Küresel sorun alanları

Mustafa Çağrıcı'nın Karar Gazetesindeki yeni yazısı;

Küresel sorun alanları

Epeyce bir ömür yaşadım; dini de dünyayı da okumaya, anlamaya çalıştım. (Eksiğim yanlışım olabilir ama) sonuçta şimdiye kadarki okumalarım, deneyimlerim, özellikle de takriben 150 yıldır devam eden büyük göç hareketlerinin sebepleri üzerine zihin yormalarım bana şu gerçeği öğretti:

Tarih boyunca bütün insanların hem en çok ihtiyaç duydukları hem de –anlaşılmaz bir garabetle- en çok ihlal ettikleri şeylerin başında aşağıdaki beş arayış gelmektedir. Bunlar hâlâ İslam ülkelerinde de dünyada da –bana sorarsanız büyük bir gafletle, hatta aptalca- ürettikleri güvensizlik alanlarıdır.

 

1. Can güvenliği. Normal insan tabiatının en çok korktuğu şey, kendisi ve ailesiyle birlikte bütün sevdiklerinin ve toplumunun maruz kalacağı savaş, terör, şiddet gibi hayatı yok edici olaylardır.

2. Geçim güvenliği. Birey ve toplum olarak hepimizin, hayatımızı ve canlarımızı onlarla güvenceye aldığımız kişisel ve toplumsal geçim kaynaklarımız, maddi varlıklarımız var. Ve bunların hırsızlık, yolsuzluk, yağma, sömürü gibi yollarla dâhilî ve haricî hırsızlar ve çapulcularca talan edilmesinden çok büyük korku hissederiz.

3. Adalet ve hukuk güvenliği. Eğer yanlış eğitim ve telkinlerle vicdanımız yoksullaştırılamamış, kalbimiz karartılmamışsa, kendimiz–başkası ayrımı yapmadan, her türlü bireysel ve toplumsal haksızlık, adaletsizlik ve hak eşitsizliklerinin karşısında yer alırız; gücümüz nispetinde hakkı ve adaleti koruma uğruna mücadele veririz, vermeliyiz. Çünkü bunsuz insan da Müslüman da olamayız. Özellikle günümüzde kitle iletişim araçlarıyla yayılan uydurma haberlerle meşru gösterilen bireysel haksızlıklardan uluslararası işgal ve sömürülere kadar her türlü hak gaspının vicdanımızda derin yaralar açtığını hissederiz ve her türlü haksızlık ve hukuksuzluktan nefret ederiz.

4. Onur (şeref ve haysiyet) güvenliği. Kur’ân-ı Kerîm’de de buyrulduğu gibi insan mükerrem (onurlu ve değerli) bir varlıktır. İnsanın bu varlığının; iftira, küfür gibi bireysel düzeydeki erdemsizliklerden başlayarak toplumsal ve uluslar arası düzeye kadar ırkçılık, dinî ayrımcılık, ötekileştirme, dışlama vb. şekillerdeki her çeşit aşağılama ve hakaretler tabiatımıza ters gelir, ruhumuzu acıtır; nihayet içimize nefret ve kin tohumları eker. Bu nefret ve kin tohumları ise –bilhassa bugünkü teknik enstrümanların da katkısıyla- döner dolaşır, aşağılayıp ve hakaret edenleri vurur.

5. Özgürlük güvenliği. Özgürlük bir yüktür; fakat taşımaktan onur duyduğumuz bir yüktür. Yükümlülük, sorumluluk, ahlak bir yüktür. O yüzden insan olmak başka bir canlı olmaktan daha zor olmalıdır. Bu zorluğun asıl sebebi de özgür bir varlık olarak yaratılmış olmamızdır. Sonuçta özgürlük, birçok özgür ruhların uğruna ölümü göze aldıkları en şerefli yüktür. Onun için –inancımıza göre- Yaratıcımız, kendisine inanıp inanmamakta bile bizi özgür bıraktı. Demek ki, Allah’a bağlılığımız da özgür oluşumuzdandır ve gerçekten özgür bir kimse Allah’tan başka hiçbir fani kişinin ve kurumun kulu olmaz. Birçok yönden Müslüman dünyanın yetiştirdiği en büyük düşünürlerden olan Gazâlî, insanın tüm diğer varlıklardan üstün kılan özelliklerini “bilgi, özgürlük ve güç” (el-ilm/el-ma‘rife, el-hurriyye, el-kudre) şeklinde sıralar.

Yanlış eğitim ve telkinlerle karakteri bozulmamış insan, Gazâlî’nin de dediği gibi, bilgisizlik, kölelik ve acizlikten hoşlanmaz (İhyâ, Kahire 1332, III, 281-284). Normal insan tabiatı klasik köleleştirmenin yanında, cahilliğin zihinsel esaretinden de, güçsüzlüğün maddi ve siyasi esaretinden de, yoksulluğun ekonomik esaretinden de nefret eder.

***

Bugün Filistin halkı, bu beş maddede özetlenebilecek ilkeleri uğruna olağanüstü saygın mücadeleler verirken, orada yaşanan vahşeti umursamayacak kadar mal, makam ve dünya kulu olmuş “Müslüman” liderler de, İsrail’in binlerce çocuğu katlettiğini bile bile onun katilliğine ortak olan Batılı liderler de insanlık için yüz karası olarak tarihe geçecektir. Derler ya: “Hakikatin ortaya çıkmak gibi bir huyu var.” Eğer Birileri, “Batı medeniyeti” denilen vahşetin ilkel amaçlarla ürettiği silahlarla dünyayı imha etmezse, Neron’dan Mussolini ve Hitler’e kadar hepsi Batılı olan liderler gibi şimdiki zalimleri de “Müslüman” dünya kullarını da insanlık nefretle anacak. O zaman, umarım ki, dünyamıza –insan eliyle bozulmamış saf ilâhî dinlerin de İslam’ın da ülküsü olan- ebedi barış gelecek. Bir ütopya da olsa bu küresel barış uğrunda “bilgi, özgürlük ve güç” ile donanarak mücadele (cihad) etmeye değmez mi?