“Konya ovasındaki yabani koyunların sahip olduğu haklara sahip olmak istiyoruz”
(Diyarbekir’de yaşayan hamile bir kadın)
Bu başlığı atar atmaz gelecek itiraz, muzip gülümseme, Küçümseme ve hatta kendini bilmez hakaretleri duyar gibiyim. Ama
Bu mesleğin kendine has bazı ayrıntıları ve cilveleri vardır. Bir Köpeğin bir adamı ısırması fazla bir haber değeri taşımaz. Fakat bir adamın bir köpeği ısırması flaş haber olur.
Dişi bir canlının gebe kalıp bir can doğurması gayet normal, sıradan bir hadise olarak algılanır. Ama erkek bir canlının bunu yapması kıyameti kopartır.
Veya Çayır ağasının her yarım saatte bir anırması kanıksanmış, hayvanlara özgü bir olaydır. Ama bir adamın Çayır ağasını aratmayacak şekilde ses çıkarması bir haber değeri taşır.
Biz de bundan yola çıkarak yetkililere sesimizi duyurmak, meramımızı anlatmak adına böylesi bir başlık seçtik. Dileğimiz odur ki, attığımız bu başlık, başımıza taş, ceza veya hakaret olarak geri dönmez.
Malum dünyanın türlü halleri, her ülkenin veya memleketin kendine özgü kabulleri vardır. Bazı ülke ve toplumlarda çok şey serbesttir. Bazılarında ise tam tersine hemen her şey yasak ve ceza kapsamında ele alınır veya bütünüyle kendilerine özgü yasak ve serbestileri vardır.
Mesela taşları bağlayıp azgın köpekleri etrafa salmak, kimin aklına gelir? Veya şu eski doğu bloku Demirperde ülkeleri fıkrası bize neleri çağrıştırıyor acaba? Fıkra bu ya;
Bolşevik İhtilalı’nın yeni olduğu dönemlerde üç Rus, Moskova’nın meşhur Kremlin Hapishanesi’ne düşerler. Adettenmiş, hapse düşenler ilkin buraya neden düştün, sorusuyla hal-hatır faslına geçerlermiş. Birincisine sorarlar:
– Buraya neden düştün yoldaş?
Cevap:
– Sormayın yoldaş, ben devrim liderimiz Büyük Yoldaş Sevgili Lenin’in aleyhinde konuştum. Tutukladılar.
İkincisine sorarlar:
– Sen buraya niye düştün?
– Sormayın yoldaş, ben de devrim liderimiz Büyük Yoldaş Lenin’in lehinde konuştum. Onun için buradayım.
Üçüncüsüne sorarlar:
– Sen neden buradasın?
– Sormayın yoldaşlar. Ben de lehinde ve aleyhinde konuşulan yoldaşınız Lenin’in ta kendisiyim. Sosyalizmi yanlış anlamaktan ve Komünist Devrim pratiklerine ihanetten buradayım.
Şimdi bu elbette sadece küçük bir fıkra. Muhtemelen üretilmiş de olabilir. Ama işin özü, özgür düşünebilen insanlar için verdiği mesaj önemlidir.
Asıl konumuz bu değil. Konumuz şu anda şehrin tam göbeğinde kalarak hizmet veren Diyarbekir Sivil ve Askeri Havaalanı’nın şehirde yarattığı, canlı biyolojisi ve insan psikolojisinin eşiklerini aşan, Savaş uçaklarının çıkardığı tahripkar gürültü, Ses kirliliği ve asıl korkunç olanı ise, şehre yaşattığı korku ve tehlikedir.
Diyarbekir şehir merkezine 6 Km. uzaklıkta bulunan Diyarbekir Havaalanı 1952 yılında yapılmış olup iç hat ve dış hat bağlantılarında sivil ve askeri uçuşlara birlikte hizmet vermektedir.
Havaalanı, yoğun uçuşlardan ve hava muhalefetinden dolayı zaman zaman ciddi tehlikelere sahne oluyor. 8 Ocak 2003 – İstanbul-Diyarbekir seferini yapan, THY”nin RC-100 Tipi uçağı Diyarbekir’e inişi sırasında düştü. Kazada 74 kişi öldü, 3 kişi yaralı olarak kurtuldu.
Bu bilgileri Google’dan aldık.1952’de Diyarbekir’in nüfusu muhtemelen 250 veya 300 bin kişi civarı idi. Ve Havaalanı Surlara sadece 6 Km. uzaklıktadır. Çünkü o zamanlar şehir, sadece surların içinden ibaretti. Ve şu anki Hava alanının yeri, etrafı üzüm bağları ile çevrili imiş, onun için bulunduğu ilçenin adı Bağlar’dır.
Diyarbekir’i görenler ya da burada yaşayanlar daha iyi bilirler. Şehir, yüz ölçümü olarak surların dışına taşarak kuzey-güney, doğu-batı yönlerinde ortalama 20 km’lik bir genişleme yaşamış durumda. Ve bu havaalanından uçmak isteyen şehrin nüfusu; ilçe ve köylerle beraber 1,5 ile 2. milyon arasında değişiyor. Buna çevre illerdeki nüfusun Diyarbekir’le olan yaşamsal bağlarını eklersek, bir de bütün bunların üstüne esas sıkıntı, gürültü ve korkunun ana kaynağı askeri hava alanındaki,canlıların biyolojik ve psikolojik eşiklerini aşan ses gürültüsü ve tahrib gücü çok yüksek bomba ve askeri mühimat yüklü Savaş Uçaklarının yarattığı tehlikeyi eklersek,sanırım konu çok daha net anlaşılır.
