Takvimler 1900 yılını gösteriyordu. 1892 yılında Tahran'a gelerek bölgeyi karış karış dolaşan ve gelecekte Orta Doğu'nun şekillenmesinde önemli bir rol oynayacak ünlü İngiliz ajanı Gertrude Bell, ilginç bir karar aldı. Yerel halkın bile pek uğramadığı, hakkında farklı ezoterik hikâyelerin anlatıldığı Dürzi bölgesi olarak bilinen Cebel el-Dürzi'yi ziyaret etmeye karar verdi.
Kendisine yapılan uyarıları göz ardı ederek yola koyulan Bell, ulemanın İslam'dan çıkmış olarak gördüğü, Müslüman kabilelerle asırlardır çatışan dışarıya kapalı bir toplum olan Dürzilerle tanıştı. İngiliz devletinin Orta Doğu planlarının belli kısımlarını Dürzi liderlere anlattı ve iş birliği kurmayı başardı. Böylece Dürziler 20. yüzyılın ilk yılında küresel siyaset sahnesine çıkmış oldu.
Ve Dürziler bugün 125 yıl sonra ilk kez hiç olmadıkları kadar gündeme oturdu. Gertrude Bell'in araladığı kapı, şimdi onlar için sonuna kadar açılmış gibi görünüyor.
Nitekim Suriye’nin güneyinde son günlerde yaşanan gelişmeler, ülkenin yeniden istikrara kavuşma sürecini ciddi şekilde sarsacak nitelikte. Özellikle Süveyda’da Dürzi gruplar ile Şam yönetimi arasındaki gerilim, bölgesel dengeleri etkileyecek boyutlara ulaşmış durumda.
Dürziler, dün olduğu gibi bugün de Şam’ın doğu ve güneyindeki dağlık alanlarda yaşıyor. Nüfuslarının yaklaşık 700 bin civarında olduğu tahmin edilen Dürzilerin 300 bini Lübnan'da, 120 bini ise İsrail işgali altındaki Golan'da yaşıyor. 300 bin civarındaki Dürzi ise Suriye'de ikamet ediyor.
Geçmişte Esad yönetimiyle Dürzi toplumu arasında zaman zaman gerginlikler yaşandı; kimi zaman ordu birliklerinin sert müdahaleleri, kimi zaman Dürzi silahlı unsurların pusuları sorunu gündemde tutmaya yetti. Ancak yükselen tansiyon, çoğunlukla sınırlı çatışmaların ardından sükûnetle sonuçlandı.
Bu kez tablo farklı. 13 Temmuz’da Süveyda’da başlayan ve Bedevi Arap aşiretleri ile Dürzi gruplar arasında karşılıklı araç kaçırma olaylarıyla fitili ateşlenen gerilim, kısa sürede silahlı çatışmalara dönüştü. Tarafların karşılıklı suçlamalarıyla büyüyen olaylar, Şam yönetimini harekete geçirdi. 15 Temmuz itibarıyla ordu birlikleri Süveyda’ya girdi ve sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
Başlangıçta bazı yerel şeyhler hükümet güçleriyle iş birliğini tavsiye ederken, Dürzi lider Hikmet el-Hicri’nin daha sonra yaptığı “topyekûn direniş” çağrısı gerginliği yeniden tırmandırdı.
Bu süreçte sosyal medyada İsrail bayraklarının açıldığı görüntülerin dolaşıma girmesi dikkat çekiciydi. Aynı günlerde İsrail ordusu Süveyda’ya sevk edilen Suriye tank konvoylarını hedef aldı ve ardından Şam’da savunma tesislerini vurdu. İsrail’in bu saldırılarını “güvenlik tehdidini” gerekçe göstererek açıklaması, aslında krizin bölgesel boyutunu ortaya koydu. Ancak Dürzilerin tamamı için İsrail yanlısı olduklarını söylemek de doğru değildir. Dürzi nüfusun önemli bir kısmı İsrail’in kurmaya çalıştığı oyunun farkında ve sağduyulu bir şekilde hareket etmeye devam ediyor.
