24 Ocak 2025 tarihinde İstanbul Kadıköy'de, sokak kültürünün ve kayıt dışı ekonominin sembol noktalarından biri haline gelen bitpazarında yaşanan bıçaklı saldırı, yalnızca bir çocuğumuzun yaşamını yitirdiği bir adli vaka olmanın ötesinde, Türkiye'deki "kriminal çocukluk" olgusunun acı bir yansıması olarak toplumsal hafızaya kazındı.
Olayda İtalyan şef Andrea Minguzzi, Türk çellist Yasemin Akıncılar Minguzzi'nin 14 yaşındaki oğulları Mattia Ahmet Minguzzi yaşamını yitirdi; olayın failleriyle ilgili adli süreçte "suç örgütü bağlantıları" ve çocukluk dönemine ilişkin ipuçları, soruşturma sürecinde yaşanan aksaklıklar toplumda önemli bir tartışmanın fitilini ateşledi.

Çocukluk, yalnızca biyolojik bir yaş aralığından ibaret değildir; içinde yaşanılan toplumsal yapının, aile dinamiklerinin, ekonomik eşitsizliklerin ve kültürel kodların çocuk bireyin yaşamına nasıl yön verdiğini anlamak için temel bir kavramdır.
Çocukluk sosyolojisi üzerine çalışmalar yapan, dersler veren bir akademisyen olarak, 24 Ocak 2025 tarihinde Kadıköy'de yaşanan ve kamuoyunda derin bir infial yaratan bu olayın çok katmanlı bir toplumsal çözümlemeyi hak ettiğine inanıyorum.
Bu olayda, failin ve mağdurun çocuk yaşta olması, yalnızca adli bir vaka değil, çocukluk kavramının Türkiye'de nasıl kırılgan ve ihmal edilmiş bir sosyal alan haline geldiğini de gözler önüne seriyor.
Katilin bir çocuk, maktulün ise henüz hayatının baharında, 14 yaşında bir başka çocuk olması, toplumsal olarak "çocukluk" kavramını yeniden sorgulamamız gerektiğini gösteriyor.
Olayın ardından gelişen süreç ise, suça yalnızca fiziksel bir eylem olarak değil, aynı zamanda bir kültürel ve dijital dinamik olarak da yaklaşmayı gerektiriyor.
Ailenin ve mağdurun yakın çevresinin sistematik olarak sosyal medya üzerinden tehdit edilmesi, çetelerin bu cinayeti bir aidiyet ve güç gösterisi çerçevesinde sahiplenmesi ve sosyal medya algoritmalarının şiddet kültürünü adeta yeniden üreten bir zemine dönüşmesi, modern çağın suç olgusunun nasıl boyut değiştirdiğini gösteriyor.
En çarpıcı, düşündürücü ve korkutucu yönlerden biri ise, mağdur çocuğun ölümünden sonra bile bu şiddet sarmalının devam etmesi ve mezarının dahi saldırıya uğramasıdır.
Bu durum, toplumsal şiddetin yalnızca bir bireyin hayatını değil, onun anısını, kimliğini ve yasını da hedef aldığını kanıtlıyor.
Bu tablo, çocukların yalnızca bedenlerinin değil, anlam dünyalarının da toplumsal şiddete maruz kaldığını acı bir şekilde ortaya koyuyor.
Toplumsal şiddetin bu tür örnekleri, suçu bireysel bir sapma ya da ahlaki bir yetersizlik olarak görmekten çok daha fazlasını; çocukluk döneminin yapısal ihmallerle nasıl suça sürüklendiğini, dijital çağda suçun nasıl yayıldığını ve sosyal medyanın bu süreçlerde nasıl "ikinci bir suç mahalli" haline geldiğini tartışmamız gerektiğini işaret ediyor.
Çocuk faillik ve kriminal çocukluk: Toplumsal kökler
Kriminal çocukluk kavramı, bireysel ahlak ya da doğuştan gelen eğilimler çerçevesinde açıklanamayacak kadar yapısal bir meseledir.
Suça sürüklenen çocuklar genellikle; parçalanmış aile yapılarının, eğitime erişim sorunlarının, yoksulluk döngüsünün ve mahalle bazlı sosyal dışlanmanın ortasında büyüyen bireylerdir.