Google’dan Diyarbekir haritasına bakıldığında havaalanı şehrin göbeğinde kaybolmuş küçük bir nokta gibi görünüyor. Diyarbekir’deki havaalanı konusu, bir çeşit yılan hikâyesini andıran çok netameli bir meseleye dönüşmüş. Buradaki vatandaşların yaşadığı tehlike ve sıkıntıları anlamayan veya anlamak istemeyenler, Topu sürekli taca atarak, sorunu çözdüğü yanılgısında olanlar, bu talebin altında hep art niyetli komplo teorileri ararlar, asılsız iftiralar üretirler. Konuyla aslı astarı olmayan tezlerle olayı bağlamından koparmaya çalışırlar. Yok, efendim, uçaklar kıskanılıyormuş, yok gelişmek istemeyen ırkçı dürtülerle olaya bakılıp hareket ediliyormuş.
Bütün toplumlarda yanlış düşünen insanlar olabilir. Ama toplumun çoğunluğu yanlışlığı tescilli bir konuyu çok nadiren sahiplenir. Biz hava alanına yakın semtlerde oturanlar olarak, günün veya gecenin hiç beklemediğimiz bir an ve saatinde, bir deprem oldu veya üstümüze uçak düştü korkusuyla nasıl bir gürültüyle yatağımızdan fırlayıp uyandığımızı. Bazen de, korkudan tir tir titreyip bize sarılan çocuklarımızın başını kucağımıza bastırıp kulaklarını nasıl kapattığımızı, ancak biz biliriz ve bir de bizi duyan merhamet sahibi yüce Allah bilir.
Bu bütünüyle fıtri ve son derece insani bir durum. Bu halde olan her kesin yaşadığı veya yaşayabileceği bir hal. Bunun altında başka şeyler aramak hem insani, hem de ahlâki değil diye düşünüyoruz.
Hem bizim, şehir sakinleri olarak bu memlekette, bu şehirde hava alanı olmasın, şeklinde bir talebimiz yok ki. Gelişmiş bütün şehirlerde olduğu gibi, mevcut hava alanları şehrin dışına, uzağına çıkarılmış, bizimkisi de böyle olsun istiyoruz.
Böylece şehrin ekonomisine artı bir değer kazanılmış olur. İnsanlar, çocuklar, hamile kadınlar, bütün bir şehir, korkulardan emin, psikolojileri düzgün, ağır gürültüden uzak bir şekilde yaşamlarını sürdürmüş olurlar.
Bu bağlamda iç Anadolu’da yaşayıp burada işi gereği yaşayan doktor bir arkadaşım geçenlerde bu konuyla ilgili olarak bana çok ilginç şeyler anlattı… Bunu herkesle, özellikle yetkililerle paylaşmak istiyorum.
– Çok yakın zamanlarda Diyarbekir’e yeni yerleşmiş bir arkadaşının çocuğunun, kalkan jetlerin gürültüsünden geçici bir sağırlık yaşadığını ve eşinin psikolojisinin bozulduğunu belirtti.
– Ayrıca benim ilk defa duyduğum, daha ilginç olan anlatımı da şu oldu: Malumunuz, Konya ovasının dağlık kesimlerinde yabani koyunlar yaşıyor. Konya Ana Jet Üssü bu dağlara yakındır. Genel Kurmayın emriyle, Hava kuvvetleri Komutanlığı, Bu koyunların çiftleşme ve hamilelik dönemlerinde, eğitim uçuşları ve alçak irtifa uçuşlarına ara verir. Ta ki, bu koyunlar kuzulana kadar. Amaç bu hayvanlar sağlıklı bir şekilde üremelerini gerçekleştirsin. Dileyen genelkurmayın sitesinden bu bilgiyi alabilirler, dedi.
Doğrusu benim böyle bir araştırma yapma imkânım olmadı. Ama büyük bir ihtimalle kesin ve doğru bir bilgidir. Çünkü herkes kendi memleketini daha iyi tanır.
Daha önceleri de Diyarbekir havaalanının yerinin değiştirilmesi ile ilgili pek çok şey okumuştum yerel basında. Ancak beni bu yazıyı yazmaya iten esas sebep bu arkadaşın paylaşmış olduğu bu bilgilerdir. Bunu bir slogana dönüştürerek sözü noktalıyoruz. Bunun üzerine fazla bir şey eklemek istemiyorum. Sanırım başlığımız ve meramımız anlaşılmıştır.
“Konya Ovasındaki Yabani Koyunların sahip olduğu haklara sahip olmak istiyoruz”
(Diyarbekir’de yaşayan hamile bir kadın)
Herkese huzur ve güven dolu günler dilek ve özlemimle.
01 Mart 2012 Perşembe
( Sedat Doğan / büyükler için k a r t k u r t k ü r t m a s a l l a r ı. Shf.295-298)
Bu yazının üzerinden 13 yıl geçmiş. Muhtemelen bunun bir 20 yıl da evveli vardır…
Son günlerde Savaş Uçaklarının o korkunç ses ve gürültülerinde ciddi bir artış söz konusu. Ve şu son aylarda ortaya saçılan onca Kürt meselesinin kalıcı çözümü, barış ve kardeşlik mavralarına karşın, hem Batı yakasında hem de bu şehrin hayata. esenliğe ve huzura dair havasında değişen hiç bir şey yok.
Kaynak: farklı bakış