Diğer yandan kuzeyde Suriye Demokratik Güçleri (SDG/PYD-YPG) dosyası hâlâ masada. SDG’nin başındaki isim Mazlum Abdi’nin son açıklamalarında Süveyda’daki Dürzilere destek mesajı vermesi, hatta örgütün özel kuvvetlerini Rakka’ya sevk ettiği iddiaları, SDG’nin yaşanan krizden stratejik çıkar umduğunu gösteriyor. SDG bir yanda Suriye ordusuyla top çevirme gibi görünen entegrasyon görüşmelerini sürdürürken, diğer yanda sahadaki varlığını da güçlendirme çabasına giriştiği bu süreçte daha net bir şekilde anlaşılmış oldu.
Bu gelişmelerin arka planında Tel Aviv’in uzun vadeli projeleri dikkat çekiyor. İsrail’in güvenlik argümanları eşliğinde Golan’dan başlayıp Süveyda, Tenef, Deyrizor ve Haseke üzerinden Irak’ın kuzeyine uzanan bir hat oluşturma planı, bölgedeki denklemi kökten değiştirme potansiyeline sahip. Bu hat, hem “SDG’nin denize açılımını hem de İsrail’in güvenlik koridorunu sağlamaya” yönelik bir strateji olarak değerlendirilebilir.
Özetle, Suriye’nin yeni yönetiminin merkezi otoriteyi güçlendirmek için zamana ihtiyacı var. Ancak güneyde İsrail’in destek verdiği Dürzi unsurlar, kuzeyde ABD’nin koruması altındaki SDG ve ülke içindeki etnik-mezhepsel kırılmalar Şam’ın elini zayıflatıyor. Türkiye açısından ise tablo daha net: Sınırlarımızın hemen ötesinde fiili bir özerk yapının oluşması, yalnızca Suriye’nin değil, Türkiye’nin güvenliği açısından da ciddi bir risk olarak orta yerde duruyor.
Dolayısıyla Ankara’nın bundan sonraki süreçte Suriye’de daha etkin bir pozisyon alması bir tercih değil, zorunluluktur. Zira bölgedeki denklem sadece askeri değil, siyasi ve stratejik boyutlarıyla da Türkiye’nin geleceğini yakından ilgilendiriyor.
Bu bağlamda geçtiğimiz günlerde Suriye yönetiminin ülkesinin savunma kapasitesinin güçlendirilmesi ve tüm terör örgütleriyle mücadele kapsamında Türkiye'den resmi destek talep ettiği, bu talep doğrultusunda Suriye'nin savunma kapasitesini artırmaya yönelik eğitim, danışmanlık ve teknik destek sağlanması için çalışmaların devam ettiği açıklandı.
Bu talep, zamanlaması açısından çok önemlidir ve Türkiye, bu desteklerin verilmesi için gereken çalışmaları bir an önce tamamlamalıdır. Bu destek talebi, yalnızca Suriye'nin değil bölgemizin istikrarı açısından da stratejik bir öneme sahiptir.
Suriye'nin toprak bütünlüğünü hedef alan Siyonist planlara karşı en etkili cevap; bölgesel iş birliği alanlarını genişletmek, karşılıklı saygı çerçevesinde yol almak ve ortak güvenlik anlayışını hâkim kılacak bir irade ortaya koyabilmektir.
Türkiye, bu noktada tarihî bir sorumlulukla karşı karşıya olduğunu bilerek hareket etmeli, dost ve kardeş Suriye halkının yanında yer aldığını ve bundan sonra da aynı kararlılıkla bunu devam ettireceğini bütün dünyaya göstermelidir.
Unutulmamalıdır ki; Suriye’de yaşanan gelişmeler Türkiye’nin en büyük güvenlik meselesidir. Suriye’nin istikrarı aynı zamanda bölgenin istikrarı demektir.
Siyonist İsrail’in Gazze’de devam eden soykırımı ile birlikte Şam, Halep ve Süveyda arasında sinsi tuzak ve planları vardır. İsrail’in hedefi topyekûn İslam toprakları, darmadağın olmuş bir Orta Doğu’dur. Bugün Suriye’de gereken kararlılık ve caydırıcılık ortaya konulmazsa, yarın aynı kirli planlar Diyarbakır’ı, Hatay’ı, Ankara’yı, İstanbul’u tehdit eder hâle gelecektir.
Bu nedenle:
- Suriye’de istikrarın oluşmasına,
- Huzur ve güvenliğin sağlanmasına,
- Suriye’nin siyasi, sosyal ve ekonomik bütünlüğü ile desteklenmiş toprak bütünlüğünün korunmasına yönelik her türlü adım ve katkı hayati derecede önemlidir.