Kadıköy olayında da fail grubun sosyo-ekonomik geçmişi bu tanımla örtüşüyor:
- Aile ve sosyo-ekonomik arka plan: Parçalanmış ya da işlevsiz aile yapıları, çocukların bakım ve denetim yükünün sokak, arkadaş çevresi ya da informal ağlar tarafından üstlenilmesine yol açıyor. Bu durum, çocukların normatif sosyalizasyon süreçlerinden koparak "alternatif" norm ve değer sistemlerine maruz kalmasına neden olur.
- Eğitimden kopuş: Eğitim, çocukların suçtan uzaklaştırılmasında en önemli toplumsal bariyerlerden biridir. Okul, yalnızca akademik bilgi aktaran bir kurum değil; aynı zamanda sosyal kontrol, psikososyal destek ve ahlaki yönlendirme işlevi üstlenen bir toplumsal mekândır. Suça karışan çocukların büyük çoğunluğu eğitim hayatından erken yaşta kopmuş ya da koparılmıştır.
- Mahalle kültürü ve suç sosyalleşmesi: Bourdieu'nun "habitus" kavramıyla açıklanabilecek şekilde, çocukların yetiştikleri çevreler onların davranış repertuarını belirler. Şiddetin, güç gösterisinin ve kriminal davranışın "sıradanlaştığı" mahallelerde yetişen çocuklar için suç, öğrenilen ve içselleştirilen bir davranışa dönüşür.
- Tek tipleşme ve organize suç grupları: Fail ve destekçilerinin benzer saç kesimleri, şiddeti, argo ve küfürü normalleştiren söylemleri ile yasaya karşı duydukları korkusuzluk -ki bu cesaretin önemli bir kısmı yaşlarının küçük olmasından kaynaklanan cezasızlık algısına dayanır- organize bir yapının varlığına işaret ediyor. Olay sonrasında Türkiye'nin farklı bölgelerinden gelen sistematik dijital saldırılar, bu organizasyonun sadece fiziksel değil, dijital düzlemde de işlediğini gösteriyor. Faili destekleyen mesajlar, onun yalnız olmadığını vurgulayan ifadeler ve dijital platformlardaki dayanışma dili, sorunun bireysel değil çok daha yaygın ve derin toplumsal boyutlara sahip olduğunun açık göstergesidir.
Şiddetin dijitalleşmesi ve sosyal medyanın rolü
Kadıköy Bit Pazarı cinayetinde gözlemlenen bir diğer kritik boyut, suçun dijital mecralar aracılığıyla devam eden yapısal bir şiddet döngüsüne dönüşmesidir.
Suçun fiziksel bir eylemle sınırlı kalmayıp, sosyal medya platformları aracılığıyla tehdit, itibarsızlaştırma ve travma üretmeye devam etmesi, suçun modernleşen yüzünü ve şiddetin yeni türlerini açığa çıkarıyor.
Goffman'ın sahne kuramından hareketle sosyal medya burada onların "ön sahnesi" haline geldi.
Özellikle Tiktok üzerinden argo, tehdit, şiddet övgüsü ve tek tipleşmiş imaj (örneğin saç stilleri, ifadeler, beden dili) bir impression management (izlenim yönetimi) çabası olarak da okunabilir.
Topluma, özellikle kendi "mahalle" veya "çete" kültürüne ait olanlara bir mesaj veriliyor:
Biz güçlüyüz, yalnız değiliz, normları biz belirleriz.
Dijital mahalleleşme ve çeteleşme bağlamında sosyal medya platformları, fiziksel mahalle sınırlarının ötesinde sanal çeteleşmenin ve suç kimliğinin inşa edildiği yeni mekânlara dönüştü.
Kadıköy olayı sonrası fail grubun mağdur ailesine yönelik tehdit içerikli paylaşımları, bu yapının dijital alandaki bir yansımasıdır.
Artık suç yalnızca sokakta değil, ekran başında, paylaşımlar ve etkileşimler üzerinden yeniden üretilmekte; çocuklar bu şiddet kültürünün bir parçası haline getiriliyor.