Komplo Teorisi Üzerine Mülahazalar

Yazarımız Nizamettin Yılmaz'ın, Özgün İrade Dergisi 2020 Mart((191.) Sayısında yayımlanan yazısı...

Komplo Teorisi Üzerine Mülahazalar

GİRİŞ:

Komplo teorisi üzerine yazı yazmamın nedeni iki internet sitesinde yayınlanan iki yazıdır. Bu iki yazıdan birincisi, İranlı (aslen Azeri ) genç bir yazar olan Hüsamettin Ferzizade’nin http://www.academia.edu sitesinde yayınlanan “İslam’dan İslam’a” adlı makalesi, ikinci makale ise, internet ortamında Türkçe olarak yayın yapan bir haber sitesinde İmam Humeyni ile ilgili mesnetsiz ve hakaretamiz ifadelerin kullanıldığı bir makaledir.

Bu her iki makalenin kritiğini yapmak niyetinde değilim. Amacım komplo teorilerinin çıkış nedenleri üzerinde durarak bizden neler alıp götürdüğüyle ilgili değerlendirmede bulunmaktır.

Komplo teorisinin tanımını vererek asıl amacı ve komplo teoricileri (komplo teorisyenleri) bu teorileri ile neleri amaçladıkları ve oluşturdukları tahribatlara değinip bunlara karşı alınması gereken önlemler üzerinde yazıyı tamamlamaya çalışacağız inşallah.

TANIM: Komplo Teorisi, kamuoyu tarafından belli bir şekilde algılanmış herhangi bir olay hakkında geliştirilmiş, kamuoyundan saklandığı iddia edilen bilgi ve belgelerle gizli bilgilere ulaşmak için ortaya atılan bir savdır.

Yukarıda tanımı verilen komplo teorisi, adından da anlaşıldığı üzere komplo ve iddia üzerine kuruludur. Keza, komplo teorisinin tanımı dikkatlice incelendiğinde, aslında tek başına bile amacını ve niyetini ortaya koymaya yetiyor. Şöyle ki, tanımda geçen şu cümle calib-i dikkattir:

Herhangi bir olay hakkında saklandığı iddia edilen bu cümledeki” iddia” kelimesi bile komplo teorilerinin gerçek üzerine değil iddialar üzerine kurulu olduğunu gösterir. “İddialar” ise mutlak doğrular olarak kabul edilemez. Gelelim komplo teorisinin “komplo” sözcüğüne komplo; bir kimse, varlık veya topluluk aleyhinde alınan gizli karar, aynı şekilde gizli olarak yürütülen plan ve suikasttir.(1) Demek ki, komplo teorilerinin mayasını aleyhte karar alma, gerçekler yerine gerçeklere dayanmayan bilgi veya belgelerle zihinleri iğdiş etme oluşturur. Keza, komplo teorilerinde en ağırlıklı ve altı çizilmesi gereken sözcük “iddia” sözcüğüdür, iddiaların ise genel geçer bir tutarlılığı ve güvenilirliği yoktur. Zira komplo teorileri ekseriyetle yalan ve iftira üzerine kuruludur.

Komplo teorilerinde madem ki iddialar söz konusudur; o halde bu iddiaları ortaya atan müddeilerin (komplo teorisyenlerinin) iddialarını ispatlamaları ve delilleri ile kanıtlamaları gerekmez mi? Nasreddin Hoca’nın “ben yaptım oldu” sözünde olduğu gibi “ben dedim oldu” demekle olmuyor bu işler. Bu işler (iddialar, savlar) ciddi işlerdir ispatı gerekir, delil ve belge ister. İddia edilen şeylerin sırf ezberler bozulsun diye (ezber bozmak deyimi son dönemlerde moda oldu) yapılıyorsa bunun arkasında durulması gerekir. Hukuk literatüründe meşhur bir kaide vardır: müddei, iddiasını ispatlamak zorundadır, aksi takdirde müfteri ve yalancıdır.

İşte yukarıdaki bu hukuk kaidesinden de anlaşıldığı üzere müddei iddiasını/ komplo teorisini sahih bilgi ve belgelerle kanıtlamadığı müddetçe bütün bir toplum hatta tüm insanlar nezdinde müfteri ve yalancı konumuna düşebilir. Her sözün bir ağırlığı vardır ve o sözün arkasında durulmadığı zaman altında kalır iddia sahibi(komplocu).

Ortaya bir laf (komplo teorisi)atılmışsa arkasından da üç maymun oynanmayacak. Ya da bir kuyuya bir taş atılmışsa o kuyudan o taşı başkası değil, taşı atan çıkaracaktır.

Şimdi, komplo teorilerinin ne tür misyonlar yüklendiği ve nasıl etkiler(tahribat) yaptığı üzerinde bir seyre çıkalım: Komplo teorileri, şimdiki adıyla olmasa da değişik isim ve sembollerle kadim zamanlardan beri varlığını /etkisini sürdürmektedir: Kimi zaman iftiralarla, kimi zaman dedikodularla, kimi zaman manipülasyonlarla, kimi zaman asparagas sözlerle/haberlerle, kimi zaman yaftalama ve karalamalarla, kimi zaman İllümünati ve Kabalacılıkla kimi zaman da algı operasyonlarıyla… Uğradığı ve bulaştığı her kesi(mi) etkisi altına almaktadır maalesef.
Komplo teorileri tıpkı bir atom bombası gibidir. Atom bombası bir yere düştüğünde orayı nasıl tahrip edip yerle yeksan ediyorsa komplo teorisyenleri(teoricileri demek daha doğru olur) de ortaya attıkları saçma sapan, delilsiz, mesnetsiz iddia ve yalanlarıyla tüm bir cemaatin, toplumun, hatta ümmetin ütopyalarıyla(her şey bir hayalle başlar çünkü)oynamakta ve geleceklerini mahvetmektedirler.

Komploculuk, küresel şer güçlerini(özellikle ABD’yi)her dem bir üst akıl kimliğiyle tanımlayarak/kabul ederek Kadir-i Mutlak olan yüce Rabbimizin gücünü devre dışı bırakma girişimidir. Bu da kişinin aşağılık kompleksine girmesine ve kendine olan güvenini yitirmesine neden olmaktadır. Bilerek ya da bilmeyerek Allah’a rağmen başka rağmenler(üst akıllar) ihdas edenler şirk içinde olup büyük bir zulüm işlemektedirler, zira “Şirk büyük bir zulümdür”

Komploculuk, herkeste ve her şeyde bir bit yeniği arama girişimidir. Bunu, eleştirel düşünce ile karıştırmamalı. Zira komploculuk bir hastalıklı hal olup tedavisi zordur. Evet komploculuk marazı, başta ABD olmak üzere küresel Şeytani güçlere sonsuz(!)güç atfetmektir. Komplocu müstekbirler kendilerinde vehmettikleri bu sonsuz(!)güçle herkesi/her kesimi etkileyerek onlarda bir korku imparatorluğu(psikoloji) yaratmaktadırlar.

Canı sıkılan, başı derde giren herkes bu illete(komplo teorisi) başvurmaktadır. Adeta her derde deva bir aspirin ve her kapıyı açan bir maymuncuk gibi… Eskiden olduğu gibi bugün de suistimali yaygın olan komplo teoriciliği-ki maalesef, Müslümanlar da bu illete kapıldılar-herkesin birbirlerine bilerek bilmeyerek karşı kullandığı bir silaha dönüştü. Silah ki ne silah!.. Ne yapıyorlar bu silahla? Tabii ki birbirlerini mağdur ve mahkum ederek tüm eylem ve söylemlerini akim bırakmaya çalışıyorlar.

Özellikle soğuk savaş dönemlerinde bloklar arası (Doğu-Batı bloğu) çatışmalarda/anlaşmazlıklarda sıkça başvuruluyordu bu komplo/culuk yöntemine. 1990’lara kadar Batı bloğunun başını çektiği büyük kapitalist ABD ile Doğu bloğunun temsilcisi komünist SSCB birbirlerine psikolojik üstünlük sağlamak için bu silahı (komplo teorisi) koz olarak kullandılar ve başardılar da. Bazen Batı bloğu bazen Doğu bloğu galip geldi bu psikolojik savaştan.

Tabi ki sadece Batı ve Doğu bloğu arasında geçmedi bu komplo savaşları. Bu iki blok daha sonra,”küfür tek millettir “saikiyle, danışıklı döğüşü bırakıp bu acımasız silahı (Komploculuk) Müslüman toplumlara ve coğrafyalara çevirdi. Özellikle büyük şeytan ABD ve tüm istikbar ve şer güçleri, rakip ve düşman gördükleri ülkeleri, kara listeye alarak ülkeleri, coğrafyaları, cemaatleri, cemiyetleri ve bilhassa İslami hareketleri tasfiye ve mahkum etmek için her türlü gayrı meşru yöntemlere başvurdular. Hem de “hedefe giden her yol mubahtır” mantığıyla… Bu gayrı meşru yöntemlerin başında da komplo teorileriyle yaftalama/karalama yöntemi gelmektedir.

Ne mi oluyor bu yöntemle? Ne olmuyor ki?.. Bu kirli yöntemle ülkeler ülkelere, cemaatler cemaatlere, cemiyetler cemiyetlere, hatta aynı aileden fertler ve aynı dinin mensupları birbirlerine düşman kılındılar/kılmaktadırlar. Komplocu müstekbirler, bu yöntemleriyle amaç ve hedeflerine adım adım ulaşırken, bize içten içe gülmektedirler. Bizler ise bu acınası durumun farkında olamıyoruz maalesef!

Yukarıda da değindiğim gibi komploculuk marazına, sadece birbirine düşman(!)iki blok yakalanmadı, Müslüman camia da yakalandı maalesef! Hem de bu marazdan payını kat be kat alarak… Öyle ki Müslümanlar olarak birbirimizin en küçük başarısını bile kıskanır olduk ve bu başarıların altında ya bir bit yeniği aradık ya da karalama kampanyası yürüterek itibarsızlaştırdık birbirimizi. Peki, bu paranoyaklığa sadece fertler mi kurban gidiyor? Hayır, İslami cemaatler ve İslami hareketler de kurban gidiyor. Hatta ümmetin birliği ve dirliğine kastedilerek işletiliyor bu mekanizma. Oysa ki ister fert, ister grup, ister cemaat, isterse İslami hareketler(de) olsun; derinlemesine araştırmadan, incelemeden, tahkiki yapılmadan ortaya atılan her iddianın, söylenen her sözün doğru olduğunu kabul etmek ve de bu söz ve iddialardan dolayı yapılan her değerlendirmenin kadük kalacağının ve sağlıksız neticeler doğuracağının bilinmesi gerekmez mi? Bu bakış(her şeye komplocu yaklaşma) açısı öyle çarpık ve sapkın bir bakış açısıdır ki eğer, hadiselere akl-ı selimle ve vicdani retle yaklaşılmazsa bu zaviyeden bakma hastalığına yakalanabilir insan her an. Bu hastalık(komplo şüpheciliği))herhangi birine bulaşmaya görsün; artık o kimse rahatlıkla karşısındakini “Kafir, müşrik, münafık, Yahudi, Sabetaist, Mason, ajan, hain, kökü dışarıda vb.” hükümlerle mahkum edip damgalayabilir. Zira komploculuk(komplo teorisyenleri/teoricileri bunu kabullenmeseler de bu gerçektir)öyle bir hastalıktır ki aynı zamanda bulaşıcıdır. Bulaşıcı olduğu kadar, fitnedir de. Malum olduğu üzere fitnenin ise, öldürmekten daha ekber(büyük günah) olduğunu söylüyor aziz kitabımız.

O halde komplo ağababalarının içimize düşürdüğü fitne(şüphe)tohumuyla mezhep ve etnik kışkırtıcılığına çanak tutarak onların ekmeğine yağ sürdüğümüzün ve değirmenlerine su taşıdığımızın idrakinde ve şuurunda olmamız icap etmez mi? Öyle ki artık kimse kimseyi ne dinliyor, ne anlıyor ne de anlamak istiyor. Çünkü basiret ve ferasetleri körelmiş, izan, insaf ve vicdanları dumura uğramıştır. Tek cümleyle, tam bir akıl tutulması… Biz Müslümanların gerek ferden, gerek cem’an silkinmemiz, ölü toprağını üzerimizden atmamız ve bu cendereden bir an önce kurtulmamız gerekir. Birbirimizi uçurumun kenarından kurtarmamız gerekirken birbirimizi “Şii, Sünni, Türk. Kürt, şucu, bucu vb.” argümanlarla ayrıştırarak uçurumun kenarına itiyoruz, hatta uçurumdan aşağı yuvarlıyoruz. Bunun da bize değil düşmanlarımıza yaradığının bilinmesi gerekmez mi ve tüm bunları, kardeşler olarak birbirimizin kuyusunu kazarak “kal-u kill”lerle yapmadık mı? Böyle davranmakla birbirimize ne kadar zulüm ettiğimizin farkında mıyız? Kardeşlerimize pervasızca bu dedikodularla saldırırken, bu komploculuk fitnesinin bani ve sahiplerinin her dediklerini, sıhhatli ve dakik incelemeden, filtreden geçirmeden kabul etme ihanet ve gafletinde bulunmadık mı? Bu komplocu ağaların deniz diye, okyanus diye gösterdikleri sığ sularına balıklama atlamadık mı? (Sığ sulara balıklama atlama bazen beyin travmalarına yol açabilir.)

Küresel komplocu teorisyenlerin, şeytani emellerine ulaşmak için her türlü hile ve desiseye tevessül ve temessük ettiklerini biliyoruz. Biliyoruz da bu küresel komploculara bilerek ya da bilmeyerek alet olan yerli komploculara ne demeli peki?

Global güçlerin teorilerini üzerlerine ihale eden bizim yerli komplocular(komplo teoricileri)şunu iyi bilsinler ki şurada burada, görsel ve işitsel medyada, global ağababalarına söylem ve eylemleriyle destek çıkanlar, her dediklerine kulak kesilenler, müstekbir efendilerinin değirmenlerine su taşıyorlar demektir.

Aslında azıcık düşündüğümüzde, başımıza gelenlerin komplo ağalarının içimize bir salgın virüs gibi bulaştırdığı “şüphecilik” sendromundan kaynaklandığını görür ve anlarız.

Şu ana kadar komplo teorileriyle ilgili belki onlarca, yüzlerce kitap bir o kadar da makale yazıldı; ama bu teorilerin çıkışı, amacı/hedefi ve sonuçları üzerinde durulmadı, sanki çok masummuş gibi lanse edilmeye çalışıldı, komplo güzellemeleri yapıldı. Dolayısıyla herkes, bu zanna(teorilerin olumlu ve salt bir zihin eksersizi olduğu) kapılınca öteki görünmez oldu. Oysa ki asıl kafa yorulması gereken nokta, bu teorilerin amaçları ve neticeleridir(oluşturdukları tahribat). Bizler Müslümanlar olarak bu bulaşıcı virüse karşı hangi tür ilaçlarla cevap(tedavi) verdik ve bu komplo zehrine karşı hangi panzehiri ürettik? Bunun muhasebesini ve mürakabesini yapmak ve bu komploculuk ahlaksızlığına karşı ‘ne yapabiliriz’in cevabını vermek durumundayız. Bu mücadele içinde olurken de ahlaksız komplocuların komplolarına karşı başka bir komploculukla cevap verilmemeli… Zira Müslümanların komploları yoktur. Çünkü bir kavme olan kinimiz bizi adaletsizliğe sürüklememeli. Dolayısıyla özelde İslam’ın genelde de insanlığın düşmanlarının ahlaksız ve de gayrı ciddi metotları karşısında dik durarak, birbirimize güvenerek ve sözde iddiacıların iddialarını-ciddi ve sahici bir biçimde üstüne üstüne giderek-ispata davet etmeye, iddialarını ispat etmedikleri/edemedikleri takdirde ise tüm dünyaya rezil-ü rüsvay hale getirmeliyiz. Utandırmalı ve pişman ettirmeliyiz ki bir daha da bu ahlaksız metoda yelten(e)mesinler!

Biz, ciddiyetle, vakarla ve kemal-i edeple kendimizden emin olarak ileriye doğru adım attığımızda ister bizden ister dışarıdan kim olursa olsun; ahlaksız her teoricinin mide bulandıran ve zihin karıştıran, ezber bozma (!)iddia ve saçmalıkları tarihin çöplüğüne atılacaktır. Ama ne yazık ki komplo sadmelerini aynı dinin mensupları ve aynı coğrafyanın(ümmet coğrafyası) insanları arasında da görüyoruz.

Memleketimin güzel insanları(!) bu hastalıklı ve ucube icadı öylesini sahiplenip, bağrına bastılar ki tadından yenmez. Tam bir’ mal bulmuş mağribi ‘misali… Bir iki örnekle bunu somutlaştıralım istiyorum: İşte memleketimden insan manzaraları ve örnekleri… Ülkemin güzel insanlarının güzel buluşlarından bahsetmek konumuzu daha anlaşılır kılacaktır umarım. Müşahhas örnekler üzerinden komploculuğu somutlaştırmak, kişilerin bu hastalığa tutulduklarında neleri zırvalayabileceği ve neleri yapabileceğini ve de nasıl zavallı bir konuma düşebileceğini gösterir. Bu yerli komploculardan hele biri var ki duyduğunuzda şaşıracaksınız buluşuna(!). O halde kimseyi daha fazla merakta bırakmadan zikredelim bu prof. kılıklı adamı. Bu zat-ı muhterem, adıyla, şanıyla, tv ekranlarında esip gürleyen, Lenin’e benzerliğiyle tanınan nam-ı diğer Yalçın Küçük’tür.

Neler söylüyordu ve hangi icada imza atıyordu bu adam? Sıkı durun! Bu bilim adamı, keşfettiği buluşuyla, bilim tarihine adını yazdırıyordu. Bilim tarihi mi dedim? Pardon pardon film tarihine geçiyordu bu film adamının keşfi/icadı. Film tarihi diyorum, çünkü bulduğu buluş, tam da komedi filmlerine konu olacak bir buluştu. Bu film adamı mucidimiz, buluşuyla(komplosuyla)herkesi ve herkesimi” Sabetaycılık ve kökü dışarıda”lıkla itham ediyordu. İtham ne kelime, tam anlamıyla yargılıyordu. Bu adamın zehirli okundan(dilinden)nasibini alanlardan biri de dönemin dışişleri bakanı idi (O bakanın şimdiki durumu konumuz dışıdır). Bu bakanla ilgili söylenenleri hatırlayanınız var mı bilmem, ama ben daha dün gibi hatırlıyorum: Sabetaycılığından Masonluğuna hatta Yahudiliğine kadar karalamalar yapmıştı bu kahramanımız(!). Bu bilim/film adamımız, önüne gelen her devlet ricalini (özellikle dışişleri bakanları ve başbakanlar) şu gerekçeyle(icadıyla)yargılıyordu: “Global Masonlar, Sabetaycı veya Yahudi olmayan birini dışişleri bakanlığına ve başbakanlığa getirmezler. “Şimdi anladınız mı bu film adamımızın akıllara seza icadını? Demek ki bu esip gürleyen adam, sevmediği her insanı mezkur jargonlarla rahatlıkla mahkum etme yoluna gidebiliyordu.

Peki, sevmediği herkesi nasıl bu buluşuyla(! )yargılayabiliyordu? Herhalde somut bir iki örnek üzerinden bu yargısını genelleştirmeyi yeğliyordu. Bu dahi mucid(!) sosyal ve siyasal olayları fen bilimleriyle karıştırıyordu galiba. Ne yazık değil mi? Sosyal/siyasal olaylar ile fiziksel/kimyasal olayları ayırt edemeyecek kadar zavallı ve de cahil mucidimiz…

Güzel memleketimin güzel insanlarından manzaralara devam… Eskiden beri bu tür hadiseler karşısında Marksist-Leninist üsluba bayılan ülkemiz sol tüfek Kemalistlerinden Doğu Perinçek ve Aydınlık çevresi bu örnekleme dahildir. İflah olmaz Türk solunun(Kemalist sol)en bariz özelliği ihaleye fesat karıştırmak. Yani her hayırlı şeylerde ve işine gelmeyen olaylarda bir yabancı parmağı arama/bulma paranoyaklığıdır. Bu sol tandanslı tüfekler, işlerine gelmeyen herhangi birini veya hareketi(özellikle İslami hareketleri)mahkum etmeye, akim kılmaya, itibarsızlaştırıp gözden düşürmeye çalışmaktadırlar. Doğu Perinçek ve avanesi üzerinden söylediklerimizi ispatlayalım isterseniz: Bu kesim, yakın geçmişte(2010’ların başlarında)birbiri ardına gerçekleşen ve adına Arap Baharı denilen başkaldırıları hakkında olmadık suçlama/saçmalama ve iftiralarda bulundular. Özellikle de Suriye’deki cihadı ve oradaki mezalimi (zalim ve cani Esed’in katliamı),trajikomik ve bir o kadar da alçak teorileriyle(komplocu bakışın at gözlüğü)kuşku yaratarak gözden düşürme ameliyesinde bulundular. Hem de televizyon ekranlarında arz-ı endam ederek bu milletin gözünün içine baka baka utanmadan, sıkılmadan yalan söyleyip algı operasyonları gerçekleştirerek…

Daha da açık ifade edersek Doğu Perinçek, ‘Arap Baharı’ hakkında şunu söyleme pişkinliğinde ve pervazsızlığında bulunuyordu. Arap Baharı denilen ayaklanmalar ABD menşeli/mahreçli kışkırtmalardır, Suriye özgürlük ordusu bir Amerikan beslemesidir/uşağıdır, Suriye’de zulüm ve katliamı Esed değil, Özgür Suriye ordusu yapıyor vs. vs… Hatta, Suriye’de varil bombalarıyla katledilen masum bebelerin varlığını bile inkara kalkışıyordu bay Perinçek. Bu, tam tipik bir Esed cambazlığı/kurnazlığı ve tipik bir Baas kafasıdır. Bunların kafası ancak böyle komplocu yaklaşımlarla çalışır çünkü. Her şeye komplo(kuşku/inkar) mantığıyla yaklaşanlar bu kronik hastalıktan kendilerini kolay kolay kurtaramazlar. Tıpkı, kolay kolay ıslah ve iflah olmaz kronik sol Kemalistler gibi…

