bildirisine “Tayvan’ın Çin’in ayrılmaz bir parçası olduğu” ifadesinin sokulması Pekin’in bu işbirliğinden birtakım siyasi çıkarları ve hesapları için de yararlanmayı ihmal etmediğini göstermesi açısından dikkat çekiciydi. Bu konudaki duyarlılık ve ekonomik işbirliğini siyasi çıkar hesaplarının aracı haline getirme çabası belki ileri aşamalarda daha fazla kendini gösterecektir.

Afrika’nın son dönemde dünyadaki tüm güç merkezlerinin hedefi ve çalışma alanı haline geldiği biliniyor.

Çin dünya genelindeki egemenlik ve güç yarışında öne geçme çabasını Afrika’ya yönelik proje ve politikalarıyla da belli ediyor. Son dönemde bu kıtada birçok ülkeyle ekonomik anlaşma imzaladı ve yatırım projelerinin ihalelerini aldı. Bu işbirliklerinden yerine göre siyasi hesaplarında da yararlanmaya çalışıyor.

Rusya askeri alandaki yatırımlarını ve birikimlerini Afrika ülkelerine takdim etmek suretiyle bu kıtadaki güç yarışında alan kapmaya çalışıyor.

Son dönemde küresel güç olma iddiasıyla öne geçmeye çalışan Hindistan da artık Afrika’yı ihmal etmiyor.

 

Devamı >>>




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —