KIRK YIL ÖNCE YA DA KIRK YIL SONRA...

12 Eylül 1980 Darbesinden sonra apar-topar kendimizi Hasdal Askeri Cezaevinde tutuklu-sanık olarak gördük. Suçumuz ise; o günkü islamcı iki gazetenin Yeni Devir ve Milli Gazete’nin de duyurduğu bir anma programına iştirak etmekti.

KIRK YIL ÖNCE YA DA KIRK YIL SONRA...

Hertarac.com yazarı Mehmet Ali Sever, 12 Eylül darbes sürecinde yargılanışı ile ilgili anılarını okuuyucuklarıyla paylaşıyor.

12 Eylül 1980 Darbesinden sonra apar-topar kendimizi Hasdal Askeri Cezaevinde tutuklu-sanık olarak gördük.Beni götüren abimden başka hiç kimseyi tanımadığım gibi, çoğu kimse de kimseyi tanımıyordu. 336 İslamcının en küçükleri olarak işkence altındaki sorgumuz sakallı, şalvarlı ve hakim yaka gömlekli sivil kıyafetli subaylar tarafından yapıldı. O kadar küçüktüm ki aynı suçtan(!)yargılandığımız rahmetli İmdat Kaya hocamız bana “civciv” diye seslenirdi.

14 yaşımda bana bunları yaşatanları gözlerimle gördüm. Oysa bizlere Dede Korkut masalları okutulmuş vatan, millet Sakarya edebiyatıyla meşguldük. Hatta laf aramızda ordumuzu Peygamber ocağı diye bellemiştik. Ta ki o Temmuz sıcağında güneş altında bekletilip daha sonra Din, İman, Allah, Peygamber ve Haysiyet ne kadar kutsalımız varsa üzerinden hakaretlerle geçilip bedenlerimizin üstünde antremanlarını yapıncaya kadar.

Bizler son kafile olarak toplatıldığımızdan İstanbul’daki cezaevleri dolmuştu.

İlk götürüldüğümüz yer Hasdal Askeri Cezaevi’nin avlusuydu. Orada yanılmıyorsam Dev-Sol ana davasının tutukluları vardı. Çoğunluğumuz gençler olsa da aramızda yaşça büyük 70’lik sakallı-cüppeli amcalar, alimler de vardı. Demir parmaklıklar ardındaki solcu gençlere adeta gün doğmuştu. Hatta içlerinden bazı gençler bizim gençlerle sataşmaya,dalga geçmeye başladılar.

Aklımda kaldığı kadarıyla bizimkilere “Humeyniciler Hasdal’a hoş geldiniz, devrimi yapamadınız galiba” gibi laflar atınca, bazı genç abilerimiz de onlara karışlık verdiler. Allah’tan aramızda demirli pencere korkulukları vardı. Onlar zindan kovuşlarında biz ise avluda güneş altında kavruluyorduk. Kısa bir laf düellosundan sonra onların içinden sözü geçen bir kaç müdahale sesi duyuldu,sonra bizimkilerin içinden bazı abiler yatıştırıcı kısa konuşmalar yapıyorlardı ki Cezaevi komutanı Faik Binbaşı’nın gür sesiyle herkes yerinde esas duruşta durdu.Gür ve hırçın bir ses tonuyla kovuşlardaki solcu mahkumlara seslendi.”Kesin sesinizi Ulan..!! Sizinle Moskova ilgilenmedi ama bunlarla bizzat Humeyni ilgileniyor, sizi kim soruyor laan?”. Solcu arkadaşlar pencere kenarlarından ayrıldılar.Sesleri bir daha hiç çıkmadı. Bir kaç yıl sonra aynı komutan solculuktan ihraç edilmiş Nokta Dergisi bu haberi kapak yapmıştı. Bizimle İmam Humeyni o zaman ilgilendi mi bilmiyorum! O solcu gençlerle de Brejnev’in Moskovası ilgilendi mi onu da bilmiyorum..

Bildiğim tek şey o gençlerin de bu vatanın evlatları oldukları çıplak gerçeğiydi. O zamana kadar hiç tanıma fırsatımın olmadığı o gençlerin bir kısmı sonradan idam edildiler, bir kısmı da uzun yıllar mahpus yatıp sonradan hayatlarını siyasetçi,gazeteci ve işadamı olarak sürdürdüler. Bizimkilerin de çoğu o yıllar da üniversite öğrencisi ya da yeni mezun olanlardandı. Kısa bir süre sonra İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde, hepimiz o düzmece davadan beraat ettik. Bir çok arkadaşımız bu düzmece sabıka kaydından dolayı uzun bir süre kamu görevlerinden ya atıldı ya da men edildi. Sonraki yıllar ülke normalleşme sürecine girdikten sonra çok önemli görevlere geldiler. Bir arkadaşımız öğretmenliğe ataması yapılmayınca seyyar satıcılıktan Holding patronu bile oldu. Önemli bir kısmı da Eğitimci, akademisyen, hakim, savcı, yayıncı, gazeteci ve siyasi parti lideri oldu.

O siyasetçilerden bazıları şimdiki iktidarın en üst makamlarında  görevlerini halen sürdürmektedirler.Ateş düştüğü yeri ve hayatları karartıyor bir dönem sadece.

Geçte olsa gelen adalet ve İade edilen itibarlar acıları bir nebze hafifletse de maliyeti büyük oluyor nesiller üzerinde.Oysa bu acıları hiç yaşatmamak en doğru bir yöntem değil mi?Hiç bir dönemde bu ülkenin öz evlatlarına kendi vatanlarına sahip çıkma fırsat ve imkanı verilmedi.

Hep birbirine kırdırıldılar. Komünist, Milliyetçi, İslamcı ve Bölücü diye. Kimse bana maval okumasın bu devletin her zaman daha makbul evlatları hep olmuştur olmaya da devam etmektedir.Sadece her dönem adları ve siyasi görüşleri farklı olmuştur o kadar.

Dün,”bu ülkeye komünizm gerekirse onu biz getiririz” diyen Vali Nevzat Tandoğan’lar bugün de gerekirse Şeriatı getirecek mirasçılar bırakmışlar. 90’lı yılların ortalarına doğru kalabalık bir arkadaş topluluğunda kendisi de misafir olarak hazır bulunan merhum Muhsin Yazıcıoğlu beyefendiden şu sözleri işitmiştim; “Allah bana ömür verdiği ve bu can bu tende durduğu sürece bir daha bu ülkede yine kardeşin kardeş eliyle katledildiği zamanlar gelirse, karanlık mahfillere karşı  sessiz kalmayacağız” demişti. O günlerde çok farklı kulvarlarda olmamıza rağmen kendisine karşı içimde derin bir muhabbet oluşmuştu.İnancı,düşüncesi ve siyasi görüşü ne olursa olsun bu ülkenin vatandaşlarının farklılıklarını ancak zenginliği olarak anlamlandırmaktan başka çıkış yolumuz yoktur.

Şiddetle arasına mesafe koymuş her düşünce ve legal yapılar, oluşumlar geleceğimizin teminatıdırlar. Yarınlar bugünlerden daha iyi olacaktır.Umudumuzu yol azığı yaparak hayırlarda yarışmaya devam edeceğiz. Kırk yıl önce yine böyle bir Ramazan Bayramı arefesinde ilk duruşmada tutuksuz salıverilmiştik otuz arkadaşla birlikte.Diğer arkadaşlarımızı ve benden dört yaş büyük ağabeyimi içerde bırakarak.Sonraki duruşmada onlarda tahliye olmuşlardı nihayet.İftardan sonra birden mazi gözümde canlandı, nedendir bilmiyorum.

Biraz da duygu seline kapıldım galiba anılara dalarak. Yeri gelmişken bu müstesna mahpusluk arkadaşlarımdan başta ağabeyim olmak üzere ahirete intikal edenlere Rabb-i Rahimimizden mağfiret, hayatta olanlara da sıhhat ve selamet diliyorum.

Bu duygularla tüm kardeşlerimin, arkadaşlarımın Ramazan Bayramı’nı şimdiden tebrik ediyorum.