Şimdi de asıl konuya (yazılmasına) neden olan ve iftiraya maruz kalan birkaç isimden bahsetmek istiyorum. Malum olduğu üzere bazı yazar çizer taifesinin (maalesef buna bir kısım İslami medya yazarları da dahil) yer aldığı tahkir ve karalama yazıları kaleme aldıklarını biliyoruz. Tamamen gerçeklerden ve sağlam delillerden ırak sadece mezhep ve meşrepçilik üzerinden vuran yazarların olduğuna ne yazık ki hepimiz şahit olduk. Somut örnekler verecek olursak Arap baharı olaylarında Şia dünyası bu özgürlük mücadelelerini “kökü dışarıda”lıkla, ABD’nin maşası olmakla ve ABD’nin oyununa gelmekle itham ederek maalesef komplo teorilerine alet oldular. Beri taraftan yine Sünni dünya Şia dünyasına karşı -nazire yaparcasına- komplo teorileri karşılık vermeye çalıştılar. Şöyle ki;” Şiilerin(İran)aslında hiçbir zaman Siyonist İsrail ile mücadele halinde olmadığını ve İran İslam Devrimi diye bir devrim olmadığını savunup durdular ve hala da savunmaya devam ediyorlar, maalesef!
Bu komplo/culuk fitnesine, yakın tarihte vuku bulan 1979 Afganistan-SSCB savaşını dahil edebiliriz. Şöyle ki Afgan cihadında mücahitlerin bariz bir üstünlüğü olmasına karşın, Marksist-Leninist propagandacılar bu cihadı da manipüle ederek kendi lehlerine kullandılar ya da bu üstünlüğün arkasında Amerika’nın olduğunu söyleme paranoyaklığında bulundular. Malum ya, sol kafa yine soldan bindiriyordu yumruklarını. Zira sağduyu olmayınca böyle solak(ça)hareket edebiliyorlar. Keza, bizim yerli kafalar(sosyalist kafalar)işine gelmeyen her şeyi kapitalizm ve ABD emperyalizmiyle açıklıyorlar/dı, her zaman olduğu gibi…

Yukarıda zikrettiğim gibi iftiraya(komplo kurbanı) maruz kalan şahsiyetlere gelince: 20. Yüzyılda dağılmış ve parçalanmış İslam ümmetinin medar-ı iftiharı, İrşat, ıslah ve inkılap hareketinin önderi Cemaleddin Afgani’dir. İşte bu büyük ıslahatçı ve inkılapçı mücahide yapılmayan kalmadı. Hem Türkiye, hem de dışarıda…

Masonluğundan İngiliz ajanlığına; Şiiliğinden, takiyyeciliğine; kökü dışarıdalığından Sultan İkinci Abdulhamit’e karşı ihtilalciliğine kadar ellerinden gelen ne kadar itibarsızlaştırma, gözden düşürme çabaları(Söylem) varsa hepsini servis ettiler bir kısım yazar, çizer taifesi (Küresel ağababaları öyle emretmişlerdi bizim yerli komploculara çünkü). Bütün bu yalan ve iftiralar atılırken bu büyük devrimciye, tek kelime olsun ne onun mücadelesini yakından takip ettiler ne de anladılar. Ortada beynelmilel bir dergi olan “Urvetu-l Vuska” vasıtası ile de olsa onun mücadelesini okuma/anlama zahmetine girmedi bizim sözde aydın ve yazarlarımız.

Ne gezer bizim aydın ve yazarlarımızda ilim, irfan, izan, vicdan ve akl-ı selim? Bizdeki aydınlar ve yazarlar birilerini(özellikle büyük şahsiyetleri) “dış mihrak” ve “oyuna gelmek”le itham ederken aslında, kendilerini resmettiklerinin farkında değillerdi.

Hani, ilmi olmayanın fikri de olmazdı/ olmamalıydı?” İlmi olmayanın fikri olmaz” sözünü bizim aydınlarımız, kendi üzerlerine bir libas gibi giyeceklerine bunun tam tersi istikamette yol aldılar. Yani, bilgileri olmadığı halde komplo teorileri ile fikir yürüterek acınası ve de gülünesi bir duruma düştüler.

1) Kendi ülkesinde gerçekleştirdiği devrimle (İran islam Devrimi) haklı bir üne kavuşan ve “İmam-ı ümmet” payesi ile anılan Ayetullah Humeyni’dir. İmam-ı ümmet ünvanını hak etmişti, çünkü gerçekten o dönemler (1979-89) mazlum ve mustazaf ümmetin yankılanan sesiydi, beklenen ümidiydi. Gerek İslam devriminin önderliğini deruhte etmesi ile gerekse başta ABD ve İsrail olmak üzere tüm batı devletlerine karşı mücadelesi ile hâlâ hafızalarda yerini korumaktadır. Keza O, şu ünlü sözü ile “bağnaz Şiiler” ve “bağnaz Sünniler”e inat ‘La Şiiyye la Sünniyye, illa vahde vahde İslamiyye (Ne Sünnilik ne Şiilik ancak islam birliği/kardeşliği)’ şiarı ile vahdeti sağlamak için elinden gelen her türlü çabayı göstermişti(r).

2) Burada İran’ın şu anki durumunu temize çıkarmak eğiliminde değilim(sadece bir haksızlığa işaret etmek ve hakikati ortaya çıkarmaktır, mesele budur). Şii/ci olduğum zehabına da kimse kapılmasın, zira İran’ın Suriye meselesinde çokça eleştirenlerden biriyim. Hatta bugünkü liderlerin bağnaz tutumlarından kaynaklı siyasetlerini (zalim Esed’in yanında yer almalarını) teessüfle ve de nefretle kınadığımı söylemeliyim. Öyle ki bugünkü İran liderlerinin basiretsizliğinden ötürü “İran bugün imamını ve o eski günlerini arıyor.” Sözünü dillendirenlerdenim. Dolayısı ile bugünkü liderlerin yanlışlarını o büyük şahsiyete hamletmek, sapla samanı karıştırmak ve kurunun yanında yaş da yakmak gibidir. Bu da ehli insaf ve ehli vicdana yakışmaz. Biz muvahhid Müslümanlar olarak toptancı değiliz, zira bu gibi meseleler imani değil ki toptan kabul ya da reddedelim. Böyle bir yol (toptancılık) ahlaki değildir. Bu yüzden günümüz İran’ına bakarak geçmiş İran’ı bir kalemde silip atamayız. Bu bakış açısı Müslümanlara hiçbir şey kazandırmaz bilakis çok şey kaybettirir. Kimse kusura bakmasın, bu bakış açısı(bugünden dünü yargılamak)tipik bir komplocu bakıştır/yaklaşımdır. Birilerini komploculukla itham ederken kendimizi ihmal ediyoruz. Ya da iğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batırıyoruz da bunun farkında değiliz.

Ayetullah Humeyni’nin ve İran İslam Devriminin gözden düşürülmesi ile ilgili somut hakaretlere-ki yazının esas nedenini teşkil ediyor- gelince, yazımızın başında da geçtiği gibi “ıslah haber” sitesinde aleyhinde yapılan tahkir ve tezyiflerdir:
– Ayetullah Humeyni’nin babası, “kal-u kil”lere dayanılarak yok İngilizmiş, yok Hintliymiş gibi son derece edep ve vicdandan yoksun iftiralar.
– Ayetullah Humeyni’ye ‘Ayetullahlık’ icazeti ABD tarafından verildiği için idamdan kurtulmuştur hezeyanı.
– İran İslam Devrimi İslam adına değil, uyuşturucu yüzünden şahı devirmek için ABD tarafından yapılmıştır iddiası da saçma sapan olduğu kadar gülünçtür de.

Bu nasıl bir ABD tarafgirliğidir ki devrimden hemen sonra yıllarca ABD, İran’ı tüm dünyaya karşı hedef tahtasına oturtuyor ve ekonomik ambargolarla devrim yıkılsın diye tedip etmeye kalkışıyor? İran İslam Devrimi ve Ayetullah Humeyni ile ilgili hezeyanların detayını öğrenmek isteyen “Islah Haber” sitesinde yayınlanan makaleye bakabilirler.

3) Kudüs müftülerinden Hüseyin el-Hüseyni ile ilgili söylenenler ise hâlâ hafızalarda canlılığını koruyor. Bu büyük alim ve mücahit şahsiyete neler söylemediler ki: İngiliz uşaklığından Hitler ve Mussolini ile işbirlikçiliğine kadar her şeyi zırvaladılar, bu mücahit alim hakkında.

Bir yazar dostumuz Kudüs müftüsü Hüseyin el-Hüseyin’den bahsederken şu tespitte bulunuyor:”Sanki birileri ekinleri ateşe vermiş ve tarihin uzak sayfalarını dumana boğarak görüntünün net görünmemesi için uğraş veriyorlar. Yalan söyleyen tarih utansın mı bilmem, ama yalan söyleyenlerin utanmayacağına eminim.”(2)

Sevgili yazar dostumuz, Hüseyin el-Hüseyni ile ilgili söylenenleri,”yalan tarih ve yalan söyleyenler” söylemiyle izah ederken aslında, bunun tam da karşılığı bizim anlatmaya çalıştığımız komplo teorisinin ta kendisidir. Daha önce verdiğim örneklerde(Cemaleddin Afgani ve İmam Humeyni)olduğu gibi bu büyük alim ve dava adamına da benzeri tahkir ve tezyiflerle hezeyanlarda bulundular. Hedef, itibarsızlaştırıp gözden düşürmek. Demek ki komplo teorilerinin menşei ve zamanı farklı olsa da amaç ve gayelerinin aynı olduğu şüphe götürmez bir gerçektir.

Bu teorilerin ortak amacı ve genel hedefi,”çamur at, yapışmazsa izi kalır.” sözünde saklıdır. Yani ne kadar mide bulandırılırsa, ne kadar zihinler iğdiş edilirse ve ne kadar “acaba”larla ezberler(!)bozulursa, zihinlerde o kadar şek ve şüpheler, itibarsızlaşmalar ve güvensizlikler oluşur. Artık işlem tamam: Amaç hasıl olmuş, hedefe varılmıştır.

Kimin sayesinde peki? Tabii ki bizlerin sayesinde… Adamlar, içimizdeki beyinsizleri seçerek ve onları ikna ederek nokta atış yapmaktadırlar. Zira beyinsiz güruh balık hafızalı olduğu için oltaya çabuk takılırlar; tıpkı sazan balıkları gibi…
– 4)Bir diğer somut örnek de TC. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. Hatırlayacaksınız, Ak Parti iktidarının ilk yıllarında (2003-2007) Erdoğan’a (O zamanlar başbakandı)sarf edilen hakaretamiz sözler o kadar çoktur ki onları, burada sayıp dökmeye satırlar yetmez.

Sokaktaki her iki kişiden birinin reyini alan ve bu milletin kahir ekseriyetinin teveccühünü kazanan bir liderin nasıl iftira kampanyalarına aşağılık hakaretlere maruz kaldığını hepimiz biliyoruz. Üstelik bunu da özgürlük adı altında komplo teorileriyle… Alın size bu aşağılık güruhun söylediklerinden bir demet gül(!): Amerikan uşağı, Mason ve Yahudi muhibbi, Musa’nın çocuğu… Bu taife(özellikle sol Kemalistler)aşağılık hakaretlerini o kadar ileri götürdüler ki ailesini bile dillerine doladılar. Bu gözü dönmüş sol cenah, hem küfür ediyor hem de diktatör diyerek halka nefret aşılıyordu. Yahu, bu nasıl bir diktatörlüktür ki söylediğiniz her şey yanınıza kar kalıyor, ellerinizi kollarınızı sallayarak dolaşabiliyorsunuz. Bu ne aymazlık /utanmazlık ve bu ne arsızlık/pişkinlik?

KOMPLO TEORİLERİ İLE NE AMAÇLANMAKTADIR?

Nedir bu komplo teorisyenlerinin maksatları ve niyetleri? Bu soru ile niyet okumaları yapmak niyetinde değilim, zira komplocuların niyetlerini okumaya gerek yok her şey ayan beyan ortada. Şu veciz sözde olduğu gibi: “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.”

Sözü daha fazla uzatmadan yukarıdaki soruya dönecek olursak, cevap sadedinde komplo teorilerinin amaçlarını birkaç madde halinde verebiliriz:
– Tüm muhalif hareketler hakkında istifham oluşturarak inandırıcılığını ve saygınlığını yitir(t)mek.
– İslami hareketleri/devrimleri /mücadeleleri manipüle ederek ve olmamış gibi göstererek ya da’ “bize rağmen ‘tüm bunlar mümkün değil” diyerek tüm ümmetin çabasını boşa çıkarıp dirençlerini kırarak onları hayal kırıklığına uğratmak.
– Gerçek bilgilerini sahte belgelerle yanıltarak zihin dünyasına girmek ve algıları yönetmek (algı operasyonları gerçekleştirmek): Algı operasyonları komplo teorisinin gayri meşru çocuğudur. Bu algı operasyonları yakın geçmişte Diyarbakır ve Cizre’de ki olaylarda (Hendek) HDP/PKK ve dış mihrakların işine çok yaramıştır.
– Ulus ve Uluslararası bazda tanınmış ve saygın kişileri(alim, mücahit, mütefekkir, dava adamı vb) gözden düşürerek itibarsızlaştırmak (itibarsızlaştırma operasyonu): Çamur at yapışmazsa izi kalır.
– İslam dünyasında gerçekleşen her şeyi “miş” gibi göstererek (Simülasyon) hedef saptırmak ve kitleleri buna inandırmak (ikna operasyonu)
– Kafalarda istifham(acaba, mı vb. sorular)oluşturarak tüm sahih kadim bilgileri inkar etmek veya bu kadim külliyyat/müktesebat hakkında zihin karışıklığı yaratmak: Kuşkuculuk operasyonu.
(Oryantalistlerin ve tarihselcilerin hadisler hakkındaki kuşkuculuğu buna benzer bir operasyondur).
– Etnik ve mezhebi ayrımcılık yaparak/yayarak ümmetin birlik ve dirliğini parçalamak: Ümmeti parçalamanın yolu etnik ve mezhebi kışkırtıcılıktan geçer(parçala ve yut operasyonu).

Daha neler ve neler… Tüm bunlar, komplocu paranoyakların nelerin peşinde olduklarını açık ve net bir biçimde gösteriyor.

Bu kirli bilgilerle (komplo teorileri) amansız bir mücadele verilmezse, yerinde ve zamanında cevap verilmezse korkarım ki genelde tüm insanlığın özelde ise gençlerin zihin dünyaları felce uğrayacak ve o zaman da iş işten geçmiş olacak ve bu komplocular da yaptıkları her işten karlı çıkmış olacaklar. “Yanlış yapan anında düzeltilmezse yaptığını hüner zanneder.” Kelam-ı kibarında olduğu gibi bizler de sorumluluk bilinç ve duyarlılığıyla bu şerir komploculara dur demek durumundayız. Ayrıca, sorumlu Müslümanlar olarak haksızlık kimden gelirse gelsin onun karşısında durmak ve haksızlık kime yapılırsa onun da yanında yer almak gibi ahlaki bir duruş sergilemek durumundayız. Kimse kimsenin salt ne dostu ne de düşmanıdır. Dostluk da düşmanlık da hak ve adalet temelli olmalıdır. Şu ayet-i celile bizlere ahlaki sorumluluğumuzu hatırlatmaktadır : “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun.” (3)

KOMPLOCULUK NASIL ANLAŞILIR?

Komplocu zihniyetı tanımak ve bu zihniyete karşı uyanık olmak zorundayız. Aksi takdirde elimizi verirsek kolumuzu da kaptırabiliriz. Buna rağmen, komplocuları tanımanın bazı ipuçları da yok değildir.

Komplocu teorisyenler ilmi ve mantıki yaklaşımdan uzak oldukları için minder dışı güreşirler ya da genellikle sahada oynama güç ve yetenekleri olmadığı için topu ya taca veya kornere gönderme kolaycılığında bulunurlar.

Aslında, komplocuları tanımak ve bir yaklaşımın komplo içerip içermediğini anlamak çok zor olmasa gerek:Eğer bir kişi, herkesi “ajan, provakatör, hain, kukla, proje, proje adamı, Mason, Ermeni, Sabetaist, dönme vb.” damgalarla damgalıyorsa ve bu tür argümanları sürekli diline pelesenk ediyorsa bu kişiyi mercek altına almak gerekir. Bu bir ön yargı değil, insanları tanıma sanatıdır. Zira insanlar yedikleri, içtikleriyle değil, beslendiği(okuduğu)kaynaklarla, sarfettiği cümlelerle ve de kullandığı kavramlarla tanınırlar. Aynı zamanda çevre(toplum)faktörünün de etkisi tanı(n)ma açısından önem arz eder. Hazreti Ali’ye atfedilen şu söz ne demek istediğimizi daha da anlaşılır kılacaktır:”Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.” Dolayısıyla insanları belirli alamet ve karinelerle tanımak mümkündür.

Kısaca, yukarıdaki mezkur kelimeleri ulu orta söyleyen kişi rotasını/ayarını kaçırmış bir zavallı demektir. Böyle zavallı ve hastalıklı bir halet-i ruhiye’ye sahip birinin tedaviye ihtiyacı vardır. Tedavi olmak istemiyorsa karşısında olmak gerekir. Kim olursa olsun her komplocu kişinin karşısında olmak ve komplo mağdurlarının ve mahkumlarının da yanında olmak durumundayız. Komplo kurbanlarının (mağdurları) yanında olamıyorsak bile, en azından karşısında da olmamalıyız. Çünkü masumiyet kaidesi gereği, suçu ispatlanana kadar-kim olursa olsun-hiç kimseyi ta’n etmemeli ve zan altında bırakmamalıyız. Bu bir erdemdir ve yapılması gereken budur.

KOMPLOCULUK NASIL AŞILIR?
Sözü daha fazla uzatmadan bu küresel ve yerel komplocuların komplolarına karşı birçok şey yapılabilir. Daha iyi anlaşılsın diye aşağıdaki maddeler/unsurlar bize bir yol haritası çizecektir belki:
– Her şeyden önce, söylenen her sözün, ortaya atılan her iddianın veya herhangi bir bilginin/belgenin doğruluğunu test etmek için çok dakik araştırma ve inceleme(ler)de bulunmalı, haberi getirenin şahsiyetini öğrenip ona göre karar vermeli(aksi takdirde pişmanlıklar yaşanabilir).
– Komplocuların her haberine kulak kesilip kafalarda zihin karışıklığına yer vermemeli” mı, mi ve “acaba”larla oyalanmamalı, bu haberler karşısında net duruş sergilemeli ve bu tür haberlere asla inanmamalı.
– Komploculuk oyunlarıyla oluşturulan zihin iğfallerine ve kalp karartılarına karşı uyanık olmalı, asılsız bilgi ve belgelere geçit vermemeli.
– Ulusal ve uluslararası anti İslam ve’l-müslimin olan komploculara değil, tüm etnik ve mezhebi farklılığa rağmen birbirimize,’Müminler ancak kardeştir.’ düsturunca yaklaşmalı ve Müslüman kardeşler olarak bunlara karşı ümmet bilinciyle kenetlenmeli.
– Küresel ve yerel müstekbirlerin komplolarını boşa çıkaracak hamlelerde bulunmalı, bunların yalan ve iftiralarıyla ümmetin içine atılan fitne ateşine ve tefrika tohumuna pirim vermemeli (fitne uykudadır onu uyandırana lanet olsun).
– Yalancı komplocuların teorilerinden dolayı hoşa gitmeyen birileri hakkında karalama kampanyaları başlatmamalı her sözlerine /dedikodularına balıklama atlamamalı, komplo kurbanlarının aleyhlerinde kararlar vermemeli, her hal-u karda hüsn-ü zanda bulunmalı(aslolan hüsn-ü zandır).
– Global ve yerli komplocu müstekbirlerin “….rağmenci” söylemlerine karşı “Kadir-i mutlak olan Allah(C.C)’ın gücünü hatırlatarak sadece bu güce inanmalı ve bu güçten güç almalı.

Yukarıdaki maddelere ilaveten başka maddeler zikredilebilir kuşkusuz, ancak bu kadarı bile bize yardımcı olabilir ve komplo teoricilerinin komplolarını boşa çıkarabilir. Bu ve benzeri unsurlarla karşılık verildiğinde/davranıldığında görülecektir ki yerli ve yabancı komplocuların yalanları bir ağ gibi çürük(zayıf) kalır. Tıpkı evlerin en çürüğünün örümceğin evi (ağ) olduğu gibi…

Hülasa, her ne kadar komplo teorilerinin olumsuz neticelerini anlatmaya çalıştıysak da bütün komplo teorilerinin bilaistisna faydasız ve zararlı olduğunu söylemiyorum. Keza, ortaya atılan her iddianın, edilen her itirazın, kafalarda oluşturulan her istifhamın, bozdurulan her ezberin komplo oyunu olduğunu da söylüyor değilim. Anlatmak istediğim, komplo teorilerinin zaman zaman zihin jimnastiğine yaptığı katkıları dışında, genellikle bunların olumlu bir katkısının olmadıkları ve sadra şifa bir derde devada bulunmadıklarıdır. Komplocu teorisyenler- niyetleri ne olursa olsun- amaç ve sonuçları itibariyle İslam dünyasına yıkım ve kaos getirmiş, mazlum ve mustazaf çocuklarını da kan ve göz yaşına gark etmişlerdir bu oyunlarıyla.

Çağrımızın sonu alemlerin Rabbi Allah’a hamd etmektir.l

Dipnot:
1) Büyük Türkçe Sözlük (D. Mehmet Doğan)
2) Özgün İrade/2018
3) Nisa/135

Kaynak:Özgün İrade Dergisi