Konuşan Kuran Hz. Ali....

Cevdet Işık, Ramazan Deveci’nin Çıra Yayınları’ndan çıkan “Konuşan “Kur’an Hz.Ali” adlı eserini değerlendirdi.

Konuşan Kuran Hz. Ali....

Ramazan Deveci’nin Çıra Yayınları’ndan, 2020’nin Mayıs ayında çıkan kitabının adı, “Konuşan Kur’an Hz.Ali” adını taşıyor. 

Şahsen, çoğu zaman okuyacağım kitabı okumadan önce, zihnimde kitapla ilgili bazı önyargılar oluşur. 

Genellikle önyargıları oluşturan sebeplere baktığımız zaman, birden fazla sebeple karşılaşırız. 

Şayet kitapla ilgili yapılmış sözlü veya yazılı bir değerlendirme varsa, bu, ister istemez insanı bir önyargıyla karşı karşıya getirir. 

Kitabın yazarına ait okunmuş herhangi bir kitap da insanda önyargı oluşturan başka bir sebeptir. 
Bunlar dışında kitabın türü de yine önyargı için uygun bir sebep olarak görülebilir. Bütün önyargıların ötesinde, aslında insanın kitap okuması, insanın bir arayış başlatması, bir arayış içine girmesidir. Her kitap gezilmemiş bir coğrafya gibidir. İnsan okudukça ya bilindik ya da bilinmedik bir coğrafyada olduğunu fark eder. Bu da söz konusu kitaptaki bilgilere olan aşinalıkla ilgili bir durumdur.

Ben de Ramazan Deveci ’nin kitabını elime ilk aldığımda, gerek Hz. Ali’ye olan aşinalığım ve gerekse de, piyasada yazılmış kitapların sahip olduğu yaklaşım tarzı benim için birçok önyargının havada uçuşması anlamına gelmekte idi. 

Yani kendi kendime dedim ki, acaba bu kitap da birçok örneği bulunan, Hz. Ali ile ilgili olağanüstülüklerin yazıldığı bir kitap mıdır? Yoksa Müslümanların siyasal tarihinde, halen kapanmamış derin bir yarılmanın sebebi olan çekişmelerin duygusal bir anlatımı mıdır? 

Bütün ihtimaller içinde olmasını istediğim ise bir prototip olarak Hz. Ali’nin, tarih felsefesi bağlamında ele alınarak, günümüz dünyası için –özellikle Müslümanların dünyası için- alternatif bir bakış, bir yol, bir değer olarak sunulmasıydı. 

Söz buraya gelmişken cevap olarak şunu söyleyeyim: Evet, bu kitabın, sözünü ettiğim türlerin dışında bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Nostaljik bir hikâyenin anlatımı yapılmıyor.

Vahiyle şahsiyet bulmuş Hz. Ali’nin hayatındaki evrensel hakikatlerin bireysel ve toplumsal düzlemde ifadesine yer veriliyor. Bu, günümüz dünyası Müslümanlarının içine düştükleri çıkmazdan kurtulmaları için son derece önemlidir.  

Tek cümle ile söylenmek istenen, Hz. Ali örnekliğinin bizim için bir çözüm seçeneği olduğudur ki, işin bizce bütün özeti bundan ibarettir.

Bu yaklaşımından dolayı yazarı tebrik ediyorum. Aksi takdirde kitap, benzerlerinde de çokça bulunduğu üzere, dramatik sahnelerin mitik bir tekrarından öteye geçmeyecekti. 

Onun için diyorum ki bu kitap, okunmayı hak eden bir kitaptır. Buradan hemen şunu söyleme mecburiyeti de kendiliğinden oluşuyor: Okunmayı hak etmeyen kitaplar da vardır.

Kitaptaki ana temanın, kitabın adında ifadesini bulan “konuşma”, “Kur’an” ve “Hz. Ali” üzerinden ele alındığını söyleyebiliriz. 

İnsan tabiatı gereği (tab’an), konuşan bir varlıktır. Aslında her varlığın kendi tabiatıyla konuştuğunu da söyleyebiliriz. 

Aklı ve iradesi olmayan varlıkların konuşması, sadece fıtri yapısının (varoluş hakikatinin) gereğini icra etmek şeklinde olmaktadır. 
İnsan ise akıl ve irade sahibi olduğu için, yaptığı konuşma kelimeler üzerinden ve bir amaç güdülerek yapılmaktadır. Bir amaç için yapılan her ne varsa (düşünce/söz/eylem), doğal olarak bir anlama da sahip olacaktır. 

Her anlamla birlikte insan bir yük altına girmiş olur. Yük yükümlülüğü, yükümlülük ağırlığı ve ağırlık ise beraberinde zahmeti getirir. Onun için insanın konuşması diğer varlıkların konuşmasından farklı olmaktadır.

Dolayısıyla her varlığın kendine özgü bir dilinden de söz etmiş olmaktayız.
Kur’an, insan için, insana uygun ve insana yapılmış bir hitaptır. Her hitap aynı zamanda bir konuşma olmaktadır. Kur’an insanla, insan da dışındakilerle konuşur. 

Yapılan konuşmaların ana sermayesi ise kelimelerdir. İnsan, kelimeleri ‘oku’mak suretiyle kelimelerin anlamına varır. İnsan kelimelerin anlamına varınca işi bitmiyor, işi başlıyor. İnsanın işi, insanın hayatıdır. 

Anlamına varmak, bir bakıma yapılan bir şeyin, sonuç itibariyle ne olacağını bilmeyi de kapsamaktadır. Bu, insanı tercihte bulunmaya iten temel dinamik olmaktadır. 

Onun için Kur’an’ın “oku” emrinin temel özelliği, anlamına varmak şeklindeki bir süreçten ibaret olmaktadır. Anlamına varılmadan yapılan bütün Kur’an okumaları, gerçekte Kur’an okumaları olmamaktadır. 
“Kıraat” derken de sadece sözün seslendirilmesi değil, sözün içerik ve kapsamıyla ne demek istediğini bilerek okumaktır. 

Böylece insanın konuşmasının anlamla, amaçla ve bilinçle ilgisini dikkatten kaçırmamak gerektiğini belirtmiş olmaktayız. 

Hz. Ali’nin hayat, Kur’an ve konuşma ilişkisi tümüyle anlam ve bilinç eksenliydi. Bu da olması gerekenin olmasında dik durmayı beraberinde getiriyordu.

Bu tespit doğrultusunda Hz. Ali’nin, muhatap olduğu zamanın Müslüman muhataplarından –özellikle de Haricilerden- çektiğini, herhalde tarihte hiç kimse çekmemiştir. 

Çünkü hile olanı işaret ediyor, kimse dinlemiyor (mushafın, mızrakların ucuna takılması). Hakem olarak seçtiği kişi kabul görmüyor. (Malik Eşter yerine, Ebu Musa Eş’ari’nin seçilmesi) Hileyi haber verdiği halde, hileyi kabul etmekle suçlanıyor. 

Bütün bunlar kendisini halife olarak seçenler tarafından yapılıyor. Nereden bakarsak bakalım, içinden çıkılamayan çelişkiler yumağıyla insan karşılaşıyor. 

Bu çelişkiler yumağının sebebini bilmek, bizim için önemlidir. Çünkü onlar yaptıklarını yaptılar ve kendi hesaplarıyla gittiler. Önemli olan bizim de benzer durumlara düşmememizdir. Kanaatimce bütün bunların sebebi yapılan okuma ve konuşmaların anlamına varılamamasıdır. Bu sorun bugün tabir caizse pik yapmıştır.

Bu kitaptaki gerçek özne/fail Hz. Ali’dir. Şayet bizler Hz. Ali’nin yaşadıklarından gereken dersleri almazsak, benzer sorunları daha üst düzeyde ve daha dramatik bir şekilde yaşamak zorunda kalırız.

Hz. Ali’nin hayatı, gerçekten Müslümanlar için hayati öneme sahip derslerin/ibretlerin olduğu bir mektep gibidir. Bu mektebi, bütün Müslümanların detaylı bir şekilde okuması gerekir. 
Yapılacak böylesi bir okumayla, tabir caizse Hz. Ali’nin rahle-i tedrisinden geçilmiş olunur. 
Elbette başta Peygamber Efendimiz olmak üzere bütün değerli şahsiyetlerin hayat mücadelesinin okunması, daha güzel bir hayat için gerekli derslerin alınması adına elzemdir. 

Bunun için de yapılacak okumalar düşünsel bir nazarla yapılmalıdır. Düşünsel nazarla okuma yapmak demek, sebeplerin, süreçlerin ve sonuçların nicelik, nitelik ve ahlaki dinamikleriyle ele alınması demektir. 

“Konuşan Kur’an Hz. Ali” kitabı, Hz. Ali’nin özellikle vahdet ve adalet hassasiyeti temel alınarak yazılmış bir kitaptır. 

Bugün yeryüzünde bulunan bütün Müslümanların en temel sorununu vahdet ve adalet oluşturmaktadır. 

Kitap, vahdet ve adalet dışında bir yaklaşım tarzı diyebileceğimiz maslahata da nasıl yaklaşılması gerektiğiyle ilgili olarak, Hz. Ali’nin hayatı bağlamında tespitlerde bulunmaktadır. 

Yazar, kitabın önsözünde, kitap okunduğunda Hz. Ali’nin vahdet ve adalet hassasiyetine tanık olunacağını belirtmektedir. 

Bu hassasiyetin Müslümanlar tarafından anlaşılmadığını dile getiriyor ki, bu tespitinde yüzde yüz haklıdır. 

Kitabın yazılış amaçlarından birisinin de söz konusu hususlarda okuyucuya Hz. Ali örnekliğini anlatmak olarak izah ediyor. 

Bence de biz Müslümanların en büyük sorununu vahdet ve adalet oluşturuyor. Tabi vahdet ve adaletten önce bilincine varılması gereken tevhidin nitelik haline geldiği Müslümanca bir şahsiyet sorununun olduğunu da unutmamak gerekir.

Ben bir kenara çekilip okuyucuyu kitaptaki bazı mesajlarla baş başa bırakmak istiyorum:

“Bin kez zulme uğrasan da bir kez zulüm yapma.” (s.13)

“Hilafeti döneminde yakınlarına ayrıcalık yapmayan Hz. Ali, kendisine ihanet ve hakaret edenlerden, alaya alanlardan, iftira edenlerden bir tekinin bile maaşını kesmemişti.” (s.13)

“ ‘Bu âlemde insana eziyet veren onun yalnızlığıdır’ der Ali Şeriati. Ebu Zer’e ‘yalnızlık zor değil mi’ dediklerinde ‘insanlar daha zor’ demişti. Ebu Zer yalnızlığı tercih etmişti. Ali’nin yalnızlığı ise tercih ettiği bir yalnızlık değildi.

Ali, Peygamberimizin vefatından sonra, sevgili eşi Hz. Fatıma da vefat edince kendini yalnız hissetmişti. Etrafında binlerce dostu varken de Ali yalnızdı. Çünkü insanlar Ali’yi ve Ali’nin adalet anlayışını anlayamamışlardı.” (s.39)

“Adalet konusunda maslahatçı olmayan Hz. Ali vahdet konusunda maslahatçıydı.” (s.83)

“O hiçbir dönemde fırsatçılık yapmamış, yönetim zafiyeti oluşsun da ben halife olayım diye düşünmemiştir. O sizin dünyanızın, sizin dünyevi saltanatınızın benim gözümde ‘bir keçinin aksırığı kadar bile bir değeri yok’ demiştir.

Hz. Ali’nin bu tavırlarının, yöneticilik konusunu put haline getiren, Müslümanlar arasında tefrika nedeni kılan bizlere çok şey öğretmesi gerekiyor. Hz. Ali’nin vahdet konusundaki hassasiyeti, siyasi bir tavır değil; imani İslami bir tavırdır. O Müslümanların vahdetini, birliğini her maslahatın üzerinde tutuyordu.” (s.107)

“Allah’a yemin olsun ki bu ayakkabı bana sizlere baş olmaktan daha sevimlidir. Sadece bir hakkı ikame edeyim veya bir batılı yok edeyim diye sizlere halife olmayı kabul ettim.” (s.114)

“Maslahat adına, insanların mallarına el konuldu, düşüncelerinden dolayı insanlar işten atıldı, ekmeğinden edildi ama haksızlıklara adalet adına karşı çıkılmadı. Çünkü devletin ya da yöneticilerin maslahatı her zaman adaletin üzerinde görüldü.” (s.153)

Kitaptan aktardığım şu birkaç cümleyle yetinmemenizi ve kitabın tamamını okumanızı tavsiye ederim. 

Rabbim bizleri Hz. Ali’nin hassasiyetleriyle bilinçlenmiş hayırlı Müslüman bir topluluğun işçileri, emekçileri ve müminleri olarak hayat sürmeyi nasip etsin.

 

Kaynak: krangazetesi.